MARGARİN LOBİSİ
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Yeni Şafak gazetesinde Merve Şebnem Oruç’ un yazısı:
Geçen gün yemek yaparken aklıma geldi. Nasıl geçmiştik margarinden tereyağına? Çocukluğumu hatırlıyorum; herkes ağız birliği etmişçesine ‘Tereyağı zararlı. Kolesterolü yükseltiyor, kalp krizi riskini artırıyor’ dediği için annem yıllarca margarin kullanmıştı. Ne olduysa oldu, aksi söylenmeye başladı, işte o gün margarinden kurtulduk.
Tevafuk, birkaç gün sonra bir habere rastladım. British Medical Journal’da yayınlanan bir makalede kardiyolog Aseem Malhotra, tereyağının sağlığa yararlı olduğunu, esas margarinden tehlikeli söylüyordu. Benzeri şeyleri uzun süredir Prof Dr Canan E. Karatay da söylüyor. ‘Tabuları yıkan’ Karatay, ‘Tereyağı yemediğimiz için hastalanıyoruz’ diyor. Sağlığın tabusu olur mu? Tabusu da lobisi de oluyormuş.
Prof Dr Ahmet Rasim Küçükusta 2010’daki bir yazısında diyor ki, ‘İlaç endüstrisi, margarin lobisi el ele verdi ve kısa zamanda tüm dünyada müthiş bir ‘kolesterol fobisi’ oluşturuldu. İnsanlar sistemli bir şekilde adeta ‘kolesterol manyağı’ yapıldı.’ Küçükusta ayrıca, bir araştırmaya göre kolesterol düşürücü ilaç kullananlarda kanser oranının daha fazla olduğunu aktarıyor. Vay başımıza gelenler.
‘Gıda ve sağlık endüstrisi insanların kansere yakalanma riskini artıracak işi nasıl yapar? Yemek ve ilaç gibi sağlıkla doğrudan ilgili iki sektörün lobisi nasıl olur?’ diyorsunuz değil mi? ABD’de, yoğunlukla Pfizer gibi ilaç şirketlerinden oluşan sağlık sektörü lobisinin 2012 yılı harcamalarının 490 milyon $ olduğunu söylersem, insan sağlığının sağlık sektörü için ikinci planda olduğunu anlamak kolaylaşabilir.
BASKI GRUPLARI, DİĞER ADIYLA LOBİLER
ABD’de son seçim sonrası, bir internet sitesinde manidar bir infografikle karşılaşmıştım. Senato’da hangi sandalyenin hangi lobiye ait olduğunu gösteriyordu. Evet, oyları Amerikan halkı vermişti ama o sandalyedeki ismi, bir lobi desteklemiş, kampanyasına para akıtmış, reklam ve propagandasını üstlenmişti. İlaç lobisinden enerji lobisine yok yoktu.
Baskı grupları (çıkar grupları ya da lobiler) adı üzerinde, bir ülkede karar vericileri, bir kesimin çıkarları doğrultusunda etkilemeyi amaçlayan ve bunun için baskı oluşturan kurum, kuruluş ve örgütlere deniyor. Sivilleşen dünyada çokça örneği var. İnsan hakları örgütlerinden bireysel silahlanma destekçilerine, ticaret örgütlerinden kanarya severler derneğine, tüm sivil toplum kuruluşları gücü oranında bir baskı grubu.
Bu gruplar siyasete doğrudan katılmıyor ama siyaseti yönlendirmeye çalışıyor. Bu olması gereken bir örgütlenme. Ama ABD’de bu iş çığırından çıkmış ve devasa bir sektöre dönüşmüş durumda. ABD’de çıkar gruplarının 2012 yılı kayıtlı lobicilik harcamaları 3,3 milyar $, kayıtlı harcamadan kasıt lobi şirketlerine ve hukuk firmalarına yapılan ödemeler.
İlaç şirketleri, ticaret örgütleri, sigorta, elektrik, enerji, internet, eğlence ve güvenlik şirketleri geçen yıl her biri 100 milyon $’ın üstünde lobicilik harcaması yapan sektörler. Tek başına yılda 10 milyon $’ın üzerinde lobicilik harcaması olan şirketlerden bazılarıysa Northrop Grumman, AT&T, Boeing, Lockheed Martin, Google, Shell. Yani savunma, enerji, telekomünikasyon/internet ve havacılık şirketleri.
LOBİLER NASIL ÇALIŞIYOR?
Lobilerin baskı yöntemlerini beş başlıkta toplayan Jean Meynaud’a göre lobiler; inandırmaya çalışır, tehdit eder, parayı kullanır, hükümet icraatlarını baltalar ve en son çare, doğrudan eylemler düzenler. Yöntemleri tanımışsınızdır.
Lobiler, hedeflerindeki kişilerle direkt bilgi alışverişi sağlayarak lobicilik yaptıkları gibi, kamuoyunda algı oluşturarak, medya yoluyla kitleleri etkileyerek dolaylı yoldan sonuç almaya yönelik ‘grassroots’ hareketi ile de baskı oluştururlar. Bu da tanıdık gelmiştir. ABD’de bu yöntemi en iyi uygulayan lobilerin başında, AIPAC olarak bilinen ABD’deki en büyük İsrail lobisi var. Yıllık bütçesi 70-80 milyon $ olan AIPAC’ın alanı, ABD’nin İsrail ve Orta Doğu politikalarıdır.
Bu iş şöyle yürüyor. Obama’yı bir konuda yönlendirmek mi istiyorsunuz? Örneğin ABD’nin Türkiye ya da Orta Doğu’yla politikalarını değiştirmek istiyorsunuz. Ofisiyle kontak kurup taleplerinizi iletiyorsunuz. Tabii herkesin ABD Başkanı ile iletişime geçmesi mümkün değil. Herkesin eşit erişim hakkı olsa da bunu gücü olanlar başarabiliyor. Yani parayı veren düdüğü çalıyor.
Talepleriniz yerine gelmedi mi? Kamuoyunu ikna ederek baskı oluşturmaya çalışıyorsunuz. Düşünce kuruluşları aracılığıyla raporlar yayınlıyor, büyük gazetelerde, akademisyen ve uzman görüşleriyle bezeli makalelerle kamuoyunda bir algı oluşturuyorsunuz. Aynı margarin lobisi gibi… O da mı olmadı. Tehdit ediyorsunuz. Bunun için de gerekirse rüşvete yönelerek bilgi sızdırıyor, şantaj yapıyorsunuz.
‘ABD’DE EN ETKİLİ TÜRKİYE LOBİSİ ONLAR’
Son dönemde ABD basınında ardı ardına çıkan ‘Türkiye şöyle iyi böyle iyi ama Erdoğan çok kötü’ temalı makaleler sürerken, geçen hafta Cengiz Çandar, Bipartisan Policy Center’ın yayınladığı ve bir lobi faaliyeti olduğunu herkesin anlayacağı bir raporu köpürterek köşesine taşıdı.
Twitter’da, ilgili yazısında hükümeti tehdit de eden Çandar’ın kendiyle çeliştiği noktalar eleştirilirken bir tweet’te Çandar’ın iki yıl önceki bir yazısına rastladım. ‘Cemaat’in gücü, etkisi, önemi’ başlıklı yazıda bir bölüm çok iddialıydı: ‘ABD’de en doğru ve en etkili ‘Türkiye lobisi’ onlar. Doğru çalışıyorlar. Amerikan oyun kurallarını harfiyen yerine getirerek çalışıyorlar. Amerikan toplumunun zemininden hareket ediyorlar. ABD’de ‘grassroots politics’ deneni yapıyorlar.’
Bilemiyorum, silah ve enerji lobilerinin yanında ne derece başarılı oluyorlar, lobiciliğe yukarıda verdiğim rakamdaki bütçeler arasında ezilmeyecek finansmanı nasıl sağlayabiliyorlar? Çandar’ın yorumunu ‘aşırı’ bulmakla birlikte, doğruysa da ‘Sanki bir şeyler ters gitmiş olsa gerek’ demekten kendimi alamadım.
Zira Cemaat’in medyasıyla yürüttüğü ‘grassroots hareketi’, herkesin malumu, ABD kamuoyunu Türkiye lehine etkileyeceğine, Türk kamuoyunu Türkiye aleyhine etkilemeye dönmüş durumda. Devasa yatırım ve projelere burun kıvırmaktan tutun, ülkenin başarıları ortada olan MİT Müsteşarı’na karşı duruşunu İsrail/Neocon ittifakı ile yan yana konumlandırmak nereden baksanız Türkiye’nin lehine değil zira.
İki yılda Cemaat’te değişenler bana 97 yapımı Şeytan’ın Avukatı filmini hatırlatıyor. Gainsville kasabasında çok başarılı bir savunma avukatı olan Kevin Lomax’ın peşine New York’ta dev bir hukuk firması düşer ve Lomax’ı ekibine katar. ‘Hukukun tüm akıl oyunlarını, arka kapılarını bilirim, harikayım, şeytana pabucunu ters giydiririm’ ruh halindeki Lomax, yükseldiğini zannederken aslında ailesini, aşkını, huzurunu kaybettiğini, sahip olduğu her şeyi patronu John Milton’a, yani Şeytan’a feda ettiğini anladığında iş işten geçmiştir. Lomax ava giderken avlanmıştır. Umalım da ‘ABD’deki en etkili Türkiye lobisi’, ava giderken avlanmamış olsun.
KAYNAK: http://yenisafak.com.tr/yorum-haber/margarin-lobisi-30.10.2013-577333
***
EK 1 (7.6.2022): Mutfak Ürünleri ve Margarin Sanayicileri Derneği MÜMSAD, son yıllarda margarinden uzaklaşan tüketicileri yeniden margarinle buluşturmak amacıyla bir kampanya düzenliyor. Yani, amaç kalp sağlığına zararlı olduğunu düşündüğümüz için uzak durduğumuz margarine, yeniden dönüşü sağlamak. Yıllardır trans yağların zararlı olduğunu söyleyen uzmanlar şimdi neden margarine yönelik olumlu açıklamalar yapıyor. Bir süre önce ‘margarinden kaçınılmalı’ diyen Taylan Kümeli, bu kampanyada yer alıyor. Prof. Dr. Ayşe Baysal, Neşe Erberk ve diyetisyen Salahattin Dönmez de bu kampanyaya destek oluyor. Özellikle ‘Çocuklarınızı katkı maddeler içeren yiyeceklerden uzak tutun’ diyerek yıllardır bu konuda halka bilgiler veren Prof. Dr. Rasim Küçükusta, margarini asla tüketmediğini söylüyor: “Sağlıklı beslenme için benim yediğim ve hastalarıma tavsiye ettiğim iki yağ var. Biri zeytinyağı diğeri hakiki tereyağı. Ben margarin yemiyorum ve kimseye de tavsiye edemem. Bana göre diyetisyenler margarin üreticilerine yağ çekiyor” dedi.
MASUM YAĞ YOK
Beslenme Diyet uzmanı Gürsel Doğan’a göre her şeyin aşırısı riskli. ‘Margarin sağlık açısından riskli’ denilebilmesi için günlük kullanım miktarını aşmamak gerekiyor. Doğan, “Tereyağı, zeytinyağı ve margarinin de dozu olmalı. Biz, yemeklerde 10 gram öneriyoruz. Oran önemlidir. Eğer 30 gram olursa kalp- damar riski taşıyor. Aslında biz toplum olarak zeytinyağının da ölçüsünü bilemedik. Zeytinyağı da masum değil” şeklinde konuştu.
MARGARİNDE 10 YILDIR TRANS YAĞI YOK
MÜMSAD Yönetim Kurulu Başkanı Metin Yurdagül, son yıllarda kamoyunda margarin ile trans yağ arasında yanlış bir algılamanın oluştuğuna da dikkat çekiyor. Yurdagül, “Türk margarin sanayisinin önde gelen temsilcileri bu sorunu 1990’ların sonunda çözdüler. Ancak Türk margarin üreticileri trans yağ sorununu çözdüğü dönemde kamuoyunda trans yağa ilişkin yeterli bilinç yoktu. Şimdi yeni devreye giren etiketleme tebliğine göre ürünlerimizde ‘Trans Yağ Yoktur’ amblemini kullanarak sorumluluğumuzu yerine getireceğiz” dedi.
Zeytinyağını öneriyorum
Dr. Ender Saraç ise, 2000 yılından sonra margarinlerde iyi firmaların trans yağ oranını ya en aza indirdiğini ya da tamamen yer almadığını söyledi. “Ben yine de zeytinyağını öneriyorum” diyen Saraç, mutlaka margarin kullanmak isteyenlere önerilerde bulundu: Saraç, “Marketten margarin alırken, iyi firmaların ürettiklerini satın almalısınız. İçiriğinde trans yağın var olup olmadığına bakmalısınız. Ama trans yağı yoksa margarin gönül rahatlığı yenilebilir. Margarinler kolesterol de içermiyor.” Beslenme uzmanları margarin hakkında bunları söylüyor. Kardiyoloji uzmanı Ferhan Meriç, ise “İçinde trans yağı varsa, zararlıdır. Ancak burada önemli olan bu maddenin varlığı. Firmalar trans yağının artık olmadığı söylüyor. Yani kalp-damar hastalığına neden olan madde trans yağıdır. Eğer içinde yoksa risk aza iniyor” dedi.
Kaynak: https://www.yenisafak.com/hayat/diyetisyenler-margarincilere-yag-mi-cekiyor-112971
***