BEDAVACILIKTA SINIR TANIMAYAN GAZETECİLER
Hürriyet gazetesinde Cengiz Semercioğlu “Özür dile Faruk Bildirici” başlıklı yazısında kendisini hediye karşılığı yazı yazmakla suçlayan gazetenin Okur Temsilcisine cevap veriyor ve kendisini savunuyor(1).
Bu yazıyı okuyunca Cengiz Semercioğlu için kaleme aldığım bir yazımı hatırladım.
Yazarın bundan 4 sene evvel “Davette ücret ödenir mi?” (2) başlığı altında yer alan satırları ve ona cevabımı sunuyorum (3):
“Duymuş olmalısınız; ‘sınır tanımayan gazeteciler’ diye bir terim var. Bu söz, gözünü budaktan sakınmayan, haber için her türlü tehlikeye atlayan gazetecileri tanımlar. Ama, gazeteciler için sınır tanımamanın başka türleri de vardır ki, bunlardan biri de ‘bedavacılıkta sınır tanımamak’ tır.
Milletvekillerine gezi kıyağı… ilaç firmalarından doktorlara derbi maç bileti rüşveti… gibi başlıklar atmaya bayılırlar, ancak bedava gezileri kendileri için ya ‘anadan doğma bir hak’ veya ‘babadan kalma miras’ sanırlar.
Bugün Hürriyet’ teki bir köşe yazısında gazeteci için davetin ancak ‘bedava’ ise davet olduğunu… bu işin nasıl ‘kotarılacağının’ ipuçlarını okudum… öğrendim ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istedim.
Hayat şartları çok değişti. Evlere misafirliğe gidenlerin sayısı her geçen gün azalıyor. Hele de çok sayıda misafir kabul etmek birçokları için imkânsız gibi. Hem evler küçük… hem gürültü problemi var… hem karı-koca çalışan insanların hazırlanmaları çok zor… hem masraflı iş… vs.
Ev davetlerini ancak belirli bir kesim yapabiliyor. Bunlar da genellikle yalı, çiftlik… veya en azından villa sahipleri, holding patronları…gibi kişiler. Günümüzde bunun yerini barlarda, brunch’larda, meyhanelerde… bir araya gelmeler aldı. Hatta, bu Cengiz Bey’ in de söylediği gibi ‘alışkanlık hâline geldi’.
Çok da iyi oldu. Arkadaşlar, dostlar, akrabalar… doğum günleri… evlenme veya mezuniyet yıl dönümleri… gibi vesilelerle toplanıyorlar… yiyip içip eğleniyorlar ve sonunda da herkes ‘Alman usulü’ kendi parasını ödüyor. Yoksa, bu hayat mücadelesinde… büyük şehir telaşında insanların bir araya gelmeleri çok zor.
Bu uygulama nişan ve düğünlerde bile uygulanıyor ki, bence de çok doğru. Çünkü günümüz şartlarında doğru-dürüst nişan veya düğün yapabilecek insan sayısı artık çok az.
Ayrıca da yeni ev kuran kişilerin bir gece için dünyanın parasını harcamasının mânası yok. Üstelik davetlilerin memnuniyetsizlikleri… bazılarının yemekten… bazılarının davetin verildiği mekândan… bazılarının orkestradan, müzikten… şikayetçi olup dırdır yapmaları da işin cabası.
Gelelim Cengiz Bey’in davet edilmesine
Şimdi Cengiz Bey de, önce muhtemelen tam bu doğum günü davetine balıklama atlayacakken, ‘paraların cepten çıkacağını öğrenmiş’ ve tabii esmiş yağmış gürlemiş.
Oysa, bir önceki cümlesinde bu işin alışkanlık hâline geldiğini kendisi söylüyor. Buna göre insan mantık olarak, yazarın tam tersine ‘davetin beleş olmasına şaşırmasını’ bekliyor… ama heyhat ‘Nerede görülmüş gazetecinin para verip maça… konsere… yemeğe gittiği?’
Sonra mevsim tam da deniz mevsimi iken Antalya’ da doğum günü yapmak neden saçmalık olsun ki? Hem belki de davetçi Antalya’ lı veya orada yaşayan biridir… Eminim ki, uçak-otel parası da beleş olsa idi, Antalya’dan daha ideal bir doğum günü şehri bulunmazdı; bu da ayrı.
Bir insan doğum gününe de ‘sevdiklerini’ davet eder. Cengiz Bey de zaten ‘arkadaşımız’ diyor. Dostlar… arkadaşlar arasında ise bildiğim kadarıyla ‘paranın pulun’ lafı olmaz. Arkadaşınız çok zengin olabilir… her türlü masrafınızı karşılayabilir…kim ne diyebilir ? Ama öyle değilse, arkadaş için… onun mutluluğuna ortak olmak için düğün için… doğum günü kutlaması için…‘sözünü etmeden’ biraz masrafa da girmek gerekir.
İşin içine para girince ‘arkadaşlık’ bitmemeli.
Yok davet eden yakınınız… arkadaşınız değilse… o zaman da zaten bunun sözünü etmezsiniz ve paranızla da olsa beleş de olsa o davete katılmazsınız, olur biter.
Davet ettirilmenin ipucu
Cengiz Semercioğlu yazısının ‘Tatlı bir şey’ başlıklı son bölümünde de benim çok ahlâk dışı bulduğum ‘gizli reklâm’ yöntemiyle, ‘bilim adamlarının’ hem içindeki katkı maddelerinden ve hem de fazla kalori ihtiva etmesinden dolayı herkese uzak durmalarını tavsiye ettiği bir ticari ürünün de reklâmını yapıyor. Burada geçen birkaç sözcüğün tam sayfa reklâm kadar, hatta belki ondan daha çok etkili olduğunu da söylemek isterim.
Netice şu ki
Şimdi, bu şirket yurt dışında veya içinde bir konsere…. maça… veya bu tür başka bir etkinliğe kimi davet eder, onu mu beni mi?
Bakalım ‘tatlı bir davetin tatlı anılarını’ ne zaman okuyacağız ?
KAYNAKLAR:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20957065.asp
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=9420422&tarih=2008-07-12