ABDÜLHAK ŞİNASİ HİSAR’ IN TİTİZLİĞİ YA DA MİKROP KORKUSU

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Hürriyet’ te Doğan Hızlan‘ ın yazısı:

Virüs çıktığından bu yana belki karşılaştığımız –pardon telefonda konuştuğumuz– her dosta bir süre sonra bakın ne soracağız?

Günde kaç kere el yıkıyorsun, hangi dezenfektanları kullanıyorsun?

Temizliğin de saplantısı var, benim bir arkadaşım bırakın el yıkamayı günde dört ile beş kere duşa girerdi.

Bir gün Abdülhak Şinasi Hisar’la Yaşar Nabi Nayır, bir taksiye binmişler,  şoför hareket ettikten sonra, müsaadenizle bir yere uğrayacağım beş-on dakika demiş. Tabii demişler. Şoför, bagajda manavdan aldığım sebze, meyveler var onları yolumuzun üzerinde bir yere bırakayım devam ederiz demiş.

Bunu duyan Abdülhak Şinasi Hisar hemen arabayı durdurmuş, apar topar inmişler.

Yaşar Nabi Nayır sebebini sormuş. Abdülhak Şinasi, sebze ve meyvelerden böcekler oradan çıkıp vücudumuzu sarar, onun için dur dedim diye açıklamış. 

Boğaziçi Mehtapları > Abdülhak Şinasi Hisar > Sebil Yayınevi ... Fahim Bey ve Biz Abdülhak Şinasi Hisar Bütün Eserleri: 1 ...

Bütün televizyonlarda dezenfektan reklamlarından geçilmiyor.   

Kolonya yeniden hayatımıza girdi. Bizim evden eksik olmazdı. Anneannem ziyarete gelince sarılıp öpmek isteyenlere nezleyim, bugün çok sarmısak yedim –ki ağzına koymazdı– der yine de bu hamleyi önleyemezdi.

Öpüş gerçekleştikten sonra, hemen misafirlere kolonya ikram edin der ve kendi de kolonya sürerdi.

Virüsten önce kolonya, hasta ziyaretlerinin armağanı sayılırdı. Bir şişe kolonya al, bir de çiçek yaptır git derlerdi.

Kolonyanın tarihine değinelim.

Bilinen tarihe göre kolonya ilk kez 1690 yılında Almanya’nın Köln şehrinde Jean Paul Feminis tarafından bulunmuş.

Bizde kolonyayı ilk yapan da Ahmet Faruki imiş.

Bir aile, bir papazın verdiği kitaptan kolonya yapmayı öğrenmiş. Napolyon, Köln’ü işgal ettiğinde bu kolonyayı çok sevmiş, kullanmaya başlamış.

Formülü öğrenmek istemiş ama aile formülü vermemiş, üstelik sırrı da 200 yıl saklamışlar.

Napolyon, Köln’ün bütün binalarını numaralamış, kolonya imal edilen binanın numarası da 4711 imiş.

Önümde şişesi duran kolonyanın üstünde bakın ne yazıyor:

“Echt Kolnisch Wasser

No. 4711

Original Eau de Cologne”

Yani Türkçesi: ‘Köln Suyu’.

Kolonyanın diğerlerinden farkı neymiş.

İlk 30 saniye, hiçbirinde olmayan ferahlatıcı bir özelliği varmış.

Şimdi bizim de kolonya yapan birçok firmamız var.

Rebul’ün Levanda’sı ailemizin kokusuydu.

Şimdi başka çeşitleri de var:

Rebul Ice

Ardıç

Yağmur Ormanları…

*

KOKULARLA ilgilenir misiniz?

Çoğu kişinin, kadın-erkek kullandığı kokular (parfümler) vardır.

Parfümlerin de modası vardır, tıraş sonrası sürülenlerin de. Bir zamanlar tütün kokusu sıkça duyulurdu, bir zaman da çam.

Bu konuda bilgi almak isterseniz Vedat Ozan’ın kokular üzerine yazdığı kitapları salık veririm. Atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor.

Genel geçer bilgi koku denilince sadece burnumuz aklımıza gelir, oysa damağımızın rolünü unutmayalım. Yemeği önce koklarız.

Batı’da ömründe kolonya sürmeyen kişiler varmış. Şimdi nasıldır bilemiyorum.

Parfüm dünyasında hammadde alımı için harcanan para 25 milyar doları geçiyormuş.

İki kalıcı kokudan söz etti, Karalama Defteri programında: Vanilya ve karamel.

Pastane önlerinden geçerken eskiden mutfaktan gelen vanilya kokusunun çağrısına dayanamazdım.

Gayritabii olan neymiş: Aromalar.

Mürekkep kokusunu sever misiniz? Her rengin kokusu başkadır.

Kurşunkalemi kalemtıraşta açarsanız, benim gibi sedir ağacının kokusunu seversiniz.

Acının da ölçeği varmış, derecenizi ölçebilirsiniz.

Kokuların içinde en tehlikelisi güzelavratotu imiş (Atropa Bella Dona).

Tarık Dursun K.’nın Güzel Avrat Otu adlı öyküler toplamı Türk Dil Kurumu Ödülü’nü almıştı.

Eski yıllarda eşlerinden memnun olmayan hanımlar, akşam yemeklerinde eşlerinin tabaklarına bu ottan koyarlarmış, zamanla etkisini gösterir, eşleri ölürmüş. Yalnız bunu veren hanımlar, sona yakın üzüntülerini bildirirlermiş.

O yüzden de bir zamanlar güzelavratotu dulları çoğalınca, mesele anlaşılmış.

Kokunun kötülüğü de var.

Marie Antoinette, Paris’e dönerken arabasının kapısını açanlar, onu kokusundan tanımışlar, derler ki o kokuyu sürmeseydi, belki de giyotine gitmezdi.

*

YAZIMI bitirdikten sonra, 4711’imi açıp sürdüm biraz. Napolyon gibi bütün vücuduma değil ama ellerimle yetindim.

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/dogan-hizlan/abdulhak-sinasi-hisarin-titizligi-ya-da-mikrop-korkusu-41504680

 

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. Yeni nesil ne yazık ki bu edebiyatçılarımızın adını bile duymamıştır.

Siz de yorumunuzu paylaşın: