NE KADAR SAĞLIKLI O KADAR İYİ: MİKROBİYOTA

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Dikkat: Yazının sonunda ek var!

***

Türkiye’den ve dünyadan uzmanların buluştuğu PRİMO 2018 Kongresi Nevşehir’de gerçekleştirildi. Kongrede önemli uzmanlar, yeni gelişen kanser tedavi trendi olarak immünoterapiyi ve kişiye özel moleküler tedavileri, kişiselleştirilmiş tedavide nelere dikkat edilmesi gerektiğini, immünoterapi ile ilgili olarak elimizdeki enstrümanların neler olduğunu konuştu ve bilgilerini paylaştı.

Kongreye katılan İzmir Ekonomi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Mikrobiyoloji Anabilim Başkanı Prof. Dr. Hakan Abacıoğlu, yaptığı sunumunda immünoterapilerde mikrobiyotanın rolüne ilişkin bilinenlerden bahsetti. Konu ile ilgili yapılan araştırmaları aktaran Abacıoğlu şunları vurguladı:

 

Mikrobiyota, 2007 yıllarında başlayan ve ABD ve Avrupa’da yürütülen iki büyük çalışma sonucunda anlayabildiğimiz bir noktaya geldi. Bu çalışmalardan önce normal flora diye bildiğimiz ama sonra bunun bildiğimizin çok ötesinde çok farklı türler içerdiğini, inanılmaz bir çeşitliliği olduğunu ve birçok sağlık ve hastalık durumuyla da ilişkili olduğunu öğrendik. Bu çalışmaların yapılmasını mümkün kılan şey aslında teknolojideki gelişmeler oldu.

Mikrobiyotanın ilişkili olduğu durumlar arasında metabolik durumlar ve hastalıklar var; diyabet, obezite, kardiyovasküler hastalıklar, bir takım sinir sistemini ilgilendiren davranış ve bilişsel bozuklukları ilgilendiren durumlar gibi. Bunların arasında otizm, depresyon, anksiyete de yer alıyor. Ayrıca bir takım romatizmal hastalıklar, bağ dokusu hastalıkları da var ilişkili olduğu düşünülen. Ama benim hep uyardığım bir konu var; ilişkili olmak her zaman nedensel olmak demek değildir. İnsan çalışmalarında sebep-sonuç ilişkisini göstermek zor. İnsanlarda deneyler yapılamıyor. İlişkileri toplayıp güçlü ilişkiler elde edip burada nedensellik olabilir diyorsunuz. Nedensellik çalışmalarının çoğu hayvanlarda yapılıyor. Bu çalışmalarda ciddi nedensellik ilişkileri var. Ama uyarmak lazım, hayvan deneylerinde elde edilen her şey insanlarda yüzde yüz çalışacağını söyleyemeyiz. Ama bugün elimizde, en azından mekanizmalarını açıklayabilecek kadar bilgimiz var. Neden metabolik hastalıklarla ilişkili olabileceğini artık daha iyi biliyoruz.

Öncelikle bildiğimiz bir şey var; çevresel faktörler bağırsaktaki mikropları şekillendiriyor. Doğum sırasında anneden, hastanede doğduysak hastaneden, yakın çevrede temasta olunan insanlardan aldıklarımız bizim mikroorganizmamızın şekillenmesine katkıda bulunuyor. Bunlar aslında genetikten daha önemli faktörler. Yani bu anlamda eğer doğru bir çevrede büyüyorsanız mikrobiyotanız için iyi bir durum oluyor. Ama doğru mikroorganizmaları almazsanız iyi bir sonuç olmayabilir. Mesela hastanede doğum iyi bir etki yaratmayabilir.

Esas kritik ve bilinen şey ise, bizim perinatal dediğimiz dönemdir. Bu, doğumdan önceki 15 gün ve doğumdan sonraki 1 ayı kapsar. Yapılan çalışmalara göre bu süre kritik görünüyor. Bu dönemde kullanılan antibiyotikler ya da anne tarafından alınan başka ilaçların bebeğin mikrobiyotasını etkileyip onda kalıcı metabolik bir takım bozukluklara neden olma olasılığı var. Bunların arasında diyabet, obezite gibi bir takım bozukluklar sayılıyor. Dolayısıyla bu dönemdeki antibiyotik kullanımına çok dikkat edilmeli. Doktor tarafından önerilmedikçe ve kesinlikle gerekli olmadıkça o dönemde ilaç kullanımından kaçınmak gerekiyor.

Gıdalar ise ana şekillendirici faktörlerden bir tanesi. Çünkü yediğiniz gıdalar onlardaki mikropların da besin kaynaklarıdır. Siz onları seçiyorsunuz aslında. Dolayısıyla eğer doğru beslenebilirseniz, doğru ve sağlıklı bir mikrobiyotaya sahip olma ihtimaliniz yüksek.

Doğru ve sağlıklı beslenmek ne demek? Aslında bunu tam olarak bilmiyoruz. Bununla ilgili çalışmalar sürüyor. Bildiğimiz bir takım veriler var; bazı belirli bakterilerin bulunmasının sağlıklı bir şey olduğunu biliyoruz. Bir de bu bakteriler tarafından sentezlenen bazı metabolikler var; kısa zincirli yağ asitleri gibi. Bunların miktarı fazla ise bunun sağlıklı bir şey olduğu düşünülüyor. Bunlar bildiğimiz şeyler ama onun dışında çok fazla şey bilmiyoruz henüz.

Yediğimiz içtiğimiz şeylerin nasıl bir etkisi oluyor? Örneğin lifli gıdalar, içerisinde dirençli nişasta bulunan gıdalar, ki baklagiller, nohutgiller aslında dirençli nişasta içerirler, ve diğer lifli gıdalar vücut tarafından sindirilemez. Bunlar kalın bağırsağa kadar gelirler ve oradaki bakteriler bunları sindirebilecek enzimler lifli gıdaları sindirip kısa zincirli yağ asitleri üretiyorlar. Bu kısa zincirli yağ asitleri de bizim sağlığımız açısından yararlı olduğunu biliyoruz. Ya da örneğin içerisinde indol içeren, triptofan denilen aminoasitten zengin gıdalar olan karnabahar, brokoli, soğan gibi gıdaların da belli aril hidrokarbon reseptörleri denilen reseptörler var. Bu bakterileri sindirince ortaya çıkan metabolikler bu reseptörlere bağlanıp olumlu etkilere neden oluyor. Bunların deneysel kanıtları var.

Ters yönde de kanıtlar var. Kırmızı ette ve deniz kabuklularında bulunan kolin yine bu bakteriler tarafından metabolize edilip trimetil aminlere çevriliyorlar. Bunların kardiyovasküler sistemde damar sertliğine yol açtığına yönelik bulgular var elimizde. Bu nedenle tüketilmeli ama dengeli bir şekilde tüketilmeli. Eti mangal yapar da onu karbonize ederseniz, onların da kanser etkisi var. Yani eti nasıl pişirdiğiniz, ne kadar tükettiğiniz önemli. Ama genel izlenim şu yönde, bitkisel kökenli beslenme sağlığınız açısından yararlı olabilir. Hatta bu beslenme dünya açısından da daha yararlı olabilir. Bir hekim olarak bildiğim şey, bitkisel kökenliden zengin beslenirsek, eti az tüketirsek, alkolden uzak durursak bunun yararlı olduğunu söyleyebilirim.

Kolon kanseri, aslında önlenebilir kanserlerin başında kabul ediliyor ve bu kanser türü beslenme ile ve aslında mikrobiyota ile de ilişkili olan bir kanser türü. Dolayısıyla düzenli beslenme, lifli gıdalar tüketme ve belli bir yaştan sonra yapılacak kontrollerle, bu kanserden korunmanız mümkün. Bu sadece beslenme de değil, bu bir yaşam biçimi ile ilgili. Egzersiz yapmanın mikrobiyotada olumlu etkilerinin olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda bu bakterilerin ürettiği metabolikler, hücrelerin içerisine girip mitokondrileri de etkiliyor. Mitokondriler bizim enerji fabrikalarımız hücrelerdeki ve bu nedenle de sağlıklı olma, dinç olma durumu ile de ilişkili biraz. Çünkü bağırsağınızdaki mikroorganizmalar, örneğin o kısa zincirli yağ asileri üretiyorsa olumlu yönde etkileniyor ve daha enerjik oluyorsunuz. Ya da kötü bakterileriniz varsa onların metabolikleri onu baskılıyor, bu kez bitkin hissediyorsunuz kendinizi.

Bağırsaklarımız, incecik hücrelerin bariyer gibi koruduğu bir organ. O bariyerdeki hücreler birbirlerine çok sıkı bir şekilde tutunuyor, adeta aralarından su sızmıyor. Ama doğru beslenmezseniz o hücrelerin araları açılıyor, sızdırma ortaya çıkıyor. Oradaki bazı mikroorganizmalar, maddeler kana karışabiliyor ve karaciğere giderek orada sistemik bir yangıyı başlatıyorlar, yani vücutta iltihabi olayları başlatıyorlar. Karaciğer yağlanması gibi olayların bir bölümünün arkasında bunlar var. Dolayısıyla bağırsak epitelinizi ne kadar sıkı tuttuğunuz da önemli. Bu da yine doğru beslenme ile ilişkili.

Stres mikrobiyotayı olumsuz etkileyen faktörlerden biri. Çünkü bağırsak ve beyin arasında sinir ağları aracılığı ile bir haberleşme söz konusu. Mesela bağırsaktaki hücrelerin saldığı seratonin gibi bir takım hormonlar var. Seratonin çoğu bağırsakta salgılanıyor ve bu salınımı da mikrobiyota kontrol ediyor. O hücreleri uyararak, seratonin salgılanmasını kontrol ediyor. Seratonin de beyne gidiyor ve beyindeki bir takım şeyleri değiştirebiliyor ya da beyinde salgılanan bir takım moleküller bağırsağa erişip bağırsaktaki bakterileri etkiliyor. Yani bağırsak ve beyin sürekli haberleşiyor. Bu nedenle stres önemli bir faktör; stres buradaki o düzgün haberleşmeyi bozuyor. Bağırsaktaki zararlı bakteriler çoğalıyor mesela. Bunlar da hastalıkları tetikliyor. Stresliyseniz, adrenalin ve noradrenalin salınır. Normalde de salınır bunlar ama bunlar kronik stres gibi durumlarda, sürekli salgılanıyorsa bunlar bakterilerin kötü özelliklerinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Normalde belki hastalık yapmayacak bakteriler, hastalık yapmaya başlıyor. Bunların mekanizmalarını anlayabileceğimiz çalışmalar yapılıyor.

Soluduğunuz hava, içtiğiniz su bunlar ne kadar kirleticilerden arınmışsa sağlık için de mikrobiyota için de iyi.

Mikrobiyota ile ilgili yapılan çalışmalar Türkiye’de de yapılıyor ama çok emekleme aşamasında. Yurt dışındaki çalışma benzeri çalışmalara henüz başlayamadık. Bizim kendi toplumumuzun profilini de bilmemiz gerekiyor. Bunun için öncelikle insan kaynağı lazım, bunlar bir takım çalışmasıdır. Finansal kaynak yaratılır ama insan kaynağı daha önemli. Biz tıbbi mikrobiyoloji alanının gelişmesi için çalışıyoruz.

Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2018/saglik/ne-kadar-saglikli-o-kadar-iyi-mikrobiyota-2346497/

***

EK 1 (5.6.2022): Bağırsak bakterileri tarafından sentez edilen ve karaciğere ulaşan sfingolipitler, karaciğerde aşırı yağ birikimini hücre solunumunu iyileştirerek önlüyor.

Kaynak: https://www.cell.com/cell-host-microbe/fulltext/S1931-3128(22)00262-1

Makale adı: Host hepatic metabolism is modulated by gut microbiota-derived sphingolipids

***

EK 2 (12.11.2022): Alkolsüz bira da alkollü bira da bağırsak mikrobiyotası çeşitliliğini artırıyormuş. Bunun biradaki polifenollerle alakalı olduğu düşünülüyor.

Makale: Impact of Beer and Nonalcoholic Beer Consumption on the Gut Microbiota: A Randomized, Double-Blind, Controlled Trial

Kaynak: https://pubs.acs.org/doi/10.1021/acs.jafc.2c00587

***

EK 3 (22.1.2023): Mikrobiyomu düzenleyen tedavilerin, daha geleneksel farmakolojik tedavilere alternatif bir yolla duygudurum bozukluklarının semptomlarını hafifletmede büyük bir potansiyeli var. İlle de ilaç diyenlere gelsin.

Makale: Advances in the Gut Microbiome and Mood Disorders

Kaynak: https://www.medscape.com/viewarticle/985215_9

***

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. Ahmet Cihangir dedi ki:

    hocam tip 1 diyabetli birinin beslenmesi hakkında bilgi verebilir misiniz ani kan şekeri düşmelerinde mecburi şekilde küp şeker ve meyve suyu takviyesi gerekiyor. Bunları önlemek için neler yapılabilir. Genel bi bilgi vermeniz mümkün müdür saygılar.

Siz de yorumunuzu paylaşın: