ÜLKER’ DEN ANLAYANLARA BÜYÜK DERS!
Yıldız Holding, geçtiğimiz günlerde Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi’ nde başında Prof. Dr. Hotamışlıgil’ in bulunduğu merkeze 24 milyon $ bağışladı.
Şelale Kadak’ ın Sabah gazetesindeki “Bağış ABD’ ye değil bize yapıldı” başlıklı yazısında bağışın neden ülkemizde bir araştırma kurumuna verilmediğini Ali Ülker şu sözlerle ifade ediyor (1):
“Bilimsel araştırmalar için daha liberal ve serbest bir ortam gerekiyor. Her hangi bir yere bağlı olmamalı. Türkiye’de yükseköğrenim bilimsel araştırmaları desteklenmiyor. Laboratuvarlar yeterli değil ve bu kültürde yetişmiş öğrenciler az. Tüm insanlığın sağlığı için bu laboratuvarda bir Türk profesör araştırmalar yapacak. O nedenle Harvard’ı seçtik. Burada örnek bir uygulama oluşturmak ve sonra bunu Türkiye’ye taşımak istiyoruz“.
Bu sözlerden ders almak lâzım
Bu sözlere hiçbir tepki vermeyen “üniversitelerimizin ve bilim adamlarımızın” alacağı çok önemli dersler var.
Ülker, 24 milyon $’ ı ülkemizde bir kuruluşa bağışlamamakta bence de son derecede haklı çünkü her zaman dile getirdiğim gibi bizde maalesef “bilimsel araştırma yapılmıyor”.
İş bununla kalsa gene iyi; esas “acı gerçek” öğretim üyelerinin kendilerini “bilim adamı” yaptıklarını ise “bilimsel araştırma” sanmaları!
24 milyon $ bizde hebâ olup giderdi.
Bilim adamı kime denir?
Bir üniversitede çalışmak, bilim öğretmek, hatta bilimsel yöntemleri kullanarak araştırmalar yapmak bilim adamı olmak için yeterli değildir.
Gerçek bir bilim adamı olabilmek için ille de “bilim üretmek” gerekir.
Buna göre de ülkemizde belki başka bilim dallarında olabilir ama tıp alanında bilim adamı olması bence pek mümkün değildir.
Çünkü bilim adamı deyince asıl anlaşılması gereken kendini bilime vakfetmiş, sabahtan akşama kadar bilimle uğraşan; bilimden başka hiçbir şey düşünmeyen; bu alanda kaynak gösterilen araştırmaları, icatları, keşifleri olan kişileri anlamak gerekir.
Bunların işleri güçleri gerçekten ve sadece araştırma yapmak ve bilim üretmektir.
Evet, “tıp bilim adamları” hasta bakmaz, nöbet tutmaz, muayenehaneye veya özel hastaneye gitmez, öğrencilere pratik yaptırmaz veya ders anlatmaz, idari işlere de karışmazlar.
Ülkenin veya dünyanın sağlık sorunları da onların esas ilgi alanında değildir.
Emirlerinde özel araştırma laboratuarları, elemanları ve çoğu zaman da geniş maddi imkânlar vardır.
Araştırmaları daima belirli bir konudadır ve belirli yöntemlerle yapılır.
Mesela sadece hücrelerle veya sadece genlerle veya sadece belirli bir hastalıkla ilgilidirler ve bunlar laboratuar şartlarında veya hayvanlar ya da insanlar üzerinde olabilir.
Bunlar birbirini izleyen araştırmalardır; birinden alınan sonuca göre yeni araştırmalar düzenlenir ve araştırmalar böylece zincirleme olarak uzayıp gider.
Bu araştırmalar sonucunda o güne kadar bilinmeyen bir şey ortaya çıkabileceği gibi doğru bilinen bir şeyin yanlış olduğu da gösterilmiş olabilir veya hiçbir şey de çıkmayabilir ama bu araştırmalardan biri eksik olduğunda bilim dünyasında bir boşluk olur.
Ben bir bilim adamı değilim
Mesela ben “emekli bir profesörüm”; tıp fakültesi göğüs hastalıkları bölümünde 30 seneye yakın bir süre çeşitli unvanlarla öğretim üyeliği yaptım, hasta baktım.
Benden medyada zaman zaman bilim adamı olarak söz edilse de işte açıkça söylüyorum: “Ben bir bilim adamı değilim”.
Bizim tıp fakültelerindeki profesörlerin, doçentlerin neredeyse hiçbiri de bilim adamı değildir; bunlar da tıpkı benim gibi tıbbın belli bir alanında bilgi ve tecrübeye sahip olan, bu birikimlerini başkalarına öğreten ve hastalar üzerinde uygulayan kişilerdir.
Bu kişilerin bilimsel yöntemleri kullanarak araştırmalar yapıyor olmaları da bunların bilim adamı olduğunu göstermez.
Doçentlik, profesörlük akademik unvanlardır.
Bunun için önce bir tıp fakültesinde bir bilim dalında asistan olmak, belirli bir süre çalışıp uzman unvanını almak ve daha sonra da belirli “prosedürleri” yani işlemleri yerine getirmek gerekir.
Bunlar tamamlanınca yardımcı doçent, doçent ve profesör olunur.
Bunlar atla-deve değildir; bir yolunu bulup üniversiteye girmiş olan hemen herkesin başarabileceği şeylerdir.
Profesör mutlaka konusunu en iyi bilen veya tıbbi bir girişimi, bir ameliyatı en iyi yapan değil, belirli prosedürleri yerine getirmiş olan bir kişidir.
Profesörlük kısaca bir prosedür yerine getirme işidir; çok da başka bir şey değildir.
Gelelim neticeye
Ciddi bir üniversite reformuna ihtiyacımız olduğu acı gerçeğini yüzümüze vuran Ali Ülker’ e teşekkürler.
İnşallah ilgililer gereken dersi alırlar.
Kaynak:
1. http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/10/06/misafir-yazar/bagis-abd-ye-degil-bize-yapildi/
Yapmayın şu kartellere yol vermeyin
Keşke onlarda en az sizin kadar ADAM olabilse
Sn. Hocam,
Nişasta Bazlı Şekeri’ de sanırım Ülker Grubu üretiyordu. Bu konuda da yapılmış bir araştırmaları veya destekledikleri bir proje var mıdır?
Kanser hastalığının yayılmasında bütün unlu mamul ve bir çok gıda ürününde tatlandırıcı olarak kullanılan ve memlekette şeker pancarı ekiminin kökünü kazıyan bu ürünün etkisi araştırılıyor mu?Düşünceleriniz nelerdir?
Bu Ülker güzellemesine itiraz -aforoz edilme tehlikesini de göze alarak- hakkım var mı?
Ben var kabul ediyorum=
1-Ülkede bilim yapılamamasının temel sebepleri tamamen siyasidir.Rektör seçim manipülasyonları vs.
2- TÜBİTAK,Adli Tıp gibi kamu kurumları doğal mera alanlarına haline dönüşmüşdurumdadır.Yayılma, otlama serbest.Düşünmek üretmek mekruh.
3- ÜLKER’in kendisine gelince=CArgill’in açtığı yoldan 70 milyon dolarlık ilk NBŞ (Mısır şurubu/Glikoz şurubu=HFCS) fabrikasını açtı..Ardıl yatırımlarla muhtemelen 200 milyon doları bulmuştur..Hep ne için? Vatana millete hizmet, he mi?
4- ABD&AB’de HFCS kotası sürüklü DÜŞÜRÜLÜRKEN -neden acaba?PANKREAS kanseri mi? TÖVBE TÖVBE!!- bizde devamlı ARTTIRILIYOR & ve zaten kotayı denetleyen de yok.
5- Şeker pancarı üreticisi çiftçiye ÜRETİMİ BIRAK baskısı mı yapılıyor? Hurafe, tevatür canım…
ÖYLE BİŞİ OLSAYDI Sayın KÜÇÜKUSTA muhakkak söyler(miy)di
solcu bi herifin boş çerçevesine de 300 bin dolar vererek “destek” olan bu ülkerin başındaki herifti değil mi.? BOŞVERİN MAVALLARI, KİMİ DESTEKLEYECEĞİNİ İYİ BİLİR O ARKADAŞ…….