İNSÜLİN DİRENCİNİ ÖNLEMEK DEPRESYONU DA ÖNLEYEBİLİR
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
İndependent Türkçe’ deki yazım:
Tip 2 diyabet ve metabolik sendrom ile depresyon ve anksiyete, modern zamanların en çok görülen hastalıklarıdır ve istatistiklere göre her ikisi de giderek artma eğilimindedir.
İlk bakışta tamamen farklı organları alâkadar ettiği düşünülebilecek bu hastalıklar arasında bir münasebet olması, birinin diğerinin görülme ihtimalini artırması pekâlâ mümkün olabilir.
American Journal of Psychiatry‘de yayımlanan araştırmada, insülin direcinin majör depresif hastalık riskine etkisi olup olmadığı inceleniyor. 1
İnsülin direncini temsil eden üç parametrenin 9 senelik takipte majör depresif bozuklukla olan münasebeti ve çalışmaya katıldıktan sonraki ilk 2 yıl içinde bu değerlerdeki yükselmenin takip döneminde ortaya çıkan majör depresif bozukluğun habercisi olup olmadığı suallerine cevap arandı.
Bu maksatla, insülin direncinin temsilcileri olarak trigliserit/HDL oranı, prediyabet (açlık kan şekeri) ve obezite (göbek çevresi) değerlendirildi.
Çalışma, Hollanda Depresyon ve Anksiyete Çalışması‘nın (NESDA) kontrol grubundaki 601 kişiden gelen veriler üzerinde yapıldı.
NESDA, uzunlamasına bir tasarımda davranışsal ve psikososyal risk faktörlerini, metabolik işlevi ve majör depresyon ensidansını kapsamlı bir şekilde değerlendiren az sayıdaki çalışmalardan biridir.
Başlangıçta katılımcıların hiçbirinde depresyon veya anksiyete hikâyesi bulunmuyordu.
9 sene sonunda kontrol grubunun yüzde 14’ünde majör depresif bozukluk geliştiği ve bunlarda insülin direncini gösteren üç değerden en az birine veya fazlasına sahip olma ihtimalinin daha yüksek olduğu tespit edildi.
Yaş, cinsiyet, eğitim, fizik aktivite, alkol-sigara içmeye göre ayarlama yapıldıktan sonra en yüksek depresyon riskinin trigliserit/HDL oranına sahip olanlarda görüldüğü, bu orandaki bir birim değişikliğin majör depresif hastalık riskini yüzde 89 artırdığı belirlendi.
100 ilâ 125 mg’lık prediyabet aralığındaki açlık kan şekeri seviyelerinin depresyon riskini yüzde 37 ve göbek çevresiyle değerlendirilen obezitenin de yüzde 11 artırdıkları hesaplandı.
Çalışmanın başlangıcında depresyonun üç öngörücüsünden hiçbirine sahip olmayan ancak iki yıllık takipte bunlardan bir veya daha fazla geliştirmiş olan bir katılımcı alt grubunun analizinde, yalnızca prediyabetin depresyonla istatistiksel olarak anlamlı bağlantı olduğu ortaya çıktı.
Bu sonuçlar, diğer araştırmaların bulgularıyla beraber değerlendirildiğinde prediyabeti önlemenin bazı depresyon vakalarını da önleyebileceğini gösteriyor.
Metabolik bozukluklar ve ruhsal hastalıklar arasında iki yönlü ilişki var
Emory Üniversitesi Psikiyatri ve Davranış Bilimlerinden Dr. Mandakh Bekhbat, bu araştırmayı şu sözlerle değerlendiriyor: 2
Bu sonuçlar heyecan verici ve metabolik işlev bozukluğu ile psikiyatrik hastalıklar arasında çift yönlü ilişkilerin var olduğu fikriyle tutarlı görünüyor.
Bulguların tekrarlanması depresyonda çok önemli olacaktır ve sonuçların bilinen metabolik anormallikleri olan diğer psikiyatrik hastalıklarda trans-tanısal olarak geçerli olup olmadığı da araştırmaya değerdir.
Sistemik insülin direncinin, oldukça spesifik nörotransmitterlere ve depresyonun altında yatan nöral devre değişikliklerine nasıl dönüşebileceğinin mekanizmalarını anlamak, ileriye doğru büyük bir adım olacaktır.
Depresif bozukluklar, tüm dünyada engelliliğin önde gelen sebebidir
Majör depresyon vakalarını tahmin etmede ve bozukluğu önlemek için stratejiler geliştirmede önemli zorluklar vardır.
Majör depresyon ensidansı için risk faktörlerini belirlemek ve nihayetinde de bunların önlenmesi veya tedavisinin ne kadar önemli olduğu aşikârdır.
İnsülin direnci ve depresif bozuklukları birbirine bağlayan biyolojik deliller de artmaktadır.
İnsülin direncine ilişkin hayvan modellerinde, nöro-enflamasyon, düzensiz mitokondriyal fonksiyon ve azalmış nörojenezin yanı sıra depresyon benzeri davranış riskinin arttığı gösterilmiştir ve tüm faktörlerin insan depresyonu ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Ek olarak, hayvanlarda insülin direnci tedavisinin depresyon benzeri davranışları tersine çevirebileceği de ortaya konmuştur.
İnsülin direnci ile majör depresif bozukluk arasındaki ilişkinin meta-analizinde iki durum arasında pozitif bir kesitsel ilişki de kurulmuştur.
Majör depresif bozukluğun, insülin direncinin önemli bir rol oynadığı tip 2 diyabet ve metabolik sendrom gelişme riskini artırdığını ortaya koyan çalışmalar da vardır.
Çığ gibi artan kronik hastalıkların ortak bir sebebi olabilir
Metabolik hastalıklar ve depresyon tamamen farklı organların hastalıkları olmakla beraber aralarında bir münasebet olmasına hiç şaşırmamak gerekir.
Günümüzde çığ gibi artan kronik hastalıkların altında yatan temel olayın mikropsuz iltihap olarak bilinen enflamasyon ve bağırsak mikrobiyotasındaki bozulmalar (disbiyozis) olduğunu gösteren çalışmaların sayısı çığ gibi artıyor.
Enflamasyon ve disbiyozis gelişiminde de geleneksel beslenme modelinden uzaklaşmanın ve işlenmiş yiyecek ve içecek tüketimindeki artışın büyük önemi var.
Gelelim neticeye
BİR: İnsülin direnci dolayısıyla da tip 2 diyabet ile depresyon ve anksiyete gibi ruh hastalıkları arasında karşılıklı bir münasebet olması gayet akla yatkındır. Biri diğerinin görülme sıklığını pekâlâ artırabilir.
İKİ: Her iki hastalığın önlenmesinde de adam gibi hayat tarzı ve adam gibi beslenme olmazsa olmaz faktörlerdir. İnsülin direncini ve ruhsal hastalıkları önlemede ilaçlara başvurmadan önce hayat tarzının düzenlenmesi şarttır.
ÜÇ: İnsülin direnci ve depresyon arasındaki münasebetin mekanizmalarını ortaya çıkarmak yani “tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıktı” sualine cevap bulmak ise pek kolay olmayacaktır.
Kaynaklar:
1. https://ajp.psychiatryonline.org/doi/10.1176/appi.ajp.2021.20101479
2.https://www.medscape.com/viewarticle/961253?src=soc_tw_211024_mscpedt_news_psych_insulin&faf=1
Makale adı: Incident Major Depressive Disorder Predicted by Three Measures of Insulin Resistance: A Dutch Cohort Study
***
EK 1 (15.11.2021): The cardiometabolic comorbidity of psychosis and depression may have distinct, disorder-specific early-life origins. Disrupted insulin sensitivity could be a shared risk factor for comorbid cardiometabolic disorders and psychosis. A puberty-onset major increase in BMI could be a risk factor or risk indicator for adult depression. These markers may represent targets for prevention and treatment of cardiometabolic disorders in individuals with psychosis and depression.
Kaynak:https://jamanetwork.com/journals/jamapsychiatry/fullarticle/2774874
***
EK 2 (28.4.2023): Majör depresif bozukluğun bağırsak mikrobiyomu ve kan metabolomunun etkileşiminin sebep olduğu, enerji ve lipid metabolizmasındaki bozulmalarla bağlantılı olabileceği bulundu.
Müthiş ama…
Gel de bunu psikiyatristlere anlat!
Kaynak: https://jamanetwork.com/journals/jamapsychiatry/article-abstract/2803844
***
EK 3 (21.11.2023): İnsülin direncinin pankreas kanseri riskini artırıyor. Aşırı insülin, sindirim enzimlerini üreten pankreas hücrelerini aşırı uyarıyor. Bu da iltihaplanmaya yol açarak hücreleri kanser öncesi bir duruma dönüştürüyor.
Kaynak: https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S1550413123003728?via%3Dihub
Makale: Hyperinsulinemia acts via acinar insulin receptors to initiate pancreatic cancer by increasing digestive enzyme production and inflammation
***
EK 4 (27.11.2023): Yoz gıdalar depresyon riskini de artırıyor.
Kaynak: https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0165032723006365?via%3Dihub
***
EK 5 (29.11.2023): Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki araştırmacılar, fermente gıdalarda ve yoğurtta bulunan bir bakteri olan Lactobacillus’un stres yönetimi ve olası depresyon ve anksiyetenin önlenmesindeki rolünü deşifre ederek önemli bir atılım gerçekleştirdi. Bu bulgu, Lactobacillus’un rolünü, insan vücudunun içinde ve üzerinde yaşayan çok sayıda mikroorganizmayı içeren diğer mikrobiyotadan ayırması bakımından dikkat çekiciydi. Bu mikrobiyota bağışıklık fonksiyonu, sağlık ve zihinsel refah için büyük önem taşıyor.
Alban Gaultier ve ekibi tarafından yürütülen çalışma, bağırsakta yaşayan Lactobacillus’un bağışıklık sistemini modüle ederek ruh hali bozukluklarını nasıl etkilediğini vurguluyor. Bağırsaklar, sağlık ve hastalıkta önemli rol oynayan bakteriler, mantarlar ve virüsler de dahil olmak üzere trilyonlarca mikroorganizmaya ev sahipliği yapmaktadır. Hastalık veya kötü beslenme gibi faktörlerin neden olduğu bu mikrobiyotadaki bozulmalar, kanser de dahil olmak üzere çeşitli hastalıklarla ilişkilendirilmiştir.
Eksikliği depresyonu şiddetlendiriyor
Araştırma, hastalıklarla savaşmak için bağırsak florasını, özellikle de Lactobacillus’u manipüle etme potansiyelini vurguladı. Gaultier’in laboratuvarı tarafından yapılan önceki çalışmalar, Lactobacillus’un laboratuvar farelerinde depresyonu tersine çevirebileceğini göstermişti, ancak altta yatan mekanizmalar belirsizdi.
Son bulgular, Lactobacilli’nin davranışı nasıl etkilediğini açıklığa kavuşturuyor ve bu bakterilerin eksikliğinin depresyon ve anksiyeteyi şiddetlendirebileceğini gösteriyor. Stres tepkisini düzenleyen ve depresyonu önlemeye yardımcı olan interferon gama adlı bir bağışıklık aracısının seviyelerini korurlar. Bu içgörü, Lactobacillus seviyelerini optimize etmek için özel olarak formüle edilmiş probiyotik takviyeler yoluyla ruh sağlığı koşullarını önlemek ve tedavi etmek için yeni yöntemler geliştirmek için bir temel sunuyor.
Yeni tedavi çalışmalarını hızlandıracak
Araştırmacı Andrea R. Merchak’a göre, bu sonuçlar probiyotiklerin geliştirilmesini ilerletmek için yeni araçlar sağlayarak yeni tedavilerin keşfini hızlandırıyor. Şimdi odak noktası, sağlıklı Lactobacillus ve interferon gama seviyelerinin korunmasının anksiyete ve depresyonu önlemek ve tedavi etmek için nasıl kullanılabileceğine kayıyor.
***