YAŞASIN TERE YAĞ!
“Yağın yasaklar listesinde olması Amerika’nın daha fazla hastalıklarla dolu ve obezitenin tehlikeli bir şekilde arttığı bir ülke olmasına neden olan en büyük hatanın sebebi oldu”
1984 yılında Amerikan TIME dergisi dünyayı sarsacak bir başlık atar; ‘Kolesterol: Şimdi kötü haberler’. Bu başlık tamamen Amerikalı kardiyologların bilgilerine göre verilmiş bir karardı ve başta Amerika hükümeti olmak üzere tüm dünyada katı yağlar için bir savaş başlatıldı.
Hayvan kaynaklı tüm yağları yasaklayan bu kampanya yağ içeren yumurtanın ve yağlı sütlerin satışını belirgin olarak düşürdü. Kalp hastaları o tarihten beri tereyağı, yumurta ve etten korkar hale geldi.
Peki, neden kolesterol yasaklandı?
Her şey 1961’de TIME dergisi bir haberin doktorların kalp krizine sebep olan şeyin kolesterol olduğunu bulduğunu belirtmesi ile başladı. Kalp ameliyatları yapan doktorlar kalp krizi geçirmiş olan hastaların damarlarını incelediklerinde biriken şeyin kolesterol olduğunu fark etmişlerdi.
Yani kolesterol kalbi besleyen ince damarların duvarına birikiyor ve damarların daralmasına neden oluyordu. Daralmış bu damarlar aniden tıkanınca da kalbin kasları ölüyor ve hastanın ölümüne yol açabilecek kalp krizine neden oluyordu.
Biriken bu kolestrol çeşidi LDL tipi olduğundan o zamanlar kolesterol birikiminin en önemli sebebinin katı yağ olduğu düşünüldü. Ve böylece yapılan çıkarsamaya göre katı yağ tüketimi engellenirse dünyada en fazla ölüme sebep olan kalp krizinin azaltılacaktı.
Bu nedenle doktorlar katı yağ tüketimini kalp hastalarına yasakladılar. Aslında çok temel bir hata yapılıyordu ve bu hata uzun süre fark edilmedi.
Hani yaşam süresi uzayacaktı…
Bu bilgiler büyük bir etki gösterdi ve sadece hastalar değil tüm Amerikalılar yağdan korkar hale geldi. Tereyağı neredeyse hiç yenilmez oldu. Yumurta sarısı kabus haline geldi. Sütler yağsız olarak satılıyordu.
Bu arada insanların yağ yerine daha çok karbonhidrat tüketmesi önerildi. Bilim adamları yağ tüketiminin azaltılmasının kalp hastalıklarından ölümü belirgin biçimde azaltacağını düşündüler. Artık insanlar daha sağlıklı yaşayacaklardı.
Bundan çok emindiler ancak yıllar geçtikçe bu azalmayı göremediler. Daha da kötüsü hiç beklemedikleri bir şey Amerika halkını etkilemeye başladı: ‘şişmanlık ve şeker hastalığı’ tıbbi adıyla obezite ve diyabetes mellitus.
Asıl düşman Karbonhidrat
Obezitenin, şeker hastalığı ve kalp hastalıkları gibi iki büyük tehlikeye yol açtığı daha önce de biliniyordu fakat bilim adamları yağ tüketimini yasaklarken o kadar rahattılar ki bu iki tehlikenin artacağını fark edemediler.
Yağ tüketimi kısıtlanınca masum olduğunu düşündükleri karbonhidrat tüketimi çok fazla arttı. Karbonhidrat sadece şekerde değil asıl olarak tüm tahıl ürünlerinde ve patates gibi nişastalı ürünlerde bulunuyordu.
1950’lerden itibaren en büyük tehlikelerden biri olan beyaz yani rafine edilmiş buğday unu tüketimi belirgin olarak arttı. İnsanlar tadı daha lezzetli olduğundan beyaz undan yapılan ekmek ve yiyecekleri tüketmek istedi.
Yağ tüketiminden korkan insanlar hiç korkmadan beyaz undan yapılmış pastalar, tatlılar bisküviler tükettiler. Hatta bebeklerine bile anne sütü yerine nişastadan yapılmış mamalar verdiler. Oysa en büyük tehlike yağ değil tüm besin içeriklerinden uzaklaştırılmış beyaz un ile geliyordu.
“Su içsem yarıyor”
Beyaz un saf şeker kadar karbonhidrat içeriyor ve sofra şekeri kadar hızlı bir şekilde kana karışıyor. Vücudun dengesini altüst eden durum işte burada başlıyor. Tatlı bir şey yediğimizde vücudumuza şeker geldiğinin sinyali şeker ağzımızdayken iletilmeye başlıyor.
Bu sadece tokluk hissini değil insülin salgısını da arttırıyor. İnsülin pankreastan salınan bir hormon ve kan şekerimizin artmasını engelleyen tek hormondur. Bu nedenle çok özel bir dengesi mevcuttur.
İnsülin sistemi bozulduğunda veya yokluğunda şeker hastalığı ortaya çıkar. Beyaz unlu yiyecekler bu dengeyi bozan en önemli gıdalardır çünkü yediğimizde insülin salınımını hemen arttırmamaktadır. Bunun en büyük tehlikesi çok miktarda yediğimiz halde tokluk hissini uyandırmamasıdır.
Bağırsaklarda şeker kadar hızlı emildiği için şeker kadar insülini arttırdığı halde tokluk hissini geç uyarması, kan şekerini aniden çok yükseltmesine ve insülini de çok fazla arttırmasına neden olmaktadır. İnsülin fazla şekeri yağa dönüştürür. Yağ birikimi gittikçe artmaya başlıyor ama hasta bunu uzun süre fark edemez ve obezite gelişir.
Hastanın bunu fark edememesinin en önemli sebebi beyaz un ile yapılan yiyeceklerde görülen gizli hipoglisemi denen durumdur. Uzun süre boyunca karbonhidrat o kadar masum olarak biliniyordu ki hastalar az yemek yediklerini düşünüyor olmalarına rağmen neden kilo aldıklarını anlamıyorlardı ve ‘su içsem yarıyor’ diye konuşuyorlardı.
Tam buğday ekmeği yediğinizde kan şekeriniz bir anda yükselmez. Kan şekerini fazla yükseltmediği gibi bağırsaklardan kan şekerinin yavaş ama uzun sürede kana geçmesini sağlar.
Bu durumda insülin fazla artmadığından kan şekeri de uzun süre düşmüyor. Ancak beyaz unlu gıdalarda insülin fazlasıyla artar ve alınan şeker çok kısa sürede kana karıştığı için kısa zaman sonra kan şekeri düşer.
Tam buğday unu ile yapılan bir yiyecek 6-7 saat sonra açlığa neden olacakken beyaz unlu yiyecekler 3 saatten sonra açlık hissini başlatır. Çok fazla salınan insülin kan şekerini hızla düşürdüğünden kişinin kan şekeri normalden çok fazla düşer.
Çarpıntı, sinirlilik, terleme, titreme, bu durumda görülebilir. Dayanılmaz bir açlık hisseden kişi aslında yeterince enerji aldığı halde tekrar yemek zorunda kalır. Daha yakın zamanda yemek yemiş olduğundan kan şekerinin düştüğü anlaşılamaz.
Bu nedenle bu duruma gizli hipoglisemi (kan şekerinin düşmesi) denir.
Sahte mutluluk veren gıda
Saflaştırılmış şeker ve unlu yiyecek yiyen kişi yemek sonrası mutlu ve neşeli bir haldeyken kısa zaman sonra sinirli ve mutsuz bir hale gelir. Kişilikteki bu ani değişim o kadar ileri seviyede olabiliyor ki bipolar yani manik-depresif kişilik bozukluk tanılarına bile neden olmaktaydı.
Yağ kısıtlaması ve rafine karbonhidratlar sonrası Amerika’daki psikolojik hastalıkların artışının da bundan kaynaklanabileceği söyleniyor. Bir bağımlılık durumu nedeniyle obezite bu kişilerde sık görülmekteydi.
‘Ekmek yemezsem doyurmuyor’ sözünün anlamını anladınız herhalde. Bir çeşit bağımlılık gelişiyor.
Daha kötüsü yıllarca fazla şekerle karşılaşan insülin sistemi bozulmaya başlıyor ve şeker hastalığı ortaya çıkmaya başlıyor. Kandaki fazla şekeri düşürmek için daha fazla artması gerekiyor ve öyle bir dereceye geliyor ki artık kan şekeri hep yüksek kalıyor.
Şeker hastalarının kan şekerinin ve insulin seviyesinin yüksek olması en başta damarları etkiliyor ve bu durumda en çok etkilenen organlar göz, böbrek ve kalp damarları oluyor. Hipertansiyon neredeyse tüm obeziteye bağlı diyabet hastalarında görülüyor.
Yağ daha masum
Yağ ve yağlı yiyeceklerde durum farklı. Yağ midenin boşalmasını geciktirdiği gibi şeker içermediği halde tokluk hissini uyarabilmektedir. Bu durum özellikle yıllarca yasaklanan doymamış veya rafine edilmemiş yağlarda daha fazladır.
Tokluk hissinin uzun sürmesi nedeniyle fazla miktarda şeker içeren gıda ihtiyacı azaldığı gibi ani kan şekeri düşmesine yol açmaz. En önemli katkısı ise insülin etkisi üzerinedir. Fazla şekerin yağa dönüşmesine neden olan insülin yağlı yiyecekler yendiğinde daha az artar ve bu da obezite ve diyabet gelişimini azaltan bir durum.
En büyük hata yağın yasaklanması
Yağın yasaklanması Amerikalı bilim adamlarının düz mantık kurarak yaptığı bir teoriye dayanmaktaydı. ‘Yağ yemezseniz kalbinizin damarları yağ nedeniyle tıkanmaz.’ Oysa bu yasak Amerika’nın daha fazla hastalıklarla dolu bir ülke olmasına neden olan en büyük hatanın sebebi oldu.
Daha fazla obezite ve şeker hastası daha fazla kalp, hipertansiyon, böbrek ve psikiyatri hastası demek oldu. Yıllarca yapılan hata o kadar büyüktü ki artık tüm saygınlıklarını kaybetme pahasına TIME dergisi kapağında ‘Yağ Yiyin’ diye başlık atmak zorunda kaldı.
Dr. Vedat Aslan – İç Hastalıkları Ve Hematoloji Uzmanı
Kaynak: http://www.trthaber.com/haber/saglik/yasasin-tereyag-161681.html
Yanıla yanıla doğruyu bulma yöntemi,bilimin gerçek yüzü bu olsa gerek.