BAKAN BEY KEŞKE AŞILARDAN BAHSEDERKEN…
Günümüzde bağımsız bilim diye bir şey kalmamıştır. Bilim dibine kadar siyasete ve ticarete bulanmıştır. Bağımsız bilim yoksa bağımsız bilim adamı olur mu, bunun cevabını da siz düşünün.
***
Kemal Üçüncü‘ nün yazısı:
Prof. Dr. Ercüment Ovalı vatansever ve mümtaz bir bilim adamıdır. Pek çok haksız itham ve asılsız söylentiyle yapmış olduğu somut bilimsel çalışmalar gölgelenmektedir. Covid salgını sürecinde kamuoyunu ikaz etmek adına yaptığı açıklamalar bir iletişim yönetimi editörlüğüne tabi tutulmadığı için yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermiş olabilir. Ercüment Ovalı rüştünü ispat etmiş ülkemizin dünyada bilim çevrelerinde tanınan yüz akı bilim adamıdır.
Prof. Dr. Ercüment Ovalı, 2017 yılında “Kan ve Kök Hücreden Yapay Deri Üretimi” ile dünyanın prestijli tıp ödüllerinden, ABD Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Derneği’nin “En İyi Deneysel Araştırma Ödülü”ne layık görüldü.
Kendisiyle Karadeniz Teknik Üniversitesinden meslektaşız uzun yıllar aynı üniversitede mesai yaptık. Kendisiyle sohbetimiz esnasında verdiği bilgilerin kamuoyunca yeterince anlaşılmadığını düşündüm ve bu bilgilerin karar alma mekanizmaları, bilim adamları ve kamuoyu tarafından bilinmesi gerektiğini düşündüğüm için sizlerle paylaşıyorum, Bilim camiasında bu görüşlerin tartışılması gerekir:
Ercüment Ovalı:
Aşı çeşitlerinin, daha kolay anlaşılabilmesi için iki büyük gruba ayırmalıyız. 1.grup yeni platform aşılar, 2.grup eski platform aşılar.
Eski platform aşıların temel mantığı,hangi mikroorganizma hedefleniyorsa onu öldürmek, inaktive etmek ve kişilerin vücuduna enjekte etmektir; böylece ölü virüs veya ölü bakteriye karşı vücudun bağışıklığını oluşturmaktır. Bu dünyanın en güvenli platformudur. Ama bir sorunu vardır, üretimi yeni platforma göre daha zordur, daha pahalıdır. Bu aşıların tek başına etkili olabilmesi çoğunlukla çok fazla virüs yada bakteri kullanmak gerektirdiğinden ve bu maliyetleri daha da artırdığından; bunun içinde bir adjuvan yani güçlendirici koyarlar. Bu grup aşılarında ismini kötüye çıkartan bu içine koyulan güçlendiricilerin yaptığı yan etkilerdir. O yüzden içine koyulan bu güçlendiricilerden en popüler olan alum dediğimiz alüminyum tuzlarını kullanılarak 10 kat daha az virüs kullanır hale getirir. Dolayısıyla 100 tane virüs üretileceğine 10 tane virüs üreterek aynı sonuç alınabilir. Ama bunların da kendine ait yan etkileri vardır. Bütün dünya uzun zamandır bunlar doğru mu değil mi diye tartışır? Ama dönüp de geriye bakarsak, içinde adjuvan da olsa eski platform aşılarla ilgili o kadar çok deneyimimiz var ki: çiçek aşımız, kızamık aşımız vb… Bizler bu aşılarla yeryüzünden bir hastalık sildik (çiçek hastalığı); dolayısıyla güvenli platformlardır ama en büyük sorunları üretim maliyetleridir ve içine adjuvan koymadan istenileni çok verememeleridir.
Yeni platform aşılar ise bambaşka bir mantığa sahiptir. Bunlar hedeflediği mikroba karşı bakteri ya da virüsü ait parçacıkları kişinin vücut hücrelerine yaptırırlar. Başka bir anlatımla, kişiye bir yapay DNA yada RNA vererek virüse ait parçacıkları kişinin vücuduna yaptırtırlar. Bu aşılar çok ucuz ve çok etkilidirler; çünkü vücut uzun süre bu virüse karşı parçacıkları yapmaya devam eder. Ama en büyük dezavantajı vücudu, kendi bağışıklığının hedefi haline getirtirler. Sonuçta o parçayı vücut ürettiği için üreten hücresinin bağışıklığının hedefi haline gelir. Kazara enjekte edilen bu madde dolaşıma girip beyin dokusuna yada başka hayati dokuya yerleşirse orayı da hedef haline getirebilir.Bu da Otoimmün ve nörolojik yan etkiler için zemin hazırlamak anlamına gelmektedir.
– Uzun veya orta vadedeki sonradan oluşabilecek problemleri öngörememe sorunları her iki tip aşı tipi için de geçerli midir?
Ercüment Ovalı: Her ikisi içinde geçerlidir. Eğer literatüre bakılırsa klasik tip aşıların faz 3’lerinin 8-10 bin kişi ile bitirildikleri görülür; yeni tip aşılara dikkat edilirse en az 30-40 bin kişi ile yapılmaktadır. Eski tip aşıların güvenli kabul edilmesi için 8 bin kişilik bir faz 3 çalışma yetiyor, ama pfizer aşısı, Oxford-AstraZeneca aşısı gibi yeni tip aşıların hepsi 30-40 bin kişiye yapılıyor; aradaki farkın nedeni bu güvenlik kuşkusudur. Dolayısıyla yeni platform aşılar ucuz, etkili ama vücudun kendi hücrelerini hedef haline getirdikleri için uzun ve kısa vadede çok iyi tartışılması gereken aşılardır. Ama pandemiler için değerlendirdiğimizde, riskli toplumlar ve ülkeler şöyle bir hesabın içine giriyor; bu hastalık % 5 öldürüyor, bu aşının yan etkileri neticesinde bu etkiyi oluşturma olasılığı on binde 1’i altında; o zaman ülke olarak bu risk kabul edilebilir. Örneğin 1 milyon kişiyi aşılama durumunda olunsa, rakam çok düşük olacağından güvenli kullanılabilir. Ancak, İçinde bulunduğumuz COVİD-19 pandemi sürecinde dünyadaki insanların yarısını, 3,5 milyarı aşılamaktan bahsediyoruz; ı Bu durum yüzbinlerce insanda oluşacak yan etkiden söz ediyoruz demek anlamına gelecektir. Burada binde 1.lik, 10 binde 1.lik ya da 30 binde 1.lik bir reaksiyonun milyardaki karşılığı korkunç bir rakamdır. İşte bu yüzden çok dikkatli edilmelidir.
İnaktif aşılar en güvenli, en etkin, en bilinen aşı platformudur. En önemli sorunu ise milyarlarca dozun üretim zorluğu ve maliyetleridir. İnaktif aşıların zor üretilebilmeleri ve pahalı oluşu, üreticiyi ADJUVAN kullanımına itmektedir. Bu da inaktif aşıların en çok eleştirilen yönüdür.
COVİD-19 & AŞI
Laboratuvar çalışmaları şunu gösteriyor ki bir virüsün zayıflayabilmesi için 300 pasaj (bir yerden başka bir yere atlayarak çoğalması) görmesi gerekiyor ve her bir pasajında 3 gün olduğunu düşünürsek bunun ortalama 900 gün olduğunu gösteriyor yani 3 sene. Henüz bir senesini yeni bitirdik; iki senemiz daha var. Ama bu ani bir yaygın mutasyonla bu süre kısalabilir. Ama bir ani mutasyonla da şiddetlenebilir, ölümcüllüğü artabilir, yayılımı artabilir. Şuan 150 den fazla mutasyon var ve bunların 15 tanesi de bu mutasyonun protein değişikliğine neden oluyor. Mutasyonların hepsi protein değişikliğine neden olmaz ama şuan 15 den fazla protein değişikliğine sahip olan mutasyon var.
Etkili bir aşılama programı, pandeminin kontrolü için önem arz etmektedir. Dünyada 160’dan fazla çalışma var. 20’ye yakın klinik çalışma var; yani 160 tane preklinik ve 20’ye yakın da klinik çalışma var. Dünyada Pfizer Faz III çalışmalarını tamamlayarak ipi göğüsleyen ilk ilaç şirketi. Ve çalışmalarına göre %90’dan fazla koruyuculuğa sahip bu aşı klinik kullanım için son onayları beklemekte. Grup yılbaşından sonra aşıyı piyasaya sürmeyi planlamakta ilk aşamada 50 milyon doz dağıtıma girecek ve sonraki bir yıl içinde de 1 milyar doza ulaşmayı hedeflemekte. Bu gurubun en önemli özelliği ise aşı geliştiren Alman Biontech firmasının iki sahibinin de Türk olması. Türkiye’ye gelince TÜBİTAK bünyesinde 13 TUSEB bünyesinde 2 aşının üretilmeye çalıştığını duyuyoruz. Hatta Erciyes Üniversitesi-Koçak Farma ikilisi ülkemizdeki ilk klinik çalışmaya Kayseri Erciyes Üniversitesi’nde başladı (faz 1); diğeri Acıbadem Üniversitesi’nde. Bu aşı ile ilgili yakın tarihte klinik faz I çalışmasının başlaması bekleniyor. Ülkemizde klinik aşamaya gelmiş her iki aşının ortak özelliği inaktif, klasik platform aşı olmasıdır. Kayseri Erciyes Üniversitesi-Koçak Farma ortaklığı ile yapılan aşı Çin kaynaklı Sinovac firmasının aşısına çok benzemektedir. Acıbadem Üniversitesinin aşısı ise klasik platform aşıların yeni bir yorumudur. İlginç bir dizayna sahiptir. İnaktivasyonda kimyasal kullanmamışlar, gamma radyasyon kullanarak kimyasal inaktivasyonun istenmeyen etkinliklerinden kaçınmışlar bu nedenle çok güvenilir olduklarını hatta bu yöntemin aşının etkinliğini de artırdığını iddia ediyorlar . Ve Acıbadem aşısının daha ilginç olan bir yönü ise Covid 19 enfeksiyonu için intradermal-deri içi olarak hazırlanan dünyadaki ilk aşı olması. Üreticiler bu yöntemin adjuvan kullanımına olan ihtiyacı kaldırdığı, bu nedenle aşılarında adjuvan kullanmadıkları, dünyadaki en güvenli aşı olduğu iddiasındadırlar. Acıbadem grubu ilerleyen dönemde aşının intardermal olması nedeniyle herkesin kendi kendine aşı uygulaması yapabileceği bir çip geliştirmenin de peşinde.
Normal prosedürde aşının üretimi için 1 yıl var. Eğer pandemi artar ve ölümcül boyuta gelirse humanchallenge şart olur. Ama pandemi yavaş giderse hatta azalırsa bu faz süreçleri tamamlanacaktır. Tamamen pandemi boyutunun ne kadar şiddetleneceği ya da zayıflayacağıyla alakalı bir durumdur. Eğer pandemi normal seyrinde gider yavaşlarsa yerli aşı bir sonraki yılbaşı çıkar. Ama pandemi dehşet boyutlara giderse yerli aşı “humanchallange’la” nisan ayında uygulanmaya başlayabilir. Ülkemizde aşının ilk uygulamalarının yabancı aşılarla başlayacağını ama sonra yerli aşı yetiştiğinde yerini yerli aşıya devam edebileceğini varsaymak yanlış olmayacaktır.
DÜNYADA COVİD-19 AŞI ÇALIŞMALARI
– 36 klinik çalışma mevcut
– 6 adet RNA
– 6 adet taşıyıcı vektör (4 Adeno, 1 Kızamık virüs, 1 Influenza)
– 5 adet inaktive virüs
– 12 protein bazlı
– 4 DNA
– 1 VLP
– 146 adet preklinik aşamada aşı çalışması mevcut
TÜRKİYE’DE COVİD-19 AŞI ÇALIŞMALARI
Türkiye’de WHO listesinde 11 aşı görülmektedir.
• 3 inaktif aşı (Acıbadem-Labcell, Kayseri ve Selçuk Üniversiteleri)
• 1 mRNA aşısı (Selçuk Üniversitesi)
• 1 DNA aşısı (Ege Üniversitesi)
• 2 Adenovirüs aşısı (Ankara ve Kayseri Üniversiteleri)
• 2 protein peptit aşısı (Boğaziçi ve Ege Üniversiteleri)
• 2 VLP aşısı (ODTÜ ve Bezm-i Alem Üniversiteleri)
Türkiye’de klinik aşamaya gelmiş 2 aşı olduğu bildirilmektedir.
Bu Çalışmaların:
Henüz yayınlanmış bir makalesi yoktur.
Ne güzel! hiçbirinin bir sayfa yayını yok ama Ercüment Ovalı’nın uluslararası muteber dergilerde 4 yayın yapılmış ve takdir görmüş çalışması hala neyi bekliyor? Bakan Bey keşke diğer aşılardan bahsederken buna da bir parantez açabilme basiretini gösterebilse, aynı pozitif yaklaşımı gösterebilse bilim adamları olarak saygı duyar, devletimiz ayırımsız bilimsel çalışmalara sahip çıkıyor diye kıvanırız. Zira Sayın Cumhurbaşkanının bu konularda çok hassas olduğunu biliyoruz.
Türkiye’de yerli aşı çok önemlidir.
Üç sebebi mevcut:
1-Aşının toplumun tüm katmanlarına ulaşılabilecek sayıda sağlana bilmesi.
2-Maliyetler açısından.
3- Yerli aşı teknolojisinin kurulumu.
Uzun vadedeki aşı risklerden toplumumuzu korumuş oluruz; çünkü 1 milyon kişiyi aşılasaydık 1 milyon kişide oluşabilecek binde 1’lik reaksiyonu tolere edebilirdik. 50-80 milyondan bahsediyoruz. Bu reaksiyon tolere edilemeyecek kadar ayrı bir yük getirebilir ülkeye. O yüzden yerli aşının daha güvenli olması, daha ucuz olması ve en önemli şeylerinden bir tanesi bu faz çalışmaları bittikten sonra yabancı firmalar önce kendi toplumlarını aşılayacaklar. Dünyada kısa süre içinde faz çalışmalarını tamamlamış 2 ya da 3 aşının piyasaya çıkması beklenmektedir. Bu durumda en az 3.5 milyar kişinin aşılanması gerektiği düşünülürse mevcut üretim kapasitelerinin ihtiyacı karşılaması imkansız olacağı açıktır. Bu durumda yerli üretim çok önemli olacaktır. Örneğin Almanya ilk 100 milyon dozu kendi almak yerine hatta kendi coğrafyası, Hollanda, Avrupa Birliği coğrafyası dururken aşının yarısı olan 50 milyon dozunu Türkiye’ye yollayacağını düşünebiliyor musunuz? Ya da Çin’in kendi toplumunu aşılamadan aşıyı size yollayacağını düşünebiliyor musunuz? Dolayısıyla Türkiye’ye evet aşı gelecek ama hiçbir zaman istediği miktarda aşı gelmeyecek. Türkiye’ye gerekli aşı dozunu çok daha azı gelecektir; bu yerli üreticiyi gerekli kılmaktadır. İşte tam da bu aşamada yerli aşı gerçekten önemli; hem Türkiye’nin ihtiyacını karşılamasında, hem ucuz olmasında, hem de gelecek yeni pandemiler için ülkenin aşı güvenlik sisteminin/ihtiyacının sağlanabilmesi açısından yerli üretim bir gereksinimdir. Özetlemek gerekirse 1-Geleceği düzeltecek, 2-Ucuz maliyet, 3-Daha güvenli, 4-Zaten ithal aşı gerekli ihtiyacı görmeyecektir.
Acıbadem Grubunun Covid-19 aşısı için eski teknoloji kullanıldı. Virüsü inaktive edilirken kimyasal madde kullanılmadı. Çünkü kimyasal inaktivasyon virüsün yapısını çok bozuyor, etkinliğini azaltıyor, bir de o kimyasalı temizlemek için uygulanan işlemler virüs kaybı ile sonuçlanıyor. Bu aşıda virüs gama-radyasyonla inaktive edildi. Gamma irradiasyon,
• Üründe kimyasal saflık sorunu yaratmıyor.
• Antijenik yapıyı ve uyarıyı kimyasal yollardan daha az etkiliyor.
• Daha kısa zaman alıyor.
Böylece içine kimyasal karışmadı. Bu yapılan çalışmalara göre de gama-radyasyonla inaktive olduğunda aşının etkinliği azalmıyor. Kısaca eski aşıya yeni yorum getirilmiş. Ama bu platform bozulmamış. İnaktive aşı kullanılıyor. Eski platform adjuvansız (yardımcı maddesiz) çok işe yaramıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün bundan 5 sene önce yayınlanan bir makalesinde: hem çok virüs kullanmadan, hem de adjuvan kullanmadan etkili aşı yapılabilir; aşı derinin altına ya da kasa yapılmazsa, derinin içine yapılırsa adjuvan kullanımına gerek kalmaz. Çünkü adjuvanın iki tane amacı vardır. 1-Virüsleri ya da antijenleri paket halinde tutmak, dağılmamasını sağlamak, irritasyon yaparak o bölgeye immün sistemi çağırmak. Deri içine yapıldığında, dermis-epidermis dediğimiz 1 mm.lik alanın içine yapıldığında PPD dediğimiz yöntemle yapıldığında zaten o deri virüsü paketliyor. İğnenin alanda yaptığı irritasyon, kas içine yaptığından daha fazladır. Bütün çalışmalar gösterdi ki inaktive aşılar deri içine yapıldığında 10 misli doz azaltılabilir. Acıbadem Grubunun Covid-19 aşısına böylece yeni bir yorum daha eklendi: uygulama şekli ve adjuvanın kaldırılması. Eski aşı eski platform, iki yeni yorum. Biri inaktivasyonla gama-radyasyon, 2.si ise adjuvanı kullanmamak. Böylece aslında bu aşının içinde kaba bir tabirle radyasyonla pişirilmiş virüsten başka hiçbir şey yok.
Bu kullanılan radyasyonun uygulanan insanlar üzerinde zararı yok; çünkü bu gama-radyasyon olduğu için dokuyu delip geçiyor, üzerinde birikiciliği yok. İlave olarak gama-radyasyona maruz kalarak inaktive edilmiş bir virüsün vücuda verildiği zaman diğer inaktivasyon metodlarından farklı olarak vücutta ürettireceği antikor düzeyinde bir farklılık olabilir mi? Yapılan çalışma gösteriyor ki gama-radyasyonla yapıldığında oluşan antikor seviyesi, klasik inaktivasyonda oluşan antikor seviyesinden daha yüksek, daha iyi uyarıyor.
Yurt dışındaki bazı firmaların üreteceği aşıların antikor oluşturmasıyla ilgili; bu antikorların kalıcı olup olmasıyla ilgili ve rapel (tekrar) dozlarının yapılıp yapılmayacağı sıklıkla kafa karıştırıyor. Aşıda RNA kullanılıyorsa tekrara ihtiyacı vardır; çünkü RNA vücuda bu parçaları kısa süreyle yaptırır, kısa süre sonra kaybolur, kaybolduğu için de yeniden hatırlatma gerekir vücuda. Ama adenovektör kullanılıyorsa yani DNA veriliyorsa; DNA hayat boyu hasta ile kalır. O yüzden de yeni bir aşı dozuna daha ihtiyaç kalmaz.
– Aşılar üretildikten sonra çeşitli klinik çalışmalardan geçiyor; faz 1, faz 2, faz 3 nedir?
Faz 1 güvenlik çalışması; aşının güvenli olup olmadığını, vücutta nasıl dağıldığını, aşının dinamiğini vegüvenliğini ölçer. Faz 1 çalışması bu sebeple küçük gruplarda yapılır. Eğer güvenli ve dinamikliği uygun bulunursa faz 2’ye geçilir. Faz 2’de hem doz çalışması, hem de etkinliğine bakılır. Çünkü faz 3 için hangi dozda kullanılması gerektiğine bu aşamada karar verilir; yan etki spekturumunun ne olacağı bilgisi, hangi tedbirlerin alınacağı ve çalışmaların düzenlenmesi bu fazda çalışılır. Faz 3 çalışmasında ise aşı binler, on binlerce vakada çalışılır. Dolayısıyla bu 3 çalışma; faz 1 çalışma genellikle 2 ayda; Faz 2 çalışma genellikle 2-4 ayda biter. Faz 3 çalışma da 6 aydan önce bitirebilmesi mümkün olur.
Aşı çalışmaları için, Faz 1 ve faz 2 için toplam 6 ay gerekir; 6 aydan önce bir faz 3 çalışması beklemek mümkün olmaz. Bu 3 faz çalışmasının bitirilip bir aşının piyasaya çıkabilmesi Türkiye’de yeni üreticiler için 1 seneanlamına gelmektedir. Ancak ülkemizde aşı sıkıntısının ortaya çıkması (uluslararası aşı üreticilerinden yeterli aşı sağlanamaması) ve pandemi boyutlarının tehlikeli seviyeye gelmesi halinde, yerli aşıların 2 aylık bir faz I çalışması sonrası 150 hastalık 45 günlük, viralchallange (virusa meydan okuma testi) ; bu testte aşılanmış 150 denek aşılamadan 30 gün sonra covid virüsü verilerek aşının koruyuculuğu test ediliyor. Özellikle klasik, güvenliği kanıtlanmış eski platform aşıların bu testten sonra etkinlikleri inkar edilemez boyutta kanıtlanacağından 1 yıllık deney sürecinin 4 aya indirilmesi mümkündür) sonrasında yerli aşının yaza piyasada olması beklenebilir. Ama bu sağlık otoritesinin vereceği bir karardır.
ANTİKOR ÜRETİMİ VE İMMÜN PLAZMA TEDAVİSİ
Çok tartışılan bir konuda hastaları hastalığı yenmesi ve hatta PCR negatifleşmesine rağmen Virüse karşı antikor oluşamaması gerçeğidir; bunun en sık karşılaşılan nedeni aslında kişilerde rutin taramada sadece spike’lara karşı oluşan antikorların taranmasıdır. Spike, virüsün içeri girmek için kullandığı üzerindeki çıkıntılardır. Testlerde bu çıkıntılara karşı antikor varmı diye bakıyoruz ama virüsün yüzeyinde ve içinde hedef olabilecek onlarca antijenik yapı var her birine karşı antikor oluşabiliyor. Dolayısıyla sadece spike’ı hedefleyen testlerle bağışıklığın gelişmediği yorumu hatalıdır. Doğru karar nötralizan antikor testi ile verilebilir (Virüsü durdurabilen tüm antikorların total olarak değerlendirildiği test) aşı etkisiziz kalabilir. Şöyle bir gerçek söz konusu: hastalığı geçiren mutlaka antikor üretiyor sadece biz onu bulamıyoruz. Bütün antikorlara bakılamadığı için pozitif sonuç alınamıyor.
İmmün plazma tedavisi: Bir tek hastadan alınacak bağışık plazma istenilen sonucu vermeyebilir. Bağışık plazmanın en az 8 kişinin plazmasından kokteyl yapılması gerekir.Şunu biliyoruzki bazı insanlar bu hastalığı çok kolay geçiriyor, bazı insanlar çok zor atlatıyor.Bazı insanların antikorları yüksek, bazılarınınki yok vede biz biliyoruzki birtek çeşit antikor yok. Rastgele bir donörden alınan belli bir miktar antikor işe yaramayabilirken; başka bir donörden alınan farklı bir miktarolumlu sonuç verebiliyor; bu sebeple belli bir sayıda (sekiz) donörün plazma karışımı ile elde edilen havuz plazma her zaman standarda yakın pek çok antikor içerir. Kokteyl metodu ile elde edilen havuz plazmanın gereksiz antikorları da ayıklanırsa, örneğin. kan grubu antikorları böylece herkese uygulanabilir bir hal alıyor. Ülkemizde Acıbadem grubu böyle bir kokteyl antikor içeren steril bağışık plazma üretimini patentlemiş ve hastaları için tedavide kullanıyor. Bu kokteyl antikoru plazma tedavisi içerisinde hastaya vermekle hastanın aşıya bağlı aşı sonrası kendi antikorunu üretmesinin arasındaki farkı ve verimliliğini detaylamak gerekirse: plazmanın hazırlanması ve üretimi aşıdan çok pahalı ve donör bağımlısıdır. 70 milyon vatandaşımız için en az 70 milyon donör bulunması gerekir ki mümkün değil. Hem pahalı hem de sayısal olarak imkansızdır. Grubun bir iddiası bu kokteyl plazmaların koruyucu olarak kullanılabileceği. Bu günlerde böyle bir çalışma planlıyorlar. kokteyl antikor hem koruyucu olarak kullanılabilir çünküverilen antikorlar en az 60 gün insan kanında kalıyor; hem de erken dönemde kullanılırsa hayat kurtarır.
***
Kovid salgınını sırf bir hastalık sağlık faktörü olarak yalnızca tıbbi pencereden değerlendirmek yanlış olur. Küresel ekonomik ve siyasal düzende köklü ve kalıcı radikal reformların arefsindeyiz. Bu yeni düzende ulusal çıkarlarımızı koruyarak geleceği planlayabilmemiz için komplekssiz olarak eleştirel aklın ve emperyalizmle eklemlenmemiş yeni bir bilimsel anlayışın yol göstericiliğine ihtiyacımız vardır.
Geldiğimiz noktada bilim çok büyük oranda kapitalizmin hizmetindedir bu yönüyle onun tarafsız yol göstericiliğinden söz açamayız bu yüzden sunulan bilgiler farklı bilimsel çevrelerce teyit edilmesi gerekir, son tahlilde bilgi ve bilim aynı zamanda kültürel ve siyasal bir inşa olduğu unutulmamalıdır. Bilimin apolitik olduğu boş inancı sadece ve sadece bizim gibi ülkelerde mevcuttur. Bu anlamda “kamucu, halkçı, dayanışmacı” yeni bir ekonomik düzen ve bilim anlayışı vazgeçilmezdir. Nitekim salgın sürecinde kamucu toplumlar ayakta kalabildi. Dijital para, karanlık fabrikalarda üretim, gözetim ve disiplin toplumu, dinlerin toplumsal rolü önümüzdeki süreçte en fazla tartışacağımız konular. Bunların karşısına yeni bir üretim ve paylaşım kültürü koyma iradesi yeni siyasal çatışmanın ana eksenini oluşturacaktır.
Türkiye bu süreçten başarılı çıkabilesi için bütün birikimini küçük cemaat, tarikat hesaplarına, rant hesaplarıyla, tırtıklı fes, kirli sakal yelekli takım elbise düzeyiyle planlamamalı, çay ocağı ortalamasıyla yönetmemelidir.
Ercüment Ovalı gibi bilim adamlarımıza onların üretimine sahip çıkmalıyız.
İşin şakası yok!
ERCÜMENT OVALI KİMDİR?
1961’de Kırklareli’nin Babaeski ilçesinde doğdu. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde başladığı tıp eğitimini 1985 yılında 19 Mayıs Üniversitesi’nde, İç hastalıkları ihtisasını aynı üniversitede 1991’de Hematoloji üst ihtisasını 1997’de Marmara Üniversitesi Tıp fakültesinde tamamladı.
Öğretim üyeliği hayatına 1992 KTÜ iç hastalıklarında başlayan Ovalı, 1994’de Doçent 1999 da Profesör oldu. Karadeniz Teknik Üniversitesi Hematoloji bilim dalında öğretim üyeliği görevini yaparken 1 Aralık 2010’dan sonra Acıbadem Labcell hücre laboratuvarı ve Kordon kanı bankası Mesul Müdürü oldu. 59’u yurt dışı makale olmak üzere 370 den fazla yayına sahip olup, yurt dışı yayınlarının citation oranı 2.5dir.
Son 18 yıldır hücresel tedavi ürünlerinin geliştirilmesi ve klinik uygulaması ilgili olarak çalışmaktadır. İlk olarak 1998-2007 arasında KTÜ Kemik iliği nakli Merkezi Sorumluluğunu yürüttü. Yine bu süreç içerisinde Sağlık Bakanlığı Kemik iliği nakli Komisyonunda üye ve Kordon kanı bankaları Koordinasyon kurulunda başkan olarak görev yaptı.
2003 yılından sonra KTÜ adına ülkemizin ilk GMP laboratuarının Trabzon’da kuruluşunda proje koordinatörü olarak faaliyet gösterdi ve 2007 yılından sonrada bu proje kapsamında GMP şartlarında üretim yeri ruhsatına sahip ilk mesul müdür olarak Mezenkimal kök hücreler başta olmak üzere 14 ayrı hücresel tedavi ürününü ülkemize kazandırdı.
1 Aralık 2010’dan bu yana da Acıbadem sağlık grubu hastaneleri GMP ve Hücre tedavi ürünleri danışmanlığını ve Mesul Müdürlüğünü ile Doku Tipleme Laboratuarları sorumluluğunu yapmakta ve Acıbadem Kozyatağı Kemik iliği nakil merkezinde çalışmaktadır.
Yaptığı önemli çalışmalar arasında, yarı uyumlu nakillerde TCR alfa beta seleksiyonuna ilave olarak APC deplesyonu ile nakil mortalitesi ve komplikasyonlarında 19 hastalık bir seride %50 azalmaya neden olduğunu göstermesi olup bu çalışması devam etmektedir.
Devam eden diğer önemli çalışması ise dünyada ilk kez DMD hastada allogeneikumblikalkordmezenkimal kök hücreleri ile sağlıklı distrofin geninin nakledilebileceğini gösterdiği araştırmasıdır.
Evli ve 2 çocuk babasıdır.
Kemal Üçüncü
Kaynak: https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html