Gülben Ergen, Dr. Ayşegül Çoruhlu ile buluştu. Çoruhlu, yeme içme konusunda yaptığımız en büyük yanlışları, zararlı gıdaları ve yapılması gerekenleri anlattı.
Hem, sağlıklı olup hem de güzel ve zayıf olmanın püf noktalarını sordum Dr. Ayşegül Çoruhlu’ya bu hafta…
İstanbul Tıp Fakültesi mezunu, biyokimya uzmanı, araştıran, bilinçli bir uzman Ayşegül Hanım. Cevaplarını not edeceğiniz sağlıklı bir çarşamba sohbeti bizden size…
◊ “Geleceğin tıbbı sadece hasarı baştan engelleme üzerine olacak” diyorsunuz. Hasar konusunda insanlar en çok hangi konularda yanlış yapıyor?
– Geçen sene ve bu sene Nobel ödülünü alan iki çalışma var. Geçen yılki çalışmada vücudun biyoritminin çok önemli olduğu ortaya çıkmıştı. Bu yıl da aynı şekilde. Mesela gece saatlerinde yara iyileşmesi de, vücudun metabolizması da farklı olabiliyor. Biz dünyanın biyoritmine, yani gece ve gündüze bağlıyız. O ritme uymamanın ne kadar problem olduğu giderek ortaya çıkıyor. Mesela akşam yediğin yemek, gündüz yediğinden yüzde 25 daha fazla kaloriye dönüşüyor.
Çünkü vücut biyoritim, iç saat olarak sana diyor ki, “Bu bizim iç saatimiz, kronobiyoloji. Güneş battıktan sonra tamire geçme durumundayım. Mide durmalı, karaciğer tamir moduna geçmeli”. Akşamüzeri 5’ten sonra yemek yediğinde ve gece 11’den de geç yattığında günü geriye sarıyorsun. Diyelim ki moralin bozuldu, gündüz zararlı şeyler yedin. Sadece akşam yemeyerek ve erken yatarak o günü yarısının çöpünü geriye sarabiliyorsun. İyileşmek tamamen gece olan bir şey. Nobel ödülü alan çalışmalarda da, gece açlığının vücudu yenilediği, vücudun biyoritimle çalıştığı ve uyku saatinin bizim için çok önemli olduğu ortaya çıktı.
◊ Saat kaçta uyumak gerek?
– Gece 11’i geçirdiğinizde melatonin dediğimiz hormon salgılanmıyor. Ve melatonin salgısı azalınca meme kanseri riski artıyor. Mesela görme engelliler meme kanseri olmuyorlar. Çünkü hep karanlıktalar ve ışık problemleri yok. Yani melatonin çok mühim bir şey. Cep telefonunun, evdeki lambaların ve bilgisayarların ışıkları da bizim ışığımızı bozuyor. Beslenme de mesela ışık almaktır.
◊ Nasıl yani?
– Mesela tavuk çiftlerinde gece de ışıklar açık olduğunda, tavuklar gündüz zannedip günde 3 kez yumurtluyor. Işıkla birlikte tavuğun endokrin sistemi bozuluyor. İşte bizimki de böyle bozuluyor. 40 yaş üzerinde bu durum daha zor anlaşılıyor. Kronik yorgunluk diye düşünülüyor çünkü. Ama yeni jenerasyon çocukların dikkat dağınıkları, alerji, kilo almalarının kolaylığı bile ışıkla alakalı. Çünkü biyoritimlerini bozuyor. Organik, çiğ, alkali beslenme gibi lafların altındaki iyi sınıfa baktığınızda bitkileri görüyorsunuz. Kimse size “brokoliyi kavur da öyle ye” demiyor. Haşlanması ya da çiğ tüketilmesi öneriliyor. Çünkü bitkiler aslında güneşin ışığını alıp içlerine koyuyorlar. Hayvansal gıda yediğin zaman da dolaylı ışık almış oluyorsun.
Beslenmede hayvansal gıdaların makul olması lazım. Bitkisel beslenme denildiğinde her gün salataya çatal saplayan kadınlar akla geliyor ama öyle değil. Baklagiller, kuruyemişler, tohumlar gibi birçok farklı çeşit var. Mesela tohumlar çok kıymetli. Adı üzerinde tohum, onu toprağa koyunca bitki çıkıyor. Düşünün, onun içerisindeki bilgi ne kadar çok. Tohumla doğanın bilgisini içine alıyorsun.
◊ Bahsettiklerinizden yola çıkarsak vejetaryenlik midir doğru beslenme şekli?
– Vejetaryenlik de şöyle bir suistimale uğruyor; bitki olunca her şey serbest ya, o zaman pişirip pişirmeme konusu devreye girmiyor. Unların hepsi devreye giriyor. Çalışma şekli, büyük şehir, büyük binalar… Bunların hepsi insan hayatını etkiliyor. İnsanın kendine yaptığı ilk kötü şey ayakkabı giyerek doğa ile teması kesmesi. Bir binanın içindesin, ayakkabı giyiyorsun. Bu evdeki kedi için de geçerli. Onun da doğasını kesiyorsun, hazır mama veriyorsun. Beslenmedeki mantık aslında böyle bir şey.
Beslenme karnını doyurmak mı hücreni doyurmak mı? Bu soruyu sormak lazım. Hücren için bir şey yapacaksın. Biyolojik bir canlısın ve biyolojine yakıt alıyorsun.
◊ Nefsimizi nasıl yok sayacağız?
– Bu öğretiyle alakalı bir durum. Pasta ya da kekin tadı sana uyarıldığı için sen onu nefis olarak doğru bir şey zannediyorsun.
◊ Olmazsa olmaz 5 maddeniz nelerdir?
– Mutsuz ve stresli hissetmemeyi koyarım ben başa. İkincisi nefes. Her zaman burnun açık olacak, nefes alacaksın. Üçüncüsü su. Dördüncüsü güneş, beşincisi de bitkiler.
◊ Bilinçli nefes almaktan bahsediyorsunuz değil mi?
– Nefesi ne azaltır? Sigara, burundaki deviasyon, panik atak, sürekli kapalı yerde kalmak, yürüyüş yapmamak oksijeni azaltıyor. Hayat temelde oksijenle dönüyor.
Bunlar büyük balıkta önemsiz gibi görünen ama önemli olan kısımlar. Hiçbir zaman çok alkol kullanan biri olmak istemem çünkü alkol tamamen çöp bana göre. Mesela bir tarafta pasta olsun diğer tarafta da hurma ve ceviz. Hurma ve ceviz sağlıklı olan ve onu yerken abartmaktan kaçınmam. Hiçbir zaman miktarı azalmayacak tek şey bitkilerdir. Bunun dışında yağ çok mühimdir.
Mesela yağ olmadığı zaman cilt ve saç parlamıyor. İyi yağlardan bahsediyorum tabii. Zeytinyağı, tereyağı, hindistancevizi yağı, çörek otu yağı gibi… Yağ işi eskiden kalori hesabı yüzünden çok ihmal edilmişti. Ama artık gündemden kalktı bu durum. Zaten yanlıştı da. Beynin neredeyse yüzde 70’i, cildin üzeri ve organlar yağ. Bu hücreler aslında yağları ve bitkileri çok daha iyi enerji olarak kullanabiliyorlar. Asit, çöp ya da serbest radikal dediğimiz şeyin çıkmadığı kaynak iyi yağlar ve bitkilerdir. Ama karbonhidrat, kötü yağlar tam tersi çöptür.
◊ Diyelim ki börek yedik. O da mı çöp?
– Börekte karbonlar, kötü yağlar vardır ve kalori aldırır. Onu aldığında sana bir enerji verir, adı da ATP’dir. Fakat o ATP’nin enerjisini yaktığınızda egzozdan çıkan simsiyah dumanı düşünün. Vücudunuzda da böyle kötü bir etki yapar. Mesela çok hayvansal gıda yiyorsun, az su içiyorsun, sebze yemiyorsun ve kabız oluyorsun. Yani çöp birikiyor ve atamıyorsun. Ama bitkiler bu egzozu temizleyicidir.
Yaşlanınca neden cilt lekeleri oluyor? Çünkü yaşlılıkta birikmiş çöpü temizleyecek kapasite azalır. Ciltteki lekeyi normalde temizleyen temizlikçiler, antioksidan kapasitenin azalması, burada lekenin kalmasına neden oluyor. Güçleri azalıyor ve yükleri artıyor. Daha çok antioksidan ve alkali sınıfına giren besin vereceksin ki renkleri açılsın.
◊ Besinlerin renklerine göre antioksidan kapasiteleri değişiyor mu?
– Evet. Mor ve kırmızı meyve-sebzelerde değişiyor özellikle. Mor renkte olanlar daha faydalıdır. Bir fizik mühendisi şunu söyler: “Mor ışığın dalga boyu o kadar titreşimlidir ki daha çok enerji tutar içinde. Yani mor, güneş ışığını daha çok tutar”. Demek ki mor sebze ve meyvelerde daha çok güneş ışığı var.
HIZLI YEMEK ÇOK BÜYÜK BİR SORUN
◊ Sağlıklı bir cilt için ne yapmalı? Genetik yatkınlık ne kadar önemli?
– Genetik durum çok da önemli değil aslında. Herkesin bir potansiyeli var. İşlenmiş yiyecekler bağırsaklara zarar verir. Örneğin önceden kabızlık sorunu çekmeyen ama sonradan kabız olan, alerji sorunu yaşamaya başlayan birçok insan oluyor. İşlenmiş yiyecek hikayesi o kadar ilerledi ki artık herkesin bir bağırsak sorunu var. Demek ki hücreler eskiye göre daha hızlı bozuluyor. Bir de çok hızlı yemek yiyoruz. Bu çok büyük bir problem. Lokmaları sayarak yemek lazım.
Çiğneme mideyi de sindirime hazırlıyor. Çiğneyemediğinizde mideniz de yeterince sindirmediğinde bu görev pankreasa kalıyor. Pankreasın enzim vermesi lazım ama o sırada şekerle, insülinle uğraşıyor. Sadece çok çiğnemekle bile şeker hastalığında gerileme kaydedersin. Çünkü pankreası enzimle daha az uğraşır ve insülin işine bakar.
BESLENME İLE HASTALIK AYRILMAMALI
◊ Toplum olarak beslenme konusunda en çok yanlışı nelerde yapıyoruz?
– Konunun büyük resimdeki önemini umursamamakla yapıyoruz. İnsanlarda “bana bir şey olmaz” düşüncesi var maalesef. Beslenme ile her şeyi ayırıyoruz. Örneğin, beslenme ile hastalık ayrılmamalı. Hastalar hep rahatsızlandıklarında geliyorlar. Hasta olmadan doktora gitmek gerekiyor. Kimse bir anda kanser olmuyor. İnsanlar her türlü rahatsızlıkta illa bir darbe yedikten sonra kendine geliyor. Darbe yemeden farkında olmak gerek.
CiLT iÇiN KEMiK SUYU
◊ Asla yemeyin ya da mutlaka tüketin dediğiniz gıdalar neler? Mesela sakatatı öneriyor musunuz?
– Az önce saydığım ve onlara ek olarak kızarmış, yanmış gıdaları önermiyorum. Sakatatı yemeyin demem. Kelle paça çorbası faydalıdır. Mesela kemik suyu da cilt için çok önemlidir.
AKŞAM YEMEK YEMEDİĞİNİZDE KİLONUZU DAHA KOLAY KORURSUNUZ
◊ Dünyada raw food (çiğ beslenme) akımı var. Ne düşünüyorsunuz?
– Mesela sabah ve öğle biraz daha makul yersen, lor, karabuğday ekmeği, baklagil ya da balık gibi yiyecekler tüketirsen, akşam da çiğ beslenerek bunu destekleyebilirsin. Birçok öğretide “Akşam çiğ yeme çünkü sindiremezsin” der. Ama benim akşam yemeği saatim akşamüzeri 5 olduğu için bunu söyleyebiliyorum.
◊ Akşamüzeri 5’ten sonra hiçbir şey yemiyor musunuz?
– Eğer bir davet yoksa yemiyorum. Akşam yemeyerek kiloyu korumak çok kolay. İki yanlış günü bir akşam toparlıyor.
Çok kilolu olan biri gerçekten kalorisini azaltarak kilo verince sarkıyor. Ama gündüz normal yiyip akşam yemediğinde içine çekerek zayıflıyor. Çünkü gece biyoritim tamir ediyor ve cildi sıkıştırıyor. Sarkmıyorsun.
GIDA DUYARLILIK TESTLERİNİ ÖNERMİYORUM
◊ Gıda duyarlılık testlerini tavsiye ediyor musunuz?
– 2007 yılında bunu Türkiye’de ilk kez yapan hekim benim. Ama bir süre sonra bıraktım. Şu anda da önermiyorum. İşlenmiş gıda, pasta, börek yememeliyiz. Testte çıksa ne olur, çıkmasa ne olur. Son yıllarda öğrendik ki kefir o kadar iyi bir şey ki, çocuklara süt yerine kefir verilmeli. İnek sütü azaltılıp gerekiyorsa keçi sütü içilmeli. Bunları öğrendiğimiz için artık o testlere gerek yok.
Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/gulben-ergen/hasta-olmadan-doktora-gidin-40726170
Hocam ya muhteşemsin, yazıyı okumamıza gerek kalmadı.
Bu sözlerinden şunu anlıyorum ki bu memleketin başına gıda duyarlığı testlerini musallat eden Ayşegül hanımmış. Kendi vazgeçmiş yanlışını görmüş iyi güzel de test yaptıkları ne olacak buna cevap vermemiş.
Hasta olmadan doktora gidin demek karnınız tokken lokantaya gidin demekten farksızdır. Öyle mi?
Asla… asla… asla… zorda kalmadıkça asla…