HEPİ TOPU PRATİSYEN HEKİM

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
intern doktor

İyi akşamlar.

Kendimi tanıtarak başlayayım. İnt. Dr. Afşin Güney, 28 yaşındayım, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesindeyim.

Pratisyen hekimlerle ilgili ülke genelinde bir sorun mevcut, bunu reddetmek çok doğru olmaz. Lakin bu acaba eğitim şeklinin bir kusuru mu? Bu konuda size tam anlamıyla katılamayacağım maalesef.

Ne yapıyoruz biz? 2 yıl temel bilimler eğitimi, 1 yıl kliniğe geçiş evresi, 2 yıl klinik eğitim ve 1 yıl pratik eğitim. Bu sürecin sorun teşkil edebilecek 1 senesi var o da ilk yıl yeni gelen arkadaşlarımızın okulu tanıması sırasında bocalamaları nedeniyle olmaktadır. En azından kendi fakültem için kalan sürecin oldukça iyi işlemekte olduğunu söyleyebilirim. 

Ama ortada bir hizmet kusuru olduğu aşikâr. Neden peki eğitimin normale yakın olduğunu iddia etmeme rağmen hizmet kusuru olduğunu söylüyorum ve bunun altında ne sebep var?

Mesela hastalarımızın asistan hekimlere bile muayene olmak istememelerini düşünün. Kendilerini en önemli kişi olarak görüp her türlü şikayetlerinde hocalarımızın onların her şeyiyle ilgilenmeleri gerektiği, asistan hekim eğer müdahale yapacak olursa kesinlikle yanlış uygulama yapacağını, asistan hekimin hastaları denek olarak kullandığını düşünen pek çok hasta var.

Aynı hasta topluluğu pratisyen hekim için “Hepi topu pratisyen hekim” tabirini (veya daha argo şekillerini) kullanıyorlar (duymuş olduğunuzu sanırım).

Konuyu fazla dağıtmak istemem ancak bunun altında yatan etken yine biz hekimleriz. Daha doğrusu anne, baba ve daha üst nesildeki hekim abilerimiz, hocalarımız.

Bilerek veya bilmeden pratisyen hekimlerin hakir görülmeye başlanması bana göre 30-40 yıllık bir mesele. Halen poliklinikte aile hekimleri için “onlar anlamaz” veya “pratisyen hekimin işi değil bu” cümlelerini doktor arkadaşlarımızdan duyabilirsiniz. Daha da vahimi bu ihtisaslaşma “yarışı” bizim neslimize LGS, ÖSS sürecinden kalan bir miras. Pek çok arkadaşım “Uzman olacaksın da ne olacak yan dal yapmak şart abi” diye konuşuyorlar ve onları dehşetle izliyorum.

Düşünün biz böyle konuşuyorken halk neler söyler. Bayağı tabiriyle imam ve cemaat…

Başka ne olabilir bunun altında yatan?

Kendi adıma konuşayım, bu yıl sonuna kalmadan mezun olup bir yerlerde çalışmaya başlayacağım.

Mecburi hizmeti kendime yapılan bir zulüm olarak görmekteyim. Sakın yanlış anlaşılmasın tercih edilmeyen yerlerdeki insanlar hizmet alamasın demiyorum. Ama ücra yerlerde yaşayan insanların hekime ihtiyacı olduğu gibi mühendise, öğretmene, polise, bankacıya, sinemacıya vesaireye de ihtiyacı vardır. Ancak biz doktorlar haricinde diğer meslek grupları eğer ki özel sektörde çalışmak isteyecek olurlarsa hemen başlayabilirlerken biz 2 yıl mecburi hizmeti tamamlamadan diplomamızı dahi alamıyoruz.

Bu durum da çalışma hevesini kıran etkenlerden. Bu nedenle pratisyen hekim arkadaşlarımın çoğu TUS sınavına hazırlanma gayesinde olduğu için hayatları uğruna diğer her şeyi feda ediyorlar. Bana kalırsa onları pek de suçlayamayız. 

Hekime yönelik şiddet son birkaç günlük mevzu değil zaten. Yine kendimden örnek vereyim 3 ay önce çocuk acilde gece nöbeti tutarken hasta yakınının bilgisayarlı tomografi için kontrast madde kullandırmak istememesi, bunun yerine manyetik rezonans istemesi ancak MR aletinin o sırada bozuk olması nedeniyle tedavi ret formu imzalayıp acil servisi terk etmesinden 6 saat sonra acil servise gelip MR aleti bozuk olduğu için pek çok hasta yakını arasında beni tekme tokat dövmesi ve etraftaki tek bir kişinin bile kılını kıpırdatmaması benim içime oturmuş durumda.

Şahsen kendimi idealist olarak addeden ben bile hastalardan yavaş yavaş soğuyup kendimi düşünmeye ve ne için ter döktüğümü sorgulamaya başladım. Ve altını çizerek söylüyorum, yalnız değilim. 

Dilerseniz ve eğer kâle alırsanız pratisyen hekimlerin kendine güvenememe, aşağılanır hissetmesi üzerine daha söyleyebilecek çok şeyim var. Ancak bizi dinleyen birilerinin olmadığını fark edeli çok oluyor. Yapayalnızız her birimiz.

Doktor sayısını arttırmak için gerekli alt yapı oluşturulmadan üniversitelerin kontenjanını arttırmak ve yeni üniversiteler kurmak doğru değil. Bunun sonuçlarını daha görmedik ama sanırım Türkiye için kötü sonuçları olacak. 

Son olarak şunu söyleyeyim ki, birkaç yıl önce Antalya’da mezuniyet töreninde konuşan meslektaşımın aksine ben annemi, babamı, kardeşimi, eşimi, çocuğumu gönül rahatlığıyla dönem arkadaşlarıma emanet edebilirim.

Şu an olduğu gibi ileride de bu sözümün arkasında duracağım. 

Sürç-i lisan ettimse affola…

Saygılarımla.

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. tuna erinçler dedi ki:

    Yazarı kutlamak gerek, çok yerinde bir konuya değinmiş. Bu konu çok tartışılabilir. Önce hekime dayak atma konusunu ele alırsak, dayak atanlar “tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldıkça” hekimler daha çok dayak yer.
    Pratisyen hekim konusu ise ayrı bir sorun. Hastalar bir zamanlar “uzman hekim” ararlardı. “Doktor” dendiğinde “ne doktoru” diye sorarlardı. Şimdi onunla da yetinmeyip “profesör” veya en azında “doçent” arıyorlar. Bir insan bir şeyi ya tam bilmeli ya hiç bilmemeli” derler ya. Yarı cahiller kadar kötüsü yok. Ne yazık ki özellikle son yıllarda hemen her gazetede ve televizyon kanalında yer alan “sağlık köşesi” veya “sağlık öğütleri” v.s gibi programların bazılarında ne yazık ki şarlatanlar halka yalan yanlış bilgiler aktarıyorlar (doğru konuşanlardan özür dilerim). Vatandaşların bir bölümü doğru konuşanların da her söylediğini anlayabilecek kültürden yoksun. Böylece bir karmaşadır ortaya çıktı. Hekimlere olan güvensizlik de bunun sonucu olabilir.

Siz de yorumunuzu paylaşın: