İLAÇ ENDÜSTRİSİNİN DÜŞMANI DEĞİL DESTEKÇİSİYİM
Dr. Enver Göncüoğlu’ nun “İlaç mı, davul tozu minare gölgesi mi? başlıklı yazıma gönderdiği cevabı Misafir Yazar köşemde yayınladım. Değerli meslektaşımın yazısında katıldığım ve katılmadığım hususlar var. Bunları sırasıyla şöyle özetleyebilirim:
BİR: “Hangi ilaç davul tozu minare gölgesi değil ki?” diyorsunuz. Bu söz bence de birçok ilaç için geçerlidir.
İKİ: “Yazdığı ilaca plasebo etkiyi de ilave edebilmek hekimliğin sanat kısmıdır” sözünüze de katılıyorum. Daha önce her çeşit ilacı kullanmalarına rağmen hiç iyileşmeyen astımlı hastaların bu ilaçları ben yazdığım zaman hiçbir şeyleri kalmıyor.
Modern tıbbın en büyük yanlışlarından biri, hekimliğin bilim olduğu kadar bir sanat olduğu gerçeğini görmezden gelmesidir.
Zaten pek yakın bir gelecekte doktorlar tamamen devreden çıkacaklar. İnsanlar şikâyetlerini bir bilgisayara yükleyecekler, onun istediği tahlilleri yaptıracaklar ve sonuçta da verdiği reçeteyi kullanacaklar. Doktorların, bu bilgileri bilgisayara yüklemede istihdam edilmelerini sağlamak bile büyük başarı olacaktır.
ÜÇ: İlaçların plasebosunun da piyasaya verilmesi bence çok uçuk bir fikir değil; üzerinde düşünülmesi ve tartışılması çok yararlı olur. Bana göre, gerekli düzenlemeler yapılırsa en azından bazı ilaçlar (ağrı kesiciler, antihistaminikler, antidepresanlar, öksürük şurupları, mide ilaçları… gibi) için çok kısa zamanda bile hayata geçirilebilir.
Bunun “kötüye kullanıma çok açık bir uygulama” olabileceği unutulmamalı ve çok dikkatli olunmalıdır.
DÖRT: “İlaç firmalarının amaçları elbette ilaç satmak olacaktır. “ sözünüz de elbette çok doğru; aksini iddia etmek de mümkün değil.
Bir hekim olarak ne ilaca karşıyım ne de yerli veya yabancı ilaç endüstrisine karşı bir düşmanlık besliyorum. Üstelik senelerce modern tıp okumuş ve binlerce doktora modern tıbbı öğretmiş biriyim. Her gün onlarca hastaya ilaç yazan bir hekim ve bu sayede para kazanan biri olarak ilaca karşı olmam nasıl mümkün olabilir ki zaten?
Bunun için de ilaca karşı olan değil tam tersine ilaca çok saygı duyan bir hekimim.
İlaca değil gereksiz ilaç kullanımına karşıyım.
İlacın sıradan bir ticari tüketim ürünü muamelesi görmesine karşıyım.
İlacın reklâmına ve tanıtımına karşıyım.
İlaç tüketiminin özendirilmesine karşıyım.
İlaç tedavilerinin dayatılmasına karşıyım.
İlaç endüstrisine asla karşı değilim; aksine onların yanındayım, onların en büyük destekçisiyim. Yeni ilaç bulmak, hâlen kullanılanları daha etkili ve daha az zararlı hâle getirmek için daha çok çalışılması, daha çok araştırma ve inceleme yapılması ve daha çok para harcanması gerektiğine de yürekten inanır ve bunu da her zaman her yerde savunurum.
İlaç endüstrisinin varlığını sürdürebilmesi için mutlaka kâr etmesi gerektiğini de bilirim.
Bir ilacın ona yapılan ‘tıbbi harcamalar ve verilen emekler yüzünden’ çok pahalı olması beni hiç rahatsız etmez.
Ancak… Bir ilacın pazarlama masrafları, sponsorluklar, hediyeler, rüşvetler, promosyon ürünleri gibi tıbbi olmayan harcamalar yüzünden pahalı olmasını asla kabul edemem.
İlaç endüstrisinin daha çok ilaç satmak, daha çok kâr etmek için yaptıkları pazarlama oyunlarına, ilaç endüstrisi ile doktorlar arasındaki karşılıklı çıkar ilişkilerine karşıyım.
İlaca değil, ilaç ticaretine hayır.
BEŞ: “Bazı bilim insanları için ilacı kötülemek sayesinde bir rant oluşuyordur, kim bilir?” sözünüze de aynen katılıyorum.
Böyle yapanlar tabii ki olabilir. Bunu tespit ettiğim anda elbette bunları da aynı şekilde tenkit edeceğime şüpheniz olmasın.
İçlerinde doktorlar da bulunan, ot-çöp pazarlaması yapan ve ilaçları kötüleyen şarlatanlar buna iyi bir örnektir.
ALTI: “Bir ilacın en ucuzunu yazmaya teşvik etmekle, sadece yabancı ilaç firmalarına savaş açmış oluyor ve bence hata ediyorsunuz. “ sözünüze katılmam mümkün değil.
Yabancı ilaç firmalarına değil, onların dalaverelerine, dolaplarına, oyunlarına karşı savaşıyorum. Kendimi bazen yel değirmenlerine saldıran Donkişot gibi hissediyorum; ne yanımda olan ne arkamdan gelen var. Üstelik bir Sancho Panza’ m ve Rosinante’ m de yok.
İlaç firmalarının dürüst satışla kârlarında asla gözüm olmadı, olamaz; tam aksine keşke bu şekilde daha çok kazansalar ve bunu daha iyi ilaçlar bulmak için harcasalar. Hepimiz hekim olarak ilaç yazdığımız için para kazanıyoruz ve hepimiz günün birinde ilaca muhtaç olmuyor muyuz? Onlar olmasa ne yapardık?
YEDİ: Muadil ilaç orijinal ilaçla aynı etki ve yan etki özelliklerine sahip olan ilaçtır. Muadil ilaç “dandik” ilaç demek değildir. Elbette dandik ilaca da şiddetle karşıyım. Dandik ilaç üretenler etkili bir şekilde cezalandırılırsa kimse buna cesaret edemez. Bu, doktorların değil ilaçlara eşdeğer ruhsatı veren Sağlık Bakanlığı’ nın görev ve sorumluluğunda olan bir iştir.
Bize düşen dandik olduğunu düşündüğümüz ya da etkisinden veya yan etkilerinden şüphe ettiğimiz tüm ilaçları Sağlık Bakanlığı’ na bildirilmek ve ne olup bittiği de mutlaka takip etmek olmalıdır.
Dandik olduğunu iddia ettiğiniz o ilaçları bir resmi kuruma şikâyet edip etmediğinizi çok merak ediyorum.
İlacın gerçek muadiline tabii ki evet, evet, evet!
SEKİZ: Bio-eşdeğerlilik tabii ki çok önemli bir konu. Bu unvan herkesin kafasına göre değil, tüm dünyanın kabul ettiği standartlara göre verilmelidir. Bunun aksi düşünülemez ki zaten.
DOKUZ: “Kendime ve yakınlarıma reçete etmeyeceğim hiçbir ilacı hastama da yazmayacağım.” diyorsunuz ki, kim aksini söyleyebilir.
ON: “Öte yandan tüm yerli ilaç sanayi ve tüm muadiller dandiktir de denemez.” diyorsunuz.
Ben de yerli ilaç sanayine kesinlikle güveniyorum. Dandik ilaç üreten namussuzları ilaç sanayinden saymıyorum bile. Biz hekimler de dürüst üreticiler de bunların peşinde olmalı ve bunlara fırsat vermemelidir.
Gelelim neticeye
Allah, insanların sağlıklı olmaları için çabalayan, ilacı sadece kâr getiren bir mal olarak görmeyen, insanları aldatmayı akıllarından bile geçirmeyen, dürüst üreticilere güç kuvvet versin; işlerini rast getirsin.
Biz hekimler her zaman onların arkasındayız, destekçisiyiz ve de duacısıyız.
Merhabalar..
Hem ilaçlar olmazsa olmaz diyorsunuz, hem de ilaç firmalarının kar etmelerine karşıyım diyorsunuz.
TANITIM=KAR ETMEK bunun başka bir alternatifi yok.Yeni bir molekül çıktığında bunu nereden öğreneceksiniz? Kaçınız yayınları hergün takip ediyor, hatta kaçınız ingilizce biliyor ve bu yayınları çevirebiliyor?
Doktorlar ve ilaç firmaları karşılıklı anlayış içerisinde çalışmalı ki çalışıyor da…
Muadil ilaç konusunda da fikrimi belirtmek isterim.Ben her iki ilacı da çalıştım.Aynı etken maddeye sahip hem muadil hem orijinal ilacı çalışma şansım oldu.Şunu söyliyebilirim ki ne kendim ne de tanıdığım sevdiğim insanlaraa asla muadil ürün içirmem, hele ki bazı ilaç firmalarının ilaçlarına yazan doktorlara asla muayene bile olmam.Çünkü Türkiye’de 1 tane bile etik çalışan yerli firma yok kimse kusura bakmasın, en büyüğünün neler yaptığını kendi gözlerimle görüyorum..
**Bakın bakalım arabanıza kopya cd taktığınızda çalışıyor mu, tekliyor mu????
Adını saklayan bu kahraman Tıbbi Mümessil ilaç endüstrisindeki çarpıklıkları çok güzel ifade etmiş; fazla söze gerek bırakmamış. Teşekkürler.
Teşekkür ederim Ahmet bey..
Özellikle zaman zaman fikir çatışması yaşasak ta uslubunuzu hiç bozmadığınız için..
İlâç sanayi ve hekimlik et ve tırnak gibi birbirlerinden ayrılmaz iki öğedir.
Günümüzde teknolojinin dev adımlar ile ilerlemesi bu türden istenmeyen bazı istenmeyen sonuçlara neden olabiliyor.
1. Hekim olarak özeleştiri yapacak olursak; özellikle ilâçlar ile yapılan tıbbi araştırmalarda bunu rahatlıkla görebiliyoruz. Birkaç sene önce yayınlanan bir makalede yüz küsur büyük bilimsel çalışma incelendi ve firma destekli olanlarda %46 oranında firmanın istediği , bağımsız başlayıp sonradan firma desteği alanların %30’u firmanın istediği ve geri kalan bağımsız çalışmalarda ise firmaların istedikleri sonuçlar elde edilememiştir. Ülkemizde de bunun nasıl yapıldığını gayet iyi biliyoruz. Parayı aldığında, akşam oturup sabaha bilimsel araştırma icat edenleri de biliyoruz.
2. Günümüzde, kardiyovasküler ve özellikle hipertansiyon için yapılan ilâç etkinlik araştırmalarında yeni moleküller bulunamadığından neredeyse duvara toslanılmış durumdadır.
3. Öte yandan, firmalar yeni bir molekülü konuşmaya başladığında hemen “çakma”sı bazı devletlerde ortaya çıkmaktadır. Artık bu su götürmez gerçeği hepimiz biliyoruz.
4. İlâç firmaları açısından; SANAYİDE “SAĞLIK” SADECE BİR İŞ KOLUDUR. 1997 veya 1998’de İngiltere’de yayınlanan Financial Times gazetesinin orta sayfasında bir ilâç firması tarafından yarım sayfalık ilânı unutmamak gerekir. Hatta dolaşan dedikodulara göre depremden sonra ülkemize gelen Clinton’un çantasında bu dosyanın da olduğu söyleniyordu.
5. Hiçbir ciddi ve sorumluluk sahibi ilâç firması halkın sağlığı ile oynamaz. Romalı Cicero’nun dediği gibi “salus populi est suprema lex” yani halkın sağlığı en üst yasadır.
6. Bizim içimizde olduğu gibi, onların içinde de bazı değişik kişiler olabilir ama, kurunun yanında yaşı da yakmamak gerekir.
7. Şu plasebo konusuna gelince; zaten FDA yakında plaseboya karşı yapılan çalışmaları yasaklıyacaktır. Zira hangi ilâç olursa olsun plasebo’ya karşı çalışıldığında zaten maça 1-0 önde başlayacaktır.
8. Patentli ilâç, jenerik ilâç olarak bakarsak; bu sadece bizim değil tüm dünyanın sorunudur. USA’da, bir haftada körfez savaşında harcanan paranın üç misli bir haftada ilâç ödemelerinde harcandığını düşündüğümüzde olayın boyutlarını daha iyi anlayabiliriz.
9. Ülkemizde ilâç eşdeğerlilik çalışmaları eskiden İsviçre’de yapılırdı ama, bakanlıktaki kurul çok iyi ve tarafsız (!) çalıştığı için hepsi görevden alındı. Şimdilerde galiba bu işler Romanya’da yapılıyor.Yani siz firma olarak ilâcın ham maddesini Hindistan’dan veya Çin’den alıyorsunuz eşdeğerliliğini de diyarı gurbette yaptırıyorsunuz sonra bizimkiler de onaylıyorlar.
10. Siz fabrikanızda AR-GE yapmazsanız, kimyasal üretim bölümünüzde güvenilir bir üretim yapmaz iseniz sonuçta bu şekilde bir eleştiriye maruz kalırsınız.
11. Bu konuda Bakanlık kendi laboratuarlarını kurmadığı ve piyasadan topladığı ürünlerin incelemelerini yapmadığı sürece böyle polemikler ne yazık ki her zaman olacaktır. Sıkıysa, USA’da davul tozu minare gölgesi yap bakalım başına neler gelecek..
12. Ülkemizde günde yaklaşık 3,5 milyon kişinin ilâç kullandığı düşünülürse, yabancıların neden bu kadar büyük bir iştah ile ülkemize geldiklerini daha iyi anlayabiliriz.
13. Bu denli tüketimin olduğu yerde mutlaka birileri halkın sağlığını sömürmeğe çalışıp davul tozu minare gölgesi karışımını ab-ı hayat diye piyasaya sunacaktır.
Onur sahibi hiçbir eczacı ve hekimin bu tür saygısızlığa ve sahtekarlığa gideceğini tahmin edemiyorum.
Yapanlar da eninde sonunda cezalarını çekiyorlar. Yeter ki yaptıkları sahtekarlık yüzünden birileri canından olmasın.
Unutmayalım ki, hekimlik temeli bilim olan bir güzel sanattır.
Hekimliğin bilimden çok bir sanat ve yetenek sorunu olduğu daha iyi anlaşılıyor. Nasıl ki Atatürk ” Herkes vali, kaymakam, millet vekili v,s. olur ama sanatçı olamaz” demişse hekimlik için de bu kural geçerli.Tıbbın bilimsel yönünü geliştirenler ise laboratuarlar ve onların bağlı olduğu ilâç üreticileridir.
Aslında yabancı sermaye için yeni yeni Türkiye pazarı önemliolmaya başladı..Çin ve Amerika gibi devasa pazarlar varken Türkiye çok fazla yer kaplamıyor ancak son senelerdeki büyüme trendi yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmektekdir. Bunun da kötü olduğunu düşünmüyorum 100 tane yerli jenerik firmanın pazarda olmasındansa 1 tane yeni molekül getirecek yabancı firmayı tercih ederim…
BİTKİLERİN KEŞFİ
25 Ocak 2011 Salı, 11:03 tarihinde Kanser Hikayeleri Kanser Oldum tarafından eklendi
Bitkilerin gücü yeni keşfedilmedi. Ancak gelişen kimya ve işleme teknolojileri ile bitkilerin güç ve kombinasyon oranları yeni bir keşif boyutundadır.
Dünya da insanların tedavi maksatlı kullanabildiği binlerce bitki, yöntem ve farklı yaklaşımlar vardır. İnsanlık tarihi kendi yaşam süresincinde kendi hastalıklarını doğadan tedavi edebilme yollarını binlerce yıllık süreç içerisinde deneme yanılma yöntemi ile geliştirmiştir. Bu yöntem de aslında bugün de hala kimya ve pratik uygulamalarda geçerliliğini sürdürmektedir.
Dünyada bitkisel çeşitlilik ve dağılım coğrafi özelliklere, hava ve iklim şartlarına göre serpiştirilmiş gibidir. Her şey her yerde yetişmemektedir. Bu çeşitlilik ve zenginlik birkaç yüzyıl öncesine kadar bilinmiyordu. Kıtaların keşfi ve ipek yolu gibi birçok gelişme dünyanın bitkisel bir armoni olmasının kapılarını açmıştır. Uzak doğudan batıya açılan baharat yolu zamanla Avrupa da gelişen kimyanın katkıları ile BİTKİSEL İLAÇ kavramını daha da öne çıkararak derin araştırmaların öncülüğünü yapmıştır. Aspirin ve penisilin gibi bir çok önemli ilaç bu yöntemler ile bulunmuş ve geliştirilmiştir.
Yaşadığımız gezegende üç önemli gerçek vardır. Hava, su ve toprak. Bunların dışındaki her şey bu gerçeklerden meydana gelmektedir. Adına canlı dediğimiz hiçbir şey bu üç gerçek var olmadan var olamaz. İnsanlar bugün itibarıyla kullandıkları her şeyin ama her şeyin durup düşündüklerinde topraktan bir şekilde çıkış yaptığını fark edecekler. Yani üzerimizdeki elbiseden, bindiğimiz arabaya, cep telefonumuzdan, soframıza varana kadar her şeye dikkatli bakın o zaman toprak gerçeğini daha iyi fark edeceksiniz. Ve bu gerçek içerisindeki en önemli ayrıntının BİTKİSEL DÜNYA olduğunu göreceksiniz. Yani özümüzü… Bir de şu açıdan bakabilmek lazım dünya için biz mi önemliyiz, bitkisel döngü. Omu bize muhtaç yoksa biz mi ona…..
Biz olmadan dünya da her şey yaşamını sürdürür. Belki daha iyi sürdürür. Peki bu gezegenden bitkiselliği kaldırdığımızı düşünürseniz, biz yaşayabilir miyiz? Doğal döngüyü biraz bozduğumuz da bile dünya da ne gibi felaketlere yol açabileceğimizi görüyoruz.
Bu gezegende arıları, karıncaları ya da kuşları kaybedersek dünyanın sonuna hazırlanmış oluruz denildiğinde oturup düşünülmesi gerekiyor. Nelere zarar verdiğimizin farkında bile olmadan yaşayan ve yaşadığı dünyayı içinde bulunan binlerce masum canlıyı felakete sürükleyen ve üstelik bu gezegende en akıllı tür olduğunu söyleyen bir topluluğuz. İnsanlık bir gün bir ağacın bile ne kadar önemli olduğunu fark ettiğinde çok geç kalmış olacaktır.
İnsanlığı yok etmek için insan yeterli.
Yok olmakta var olmakta zekamızı ve duygularımızı nasıl kullandığımıza bağlı. Kainattaki her şeyin insanoğlu için yaratıldığını düşünelim ve kıymetini bilelim. Bir basit çiçek gibi görünen mükemmelliğin bize sağlayabileceği faydaları unutmayalım.
Tüm insanlık bilmeli ki doktorlar, bilim adamları, medya, onkologlar, bitki bilimcileri, bitki gerçeğini savunanlar ya da bitkiyi yerden yere vuranlar yok sayanlar, ön yargılılar, rantçılar ya da fırsatçılar kısaca herkes bilmeli ki sizi yaşatanda, konuşturanda bitkidir. Yani sizden, bizden önce var olan, bizden sonrada mutlak varlığını sürdürecek olan o dev kudret BİTKİ dir.
Bitkilerin gücü yeni keşfedilmedi. Ancak gelişen kimya ve işleme teknolojileri ile bitkilerin güç ve kombinasyon oranları yeni bir keşif boyutundadır.
Dünya da insanların tedavi maksatlı kullanabildiği binlerce bitki, yöntem ve farklı yaklaşımlar vardır. İnsanlık tarihi kendi yaşam süresincinde kendi hastalıklarını doğadan tedavi edebilme yollarını binlerce yıllık süreç içerisinde deneme yanılma yöntemi ile geliştirmiştir. Bu yöntem de aslında bugün de hala kimya ve pratik uygulamalarda geçerliliğini sürdürmektedir.
Dünyada bitkisel çeşitlilik ve dağılım coğrafi özelliklere, hava ve iklim şartlarına göre serpiştirilmiş gibidir. Her şey her yerde yetişmemektedir. Bu çeşitlilik ve zenginlik birkaç yüzyıl öncesine kadar bilinmiyordu. Kıtaların keşfi ve ipek yolu gibi birçok gelişme dünyanın bitkisel bir armoni olmasının kapılarını açmıştır. Uzak doğudan batıya açılan baharat yolu zamanla Avrupa da gelişen kimyanın katkıları ile BİTKİSEL İLAÇ kavramını daha da öne çıkararak derin araştırmaların öncülüğünü yapmıştır. Aspirin ve penisilin gibi bir çok önemli ilaç bu yöntemler ile bulunmuş ve geliştirilmiştir.
Yaşadığımız gezegende üç önemli gerçek vardır. Hava, su ve toprak. Bunların dışındaki her şey bu gerçeklerden meydana gelmektedir. Adına canlı dediğimiz hiçbir şey bu üç gerçek var olmadan var olamaz. İnsanlar bugün itibarıyla kullandıkları her şeyin ama her şeyin durup düşündüklerinde topraktan bir şekilde çıkış yaptığını fark edecekler. Yani üzerimizdeki elbiseden, bindiğimiz arabaya, cep telefonumuzdan, soframıza varana kadar her şeye dikkatli bakın o zaman toprak gerçeğini daha iyi fark edeceksiniz. Ve bu gerçek içerisindeki en önemli ayrıntının BİTKİSEL DÜNYA olduğunu göreceksiniz. Yani özümüzü… Bir de şu açıdan bakabilmek lazım dünya için biz mi önemliyiz, bitkisel döngü. Omu bize muhtaç yoksa biz mi ona…..
Biz olmadan dünya da her şey yaşamını sürdürür. Belki daha iyi sürdürür. Peki bu gezegenden bitkiselliği kaldırdığımızı düşünürseniz, biz yaşayabilir miyiz? Doğal döngüyü biraz bozduğumuz da bile dünya da ne gibi felaketlere yol açabileceğimizi görüyoruz.
Bu gezegende arıları, karıncaları ya da kuşları kaybedersek dünyanın sonuna hazırlanmış oluruz denildiğinde oturup düşünülmesi gerekiyor. Nelere zarar verdiğimizin farkında bile olmadan yaşayan ve yaşadığı dünyayı içinde bulunan binlerce masum canlıyı felakete sürükleyen ve üstelik bu gezegende en akıllı tür olduğunu söyleyen bir topluluğuz. İnsanlık bir gün bir ağacın bile ne kadar önemli olduğunu fark ettiğinde çok geç kalmış olacaktır.
İnsanlığı yok etmek için insan yeterli.
Yok olmakta var olmakta zekamızı ve duygularımızı nasıl kullandığımıza bağlı. Kainattaki her şeyin insanoğlu için yaratıldığını düşünelim ve kıymetini bilelim. Bir basit çiçek gibi görünen mükemmelliğin bize sağlayabileceği faydaları unutmayalım.
Tüm insanlık bilmeli ki doktorlar, bilim adamları, medya, onkologlar, bitki bilimcileri, bitki gerçeğini savunanlar ya da bitkiyi yerden yere vuranlar yok sayanlar, ön yargılılar, rantçılar ya da fırsatçılar kısaca herkes bilmeli ki sizi yaşatanda, konuşturanda bitkidir. Yani sizden, bizden önce var olan, bizden sonrada mutlak varlığını sürdürecek olan o dev kudret BİTKİ dir.
Doktorların yerini bilgisayarların almasının iyi tarafları da olabilir. Örneğin: Hastalar ve hasta yakınları iyileşmedikleri zaman artık doktor yerine bilgisayarları döverler.