BAŞBAKAN NEDEN SEZARYENLE DOĞUMLARA TAKILMIŞ OLABİLİR?

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
mehmet barlas 1

Sabah gazetesinde Mehmet Barlas’ ın yazısı:

Blaise Pascal (futbolcu Pascal Nouma değil) bir yakınına yazdığı mektuba “Bu mektubu her zamankinden uzun yazıyorum. Çünkü kısa yazacak kadar vaktim yok” diye başlamış ya…

Başbakan Erdoğan ise gündemindeki konuların yoğunluğundan ve karmaşıklığından olacak, uzun uzun anlatması gereken sorunlar üzerinde birkaç cümlelik, kısaca geçmesi gereken meseleler hakkında da günlerce süren konuşmalar yapıyor.

Erdoğan’ın her sözüne mal bulmuş mağribi gibi atlamayı meslek edinenler de, bu konuşmalar üzerinde çeşitlemeler yaparak ömürlerini geçiriyorlar.
Başbakan’ın bir bardak suda fırtınalar kopartan son konuşması “Sezaryen” ve “Kürtaj” üzerineydi.

Sezaryen ve kürtaj

Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Nüfus Fonu ve Avrupa Parlamenterler Forumu tarafından düzenlenen, “Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı“nda yaptığı konuşmada, her aileden en az üç çocuk istediğini tekrarlarken, sezaryenle doğuma ve kürtaja karşı olduğunu şöyle anlattı:

Ben, sezaryenle doğuma karşı olan bir başbakanım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etmeye hakkı olmamalı, ha anne karnında bir çocuğu öldürürsünüz, ha doğduktan sonra… Hiç farkı yok.

Başbakan ertesi gün de AK Parti Genel Merkez Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi’nde şöyle konuştu:

Kürtaj ve Uludere

Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Ve bu ifademe karşı çıkan bazı çevrelere, medya mensuplarına sesleniyorum; yatıyorsunuz, kalkıyorsunuz Uludere diyorsunuz. Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum. Anne karnında bir yavruyu öldürmenin doğumdan sonra öldürmekten ne farkı var, soruyorum size.

Başbakan Erdoğan’ın özellikle “Sezaryen” konusuna neden takıldığını anlatacak vakti yok ki, doğacak tepkileri bile bile bu konunun üzerinde duruyor.
Bereket konuyu bilenler ve ille de “Başbakan’a bir şeyler demek” için değil kamuoyunu aydınlatmak için yaşayanlar da var.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın “haberx.com“daki yazısından alıntılar yaparak, öğrendiklerimi siz sayın okurlarımla paylaşıyorum:

Sezaryen modası mı?

– Sağlık Bakanlığı, Türkiye’deki tüm doğumlar içinde sezaryen oranının 1998’de yüzde 14 iken, 2007’de yüzde 36, 2010’da ise yüzde 45.4 olarak gerçekleştiğini bildiriyor. Devlet hastanelerinde sezaryen oranı yüzde 41 iken, özel hastanelerde yüzde 64’e, üniversite hastanelerinde ise yüzde 65′e çıkmış durumda. Dünya Sağlık Örgütü ise sezaryen oranlarının yüzde 5-15 arasında olması gerektiğini, yüzde 15 üzerindeki oranların faydadan çok zarar getireceğini bildiriyor.

Zamanlama meselesi

– Önce sezaryenle doğumların neden arttığına bakalım: 1- Cerrahi ve anestezi tekniklerinin gelişmesiyle sezaryenle ilgili riskler azalmış ve güvenirliği artmıştır. 2- Doktor sezaryeni tercih eder çünkü normal doğumun ne zaman olacağı hiç belli olmaz. Doktor için sezaryen doğumun daha az sıkıntılı olması yanında maddi kazancı da daha fazladır. 3- Çalışan anne adayları normal doğumu bekleyerek zaman kaybetmek istemezler. İzin ve tatiller buna göre ayarlanır. Sezaryen doğumun anestezi ile gerçekleştirilmesi de acı çekmekten korkan kadınlar için çok cazip olabilir.

Metropol kadınları

– Tarlada çalışan, evinin suyunu çeşmeden, odununu ormandan taşıyan güçlü kuvvetli, acı çekmeye alışmış çilekeş köylü kadını rahatlıkla normal doğum yapabilir; zaten de öyle yapıyor. Büyük şehir kadınlarına gelince. Kanun hükmünde kararname de çıkarılsa onları normal doğuma zorlayamayız. Karın ve pelvis kasları dumura uğramış, ıkınma gücü sıfıra yakın, canı tatlı, çıtıpıtı, nazenin metropol kadınlarının isteseler bile “normal doğum yapmaları mümkün değildir.
Bilen bir kişinin “Kürtaj” konusunu da bu berraklıkla ele almasını beklemek durumundayız.

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. ky dedi ki:

    SEZERYAN ve KÜRTAJ MODA OLDU

    Sezeryan riskli bir ameliyat. Kendinizi sezeryan geçiren bir kadının yerine koyarak düşünün. Böyle riskli bir ameliyattan sonra tekrar çocuk sahibi olmak için, giderek artan bu riske girmek ister misiniz? Kim ister? Son yıllarda normal doğum giderek azalırken sezeryan ve kürtaj neredeyse moda olmuştu. Sezeryan acil durumlarda kullanılması gereken tıbbi bir yöntem olmaktan çıkmış, estetik ve konfor olarak sunulmaya başlamıştı. İşin ekonomik ve sosyal boyutu bir yana geleceğimizi tehdit eden bir tehlikeye dönüşmüştü.

    Milletlerin geleceği tehlikeye girdiği zaman buna kim karşı koyacak? Bu tehlikenin ne olduğundan habersiz cahilleri kim aydınlatacak? Çocuk deyince tüyleri diken diken olan ve 3 çocuk kavramına karşı çıkanları kim uyaracak?

    Depremden domuz gribine, kolesterolden, sezeryana kürtaja… Bilim dünyamız üçe ayrılmış; bir grup ak derken diğeri kara diyor, seyreden bilim dünyamız ise kafamız karıştı diyorsa geleceğimiz tehlikede demektir. Bilim dünyasının bile zihni karışık ise vatandaşı kim aydınlatacak?

    Ülkelerin geleceği zihinsel karışıklığı kaldırmaz, hiçbir yönetim de bu zafiyeti seyretmez. Devlet ve milletin karanlıkta gören gözü, hisseden beyni olan istihbarat, Başbakana bağlı. Çünkü tek yetkili Başbakan. Geleceği öngören, planlayan doğru ve güvenilir istihbarat olmadan hiçbir devlet önünü göremez. Algı savaşıyla zihinlerin yeniden formatlandığı çağımızda hiçbir şey bildiğiniz gibi değil, hiçbir şey de gördüğünüz gibi değil. Her çeşit bilgiyi saklayan, değerlendiren ve buna göre önlemler alan bir beyin yoksa işiniz zor.

    Ekonomiden sağlığa, algı savaşından enerjiye hafiyelik zannedilen istihbarat anlayışının artık değiştiğini ve yeniden dizayn edildiğini görüyoruz. Başbakanın öngörülerinin gerçekleşmesi, değişen ve gelişen istihbarat gücünü çok iyi kullandığını gösteriyor. Milletlerin hasta bir topluma dönüştürülmesinden, kısırlaştırılmasına kadar sinsice sürdürülen bu savaşı anlamayan ve buna karşı koyamayan ülkelerin yaşama şansı yok. Ülkemizin de bu tehlikelere karşı hazırlıklı olduğunu sayın Başbakanın uyarı ve çıkışlarından öğreniyor ve rahatlıyoruz. Önce toplumu sarsacak şekilde genel bir çıkış yapıyor, sonra da tartışma ortamı hazırlayarak gündemi belirliyor ve sonunda acı gerçekleri öğretiyor.

    Aksi halde, 1975 yılına kadar %2 olan kısırlığın 2009′da %25′e çıktığını, 2030′larda % 90′a çıkabileceğini, önlem almazsak 22. yüzyılın hayal olabileceğini kim anlatacak? Her iki kadından birinin sezeryan ameliyatı geçirdiğini, her yıl 160 bin kürtaj olduğunu, bunların bir daha riske girmek istemediğini kim anlatacak? Neyse ki bizi uyaranlar ve önlem alanlar var.

Siz de yorumunuzu paylaşın: