HASTALIKLAR HASTANELERDE DEĞİL BEDENİMİZDE İYİLEŞİR

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Milliyet’ te Buket Aydın‘ ın Dr. Murat Balanlı ile mülakatı: 

Sağlıkla ilgili kitaplara özel bir ilgim var. Zaman zaman dikkatimi çeken bir konu olunca kitabı yazan doktoru sizlere tanıtmayı da seviyorum. Yine öyle yaptım. Kitabın adı “Titreşim Tıbbı” ama benim esas dikkatimi çeken “İnsan fıtratına uygun temiz tıp” tanımı. Bu ne demek? Modern tıp temiz değil mi? Eski yöntemler geleceğe ışık mı tutuyor? Hastalıklarımız bize ne anlatıyor? Tüm bu soruları kitabın yazarı iç hastalıkları uzmanı Dr. Murat Balanlı’ya sordum. Balanlı’ya göre doktorlar kronik hastalıkları tedavi etmiyor sadece frenliyor. Bu hastalıkların tedavisi bir bütün olarak ele alınmalı yani sadece ilaç kullanmak yeterli gelmiyor. “Bir şeker hastasına ya da tansiyon hastasına verdiğim ilaçlarla kan şekerini düşürebilirim, kan basıncını normale getirebilirim ama bu hastanın iyileştiği anlamına gelmiyor. O yine şeker hastası, öteki yine yüksek tansiyon hastası. Kronik hastalıkların hiçbiri modern tıp yöntemiyle çözüm bulamaz” diyen Dr. Murat Balanlı’ya hastalıkların çözümünü sordum. İyi pazarlar…

– Siz “Titreşim Tıbbı” isminde bir kitap yazdınız ve kitabın kapağında “İnsan fıtratına uygun temiz tıp” açıklaması var. Bu ne demek?

Modern tıp dediğimiz şey eni sonu elli-yüz yıllık bir anlayış ve bakış açısıdır. Ve günümüz tıbbı insanı sadece bir fizik bedenden ibaret kabul ettiği için hep buna yönelik çözümler ileri sürmüş ve bu fizik bedendeki belirtileri ortadan kaldırmayı tıbbın ana amacı olarak ortaya koymuştur. Kronik hastalıklar olarak tanımladığımız şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve kanser gibi otoimmün hastalıkların modern tıp yöntemiyle tedavi edilemediğini hepimiz biliyoruz. Ben de iç hastalıkları uzmanıyım. Bir şeker hastasına ya da tansiyon hastasına verdiğim ilaçlarla kan şekerini düşürebilirim, kan basıncını normale getirebilirim ama bu hastanın iyileştiği anlamına gelmiyor. O yine şeker hastası, öteki yine yüksek tansiyon hastası. Kronik hastalıkların hiçbiri modern tıp yöntemiyle çözüm bulamaz.

“Titreşim tıbbı en kadim tıptır”

– Modern tıp yöntemiyle çözüm bulan hastalıklar neler?

Modern tıpla bugün yaptığımız tedavinin içerisinde akut pek çok hastalık var. Cerrahiler, ameliyatlar gibi. Yani modernitenin geliştirdiği yöntemlerle fayda elde etmeniz mümkün. Ama kronik hastalıklar dediğimiz hastalıkların yüzde doksanı için bu geçerli değil. Her ne kadar titreşim tıbbını biz geleceğin tıbbı olarak tanımlasak da kadim yani en eski tıp budur aslında.

– Titreşim tıbbını neden ve nasıl en eski tıp olarak tanımlıyorsunuz?

Çocuklarımız rahatsızlandığı zaman onlara yaptığımız ilk işlem nedir? Alıp, kucağımızda biraz sallamaktır. Bu mekanik bir titreşimdir aslında ve çocuğu rahatlatır. Hadi onla rahatlamadı annesi ona bir ninni söyler, o da akustik bir titreşimdir. Bunların hepsi titreşim tıbbıdır. Bununla beraber binlerce yıldır bize kadar gelen pek çok gelenek var mesela bir tanesi akupresür; vücudun herhangi bir yerine baskı uygulama şekliyle gelişen bir tedavi yöntemidir.

– Akupunktur gibi mi?

Evet, sivri cisimlerin batırılması ve akupunktur dediğimiz vücudun enerji meridyenlerinde yani enerji alanlarında yaptığımız manipülasyonlarla o kişiyi iyileştirmektir. Ve bu binlerce yıldır insanlık tarihinde vardır. Elbette bundan bir çözüm alınmasaydı tarihin çöp sepetine giderdi ama bunlar halen tedavi yöntemi olarak bugün kullanılmakta ve çok iyi sonuçlar elde edilebilmektedir.

– Şeker hastasını nasıl iyileştiriyorsunuz?

 Şeker hastalığı diye bir hastalık yok. Tip2 diyabetten bahsediyorum. Tip2 diyabetin altında bir insülin direnci var. Kronik toksisite ve kronik enflamasyon var. Kendi kliniğimde yaptığım çalışmalarda ben hiç ilaç kullanmıyorum. Hastalarımı önce saatlerce dinliyorum çünkü biyografilerini bilmezsem, ne yaşadıklarını, hastalığın nedenini de bilemem. Yaşadığımız hayatın içerisinde pek çok stres faktörü var. Ve bugün insülin direnci oluşmasının en önemli sebeplerinden bir tanesi bizim HTA Aksı dediğimiz hipotalamus-hipofiz ve böbreküstü bezleri, adrenal bezler… Endişe ve kaygı bizi o kadar kuşatmış durumda ki sürekli olarak bu böbreküstü bezlerinden adrenalin ve kortizon salgılanıyor. Ve bunun bizde yarattığı çok büyük bir enflamasyon var. İşte kanser, şeker hastalığı, tiroit dediğimiz hastalıklar da bundan kaynaklanıyor. Yapılması gereken şey bu kişinin hayatında yolunda gitmeyen şeylerin neler olduğunu ortaya koyup, hastalığa bütüncül olarak bakıp, bu işi düzeltmek. 

– Organlar hastalandığında bize ne anlatıyor?

Her bir organ bizim vücudumuzda gördüğü işlevin çok daha üzerinde anlamlar içerir. Kalp tek başına vücuda kanı pompalayan, karaciğer tek başına vücuttaki toksinleri detokse eden, ortadan kaldıran ya da böbrek sadece idrarı süzen bir organ değildir.

– Ne gibi?

Eski doğu felsefesi geleneğinde şöyle bir şey söz konusu; tüm alemi beş elementten kabul etmişler: Ateş, hava, toprak, su, metal… Ve insan da bu evrenin bir parçasıysa bizde de bu beş unsur var; ateş, hava, toprak, su, metal. Her bir elemente karşılık gelen bir organımız var. Bu doğu felsefesinin 5000 yıldır anlattığı bir şey. Ateş elementini kalp ve ince bağırsaklarla ilgili olan element olarak kabul ediyor. Peki, ateş elementi neyi temsil ediyor? Ateş, sevgiyle alakalı… Üzüntü, keder akciğere; sevgisizlik kalbe etki eder. Tiroit bezi sorunlarıyla bugün çok karşılaşıyoruz. Bu çakralardan, boğaz çakrasıdır. Kişide boğaz çakrasıyla ilgili bir blokaj varsa, yani kendini ifade edemiyorsa, “Bunu söylersem kimi kırarım, kimi üzerim” diye düşünmekten yutkunuyor, yutkunuyor, yutkunuyorsa ya ses telleriyle ilgili ya da tiroit beziyle ilgili bir problemle karşılaşır.

“Bana göre kanser diye bir hastalık da yok”

– Mesela kanser, titreşim tıbbıyla iyileşebilir bir hastalık mı?

Şimdi bana göre kanser diye bir hastalık da yok aslında. Kanseri homotoksikoloji dediğimiz bir yaklaşımla değerlendiriyorum. Çay bardağını ele alalım; bu bardağın içerisinde doğuştan getirdiğimiz genetik yükü bardağın dibindeki çay olarak düşünün ve bu yaşımıza kadar yaşadığımız gerek zihinsel gerek duygusal gerek spiritüel travmalarımızla bu bardağın damla damla dolduğunu düşünün. Artık kanser olarak tanımladığımız şey toksisitenin en üst düzeyidir. Yapılması gereken şey detokstur, arındırmadır ve bu detoks dediğimiz işlem de sadece fiziksel anlamda o kişiden kanser kitlesinin çıkartılması ya da kemoterapi, radyoterapiyle buradaki kanser hücrelerinin öldürülmesi değildir. Bunlar bunu iyileştirmiyor. Hasta iyileştiğini zannediyor üç ay, beş ay sonra bilemediniz bir ya da iki yıl sonra başka bir yerde bir metastazla yeniden yüz yüze geliyor. Yani kişiyi zihinsel olarak, duygusal olarak arındırmadığınızda iyileştiremiyorsunuz.

– Peki, arındırdığınızda iyileşiyor mu? 

İyileşiyor tabii ki. Her hastaya şunu söylüyorum; hastalıkların iyileşeceği mekanlar hastaneler değil, bizzat sizin kendi bedeninizdir. Hastalık sizin bedeninizde iyileşecek. Modern tıp dışarıdan müdahaleyle kitleyi çıkartalım, radyoterapi yapalım, kemoterapi yapalım der. Ancak aslında şifa denen şey bizim kendi bedenimizdedir. İnsan bu şifa enerjisini açığa çıkarmalıdır.

– Kanser teşhisiyle size gelen kişiler kemoterapi görüyor mu? 

Görenler var ama görmeyenler de var. Hatta bazı kanser türlerinde ben bile tavsiyede bulunuyorum. Kemoterapi yapılmasını veya ameliyat olması gerekliliğini anlatıyorum. Çünkü ben bir hekimim ve bir ayağımı klasik modern tıptan hiçbir zaman kaldırmıyorum. Özetle bu konuda yapılabileceğini düşündüğüm kendi yakınıma da bunu yapardım dediğim ne varsa o şekilde tavsiyede bulunuyorum elbette.

 “Sağlık için sevdiklerinizle beraber yiyip için”

– Yediğimiz içtiğimiz de etkiliyor değil mi sağlığımızı?

Tabii ki biz ne yiyorsak oyuz. Modern yaşam tarzı içerisinde yiyip içtiklerimiz de sağlığımızı bozan en önemli unsurlardan bir tanesi.

– Hayvansal ürünler içinde şu söyleniyor: Hayvanlar kesilirken yaşadıkları dehşeti de etlerine yüklüyorlar bir şekilde. Ve biz o etleri yediğimizde o hayvanların yaşadığı stresten de korkudan da etkileniyoruz. Ne dersiniz?

Şöyle söyleyeyim; bugün modern tavuk üretim çiftliklerinde stres altında yaşayan hayvanın yumurtasını yediğiniz zaman onun frekansını bizzat siz alırsınız. Oradan aldığınız frekans sizi de olumsuz etkileyecektir. Ama bunları iyileştirecek birtakım şeyler de var. Negatif yüklü ya da kötü bir yiyeceği sevdiğiniz insanlarla birlikte tüketiyorsanız buradaki bu etkiyi azaltırsınız. Ya da en güzel en iyi ortamda yetişmiş yiyeceği çok istemediğiniz, kötü enerjisi olan insanlarla bir arada yiyorsanız en sağlıklı bir besin bile olsa size kötü gelebilir. Sağlıklı olmak istiyorsanız enerjinizi düşüren insanlarla değil sevdiğiniz ve birlikte olmaktan keyif aldığınız insanlarla hem fazla zaman geçirin hem onlarla beraber yiyin için. Bizim bağışıklığımızı koruyacak olan, bizi kanserden ve diğer hastalıklardan uzaklaştıracak olan budur.

 “Hastalanınca bedenden detone bir ses yükselir”

– Vücudu akort etmekten bahsediyorsunuz siz. Nasıl yapılıyor bu? Ve neden vücudu akort etmeli?

Senfoni orkestrası dinlerken eğer tüm enstrümanlar bir uyum içerisindeyse biz bundan çok büyük bir keyif alırız ama enstrümanlar arasında bir uyumsuzluk varsa ya da akort bozuksa müzik kulağımızı tırmalar ve deriz ki; buradan detone bir ses yükseliyor. İnsan da hastalandığı zaman bedeninden detone bir ses yükselir. Yapılması gereken şey detone olmasının altında yatan nedenleri tespit etmektir. Sadece fiziksel değil aynı zamanda zihinsel, duygusal ve spiritüel alanda ne sorunlar var bunu tespit etmek gerekir.

– Bu titreşimi yani vücudun akordunu ne bozuyor?

Bunu bozan şeylerden bir tanesi kibirlenmektir. Kötü söz söylemek, başkaları hakkında kötü düşünmek, başkasını affedememek, beddua etmek de akordu bozar. Kitapta da söylüyorum bizim biyolojimizi belirleyen aslında biyografimizdir. Neler yaşıyorsak, travmalarımızın, yaşadıklarımızın hepsi kendini fizik bedenimizde yani biyolojimizde ortaya çıkar. Bu da bütüncül tıp anlayışının bir sonucudur.

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/hastaliklar-hastanelerde-degil/pazar/haberdetay/26.05.2019/2879549/default.htm

Siz de yorumunuzu paylaşın: