KARATAY DİYETİNE ELEŞTİRİLER VE CEVAPLARI II

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
canan efendigil

6. “Kolesterol zararsızdır diyen Canan Hoca’nın ‘ailesel hiperkolesterolemi’ nedeniyle çocuk yaşlarında damarları tıkanan, 15 yaşında bypass olan, 18 yaşında kalp krizi geçiren hastalar için ne diyeceğini duymak isterdim. Kolesterol yüksekliğinin hiç bir önemi yoksa çocuk yaşta kalp krizi geçiren bu hastaları nasıl açıklayacağız?”

CEVAP:

Ailesel hiperkolesterolemi, kolesterol metabolizma bozukluğu olan doğumsal bir hastalıktır. Doğumsal olan bu metabolizma bozukluğu, %1’den düşük oranda olmak üzere (görülme sıklığı: 1:200-1:300) bütün toplumlarda görülmektedir. Bu kişilerin hücre zarlarında, anne rahmindeyken ve doğdukları zaman LDL dediğimiz kolesterolü, hücre içine sokacak reseptörler yani kapılar yoktur, bulunmaz. Hücre içine giremeyen kolesterol kanda yüksek olarak dolaşır durur. Bu durum normal fizyolojik bir sonuçtur, bir hastalık değildir.

Ailesel hiperkolesterolemili grupta görülen yüksek kolesterol ile insülin direncine bağlı görülen kolesterol yüksekliği arasında bir benzerlik yoktur.

Ailesel hiperkolesterolemili kişilerde, sıklıkla vücudun birçok yerinde de sert kolesterol birikimleri (biz buna tıp dilinde kolesterol nodülleri ya da ksantomalar deriz) vardır. Ksantomalar, parmak tendonlarında, dirsek tendonlarında, aşil tendonlarında gelişi güzel yerleşirler. Bazıları da çeşitli damarlarda ve kalp kapaklarında yerleşirler. Özellikle aort kapağına yerleşerek, aort kapak darlığına neden olurlar.

Ailesel hiperkolesterolemi olan kişilerin birçoğunda da ksantomaya rastlanmamaktadır. Ailesel hiperkolesterolemi olan kişilerin ölüm nedenleri bilinenin aksine yüksek kan kolesterolü değildir. Bu bağlamda birkaç çalışmadan örnekler vermek istiyorum:

Helsinki Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde hiperkolesterolemi olan 100 ailesel hasta 14-17 yıl izlenmişlerdir. Bu süre içinde 30 kişinin öldüğünü bildirmişlerdir. Profesör Tatu Miettinen ve arkadaşları 26 kişinin kalp krizi, 4 kişinin de kalp dışı nedenle öldüğünü ve ölenlerin %67’sinin sigara kullandıklarını bildirmişlerdir.

İlginç olan ise ailesel hiperkolesterolemili 100 kişinin LDL kolesterolleri, yaşayanlar ve ölenlerde aynı düzeylerdeydi! Aterosklerozun nedeni yüksek kolesterol olmuş olsaydı, kalp krizinden ölenlerin kolesterolünün daha yüksek olması beklenmez miydi? Ailesel hiperkolesterolemi olan 100 kişi tüm izlenmeleri süresince hiçbir kolesterol düşürücü ilaç kullanmamışlardır.

Finlandiya Helsinki’de yapılan bu çalışma Kanada, ABD ve İngiltere’de yürütülen birçok çalışmayla da desteklenmiştir.

Hollanda da yapılan bir çalışmada da, yalnız bacak damarlarında görülen dolaşım bozukluğunun kan kolesterol düzeyi ile bir ilişkisi bulunmadığını ortaya koymuştur.

Hollanda da 22 lipid kliniğinde 2.400 ailesel hiperkolesterolemili kişi izlenmiştir. Altı yıl içinde kalp krizi geçirenlerle geçirmeyenler arasında LDL düzeyleri birbirine eşit olarak bulunmuştur.

Diğer bir ilginç çalışma da İtalya’dan bildirilmiştir. Ailesel hiperkolesterolemi kişilerin serebral arterlerinin normal olduğu gösterilmiştir.

Başka bir çalışmada ise ailesel hiperkolesterolemi olan kişilerin ince bağırsaklarının, yağların ve kolesterolün kana geçtiği ‘ileum’ denilen bölümü çıkarılmıştır. Bu kişilere ve kontrol grubu olarak ameliyat yapılmamış olan 18 kişiye kolesterol düşürücü ilaç verilerek on yıl süre ile izlenmiş. Kolesterol ilacı alan kişilerin LDL düzeyleri düşmesine rağmen, her iki grupta ortaya çıkan dolaşım sistemi bozuklukları arasında bir fark olmadığı gösterilmiştir.

SONUÇ:
Ailesel hiperkolesterolemi, doğuştan olan bir lipid metabolizması bozukluğudur. Bu kişilerin vücudunda LDL reseptörleri bulunmamaktadır. Yüksek kolesterol, kalp krizi ve ölüm nedeni değildir. Amsterdam Üniversitesi’nden Dr. Angelique Jansen, bu kişilerin protrombin geninde bozukluklar olduğunu, bu nedenle aşırı protrombin üretildiğini göstermiştir. Protrombin kan pıhtılaşmasını artıran önemli bir proteindir. Ailesel hiperkolesterolemili kişilerin dolaşım sistemlerinde kanın pıhtılaşma olasılığı çok yüksektir. Nitekim bu çalışmada, kalp damar tıkanıklığı olan kişilerde protrombin düzeyleri yüksek olarak bulunmuştur. Diğer birçok çalışmada da, ailesel hiperkolesterolemi olan kişilerin kanlarında, fibrinojen ve faktör VIII gibi pıhtılaşma faktör ve proteinleri yüksek olduğu gösterilmiştir.

7. Günde 4-5 kalem pirzola yenir mi?

CEVAP:
Kırmızı etin glisemik indeksi sıfırdır. Evet, bu nedenle günde 4-5 kalem kuzu pirzolasını öneriyorum. Türkiye’de biz kuzu pirzolası yeriz. 4-5 kalem pirzolada bir avuç içimiz kadar ince kırmızı et bulunur. Koca bir vücut için azdır bile diye düşünüyorum. Halkımıza Amerikan pirzolası olan kocaman 4-5 adet domuz ya da buffalo (Amerikan öküzü) önermiyorum. Bu bağlamda maalesef halkımızın yanıltılmakta olduğuna inanıyorum. Çünkü ülkemizde hiçbir zaman sığır ve öküzün pirzolası tüketilmez. Amerikan öküzü pirzolası ise hiç tüketilmez! Bizler kuzu pirzolası yemeye alışığız.

Ülkemizdeki kuzu veya danaların yetişme, kesilme ve tüketilme biçimi ile Amerika’daki hayvanların yetiştirilmesi, kesilmesi ve tüketilmesi birbirinden çok farklıdır. Bu konularla ilgili geniş bilgiler Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitabında yer almaktadır.

Ayrıca beyaz etlerde de kolesterol olduğunu unutmayalım. Neden beyaz et öneririz de, kırmızı et önermeyiz anlamış değilimdir? Tavuklarda da, balıklarda da kırmızı et kadar kolesterol bulunmaktadır çünkü…

9. “Geçenlerde bir hastam muayeneye geldi, kilo verdiği için ağzı kulaklarında… Son bir aydır her gün iki pirzola, iki de yumurta yediğini söylemez mi! Az daha şoka giriyordum. Canan Hoca yumurtanın kolesterolü yükseltmeyeceğini söylüyor, ancak yumurtadaki tek sorun kolesterol değil ki. Bir yumurta sarısında 70 mg Arachidonic asit vardır. Arachidonic asit inflamasyon (mikropsuz iltihap) yapar, romatizmayı, astımı, alerjiyi, damarlardaki iltihaplanmayı azdırır, bu yüzden mümkün olduğu kadar az yenmesi gerekir.”

CEVAP:

Hastasının sağlığına kavuştuğuna inanıyorum! Sağlıklı bir şekilde kilo vermiş bu yüzden de mutlu… Sayın Dr. Murat Kınıkoğlu, yumurtanın sarısında arachidonic asit bulunur diyor! Bu konuda kendisine katılmam mümkün değil. Arachidonic asit şeması, Karatay Diyeti kitabının 72’inci sayfasında açıkça verilmiştir.

Arachidonic asit bitkisel kaynaklı olan omega-6 yağlarındandır. Omega-6 içerikli olan mısırözü ve ayçiçeği gibi çoklu doymamış olan yağlardandır. Omega-6 yağları çoklu doymamış olduklarından, çok çabuk bozulurlar. Çünkü ileri derecede kırılganlardır. Mısırözü ve ayçiçeği yağları ısıya, güneşe ve hava temasına maruz kaldıklarında veya kızartmalarda kullanıldıklarında hemen bozulur yani fazla miktarda ‘de-nature’ olurlar. Aşırı miktarda bozulmaları sonucu vücutta inflamasyona (mikropsuz iltihap) neden olan, pro-inflamutuar dediğimiz, arachidonic asittenen prostaglandin 2’lerin fazla miktarda oluşmasına neden olurlar.

Ancak hayvansal bir gıda olan yumurtada az miktarda omega-6 yanında fazla miktarda omega-3 de bulunmaktadır. Ortalama 60 gr doğal olan bir yumurta sarısında, 900 mgr bozulmamış omega-3 bulunur. Orta boy 60 gr bütün bir pişmemiş yumurtada, bütün bir canlının (civciv) oluşması için gerekli birçok temel vitamin, mineral, aminoasit bulunur. Yumurta sarısında bulunan kolin aminoasidi, karaciğer yağlanmasını önlemektedir. Diğer 19 adet aminoasit de bir canlının oluşması için gereken proteinlerin ön ve temel maddeleridir. Bu aminoasitler ise insan proteinine en yakın olan, aminoasitlerdir.

Burada son derece önemli olan bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: Önemli olan yumurtanın pişirilme şeklidir. Yumurtayı çok haşladığımız zaman, eğer sarının etrafında gri-yeşil bir renk oluncaya kadar haşlarsak, yumurtanın hem sarısı hem de beyazı de-nature olmuştur (doğal yapısını kaybetmiştir). Yani artık o yumurta değildir, zaten genelde pikniklerde çok pişirilerek hazırlanan katı yumurtanın sarısını ağzımıza aldığımız zaman dağılır, un ufak olur. Ya da yumurtayı kavurup, yakarsak gene onu de-nature etmiş oluruz.

Yumurta sarısı bozulduğu gibi beyazı da bozulmuştur içeriğinde aşırı miktarda arachidonic asit ve trans yağlar meydana gelmiştir.

İşte bu trans yağlar tehlikelidir, kanserojendir (kanser nedeni), aterojendir (damar sertliği nedenidir) ve insülin direncinin başlamasının da ana nedenidir. İşte Sayın Dr. Kınıkoğlu’nun açıklamak istediği de bu olsa gerek diye düşünüyorum.

Yumurtalar kayısı kıvamında haşlandığında ya da köy tereyağında hafif ısıda beyazı biraz yoğunlaştıktan sonra ateşten indirilip (yani yakılmadan pişirilip), tavanın üstü kapatılıp kendi sıcaklığıyla sarısı arzu edilen kıvama gelince tüketildiğinde, zararlı değil, üstünüze üstlük glisemik indeksi sıfır olduğu için çok faydalıdır. İnsülin direncinin kırılmasını sağladığı ve uzun süre tokluk hissi verdiği için sağlıklı kilo verilmesini sağlar.

Ayrıca sindirim sisteminde uzun süre kalacağından kan insülin düzeyinin aşırı derece dalgalanmasını ve sık sık açlık krizlerimizin oluşmasını önler. (Bakınız Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık, Hayykitap, Kasım 2011, Sayfa 147-153)

Yeri gelmişken önemli bir noktayı daha açıklamak istiyorum. Yumurtanın kolesterolü yükselttiği bilgisinin nereden ve nasıl çıktığını anlatmak istiyorum. ABD’de 1950 yıllarında General Mills firması mısır gevreği üretmeye başlamıştır. Adı geçen firma, işlenmiş olan ve aşırı miktarda şeker ve trans yağ içeren mısır gevreklerinin kahvaltı masalarında yerini alması amacıyla yumurtayla araştırmalar yaptırmıştır. Yıllarca sonra açıklandığına ve öğrendiğimize göre, bu araştırmalar maalesef taze doğal yumurtalarla yapılmamıştır. Bu araştırmalarda, ‘yumurta tozu’ kullanılmıştır. Yumurtalar fabrikalarda toz haline dönüştürülüp deneklere sunulmuştur.

Yumurta toz haline geldiğinde, yukarıda da belirttiğim gibi doğallığını kaybeder, yüksek miktar da trans yağlar oluşur ve arachidonic asit aşırı miktarda yükselir. Yumurta tozu son derece tehlikeli bir zehir, bir toksindir artık! Aşırı miktarda vücuda giren toksinleri etkisiz hale getirmek, vücudu bu toksinlerin meydana getirdiği stresden korumak, kurtarmak amacıyla organizma, doğal olarak aşırı miktarda, güçlü bir antioksidan olan kolesterol üretecektir. Sonuç olarak kandaki kolesterol bu nedenle yükselmiştir. Amerikan Kalp Derneği (kısacası AHA) 2002 yılında, trans yağların bütün yağlardan (doğal doymuş yağlar da buna dâhil) tehlikeli olduğunu bildirmiştir.

2. “Canan Hoca meyvenin zararını ispatlamak için “Bir elma yedikten sonra midenizin ezilmesi bundandır” diyor. Ben üç elma yiyorum midem ezilmiyor. Dünyada meyvenin faydaları üzerine yapılmış binlerce çalışma varken, ‘günde bir meyve yiyin’ demeyi doğru bulmuyorum. Ben şahsen hastalarıma günde beş porsiyon meyve yemelerini öneriyorum.”

CEVAP:

İlk önce şunu belirtmek istiyorum ki, meyveler ve meyve suları içerdikleri A ve C vitaminlerinin kuvvetli birer antioksidan olmaları nedeniyle tabii ki sağlıklıdır. Ancak aynı zamanda bütün meyveler ‘şeker’dir. Her meyve yediğimizde vücudumuza şeker girmekte, kan şekerimiz ve insülinimiz yükselmektedir. Bu da yeterli hareket etmeyen bir toplumda doğal olarak insülin ve leptin direncinin (insülin ve leptin direnci hakkında ayrıntılı bilgileri Karatay Diyeti ve Karatay Diyeti’yle Yaşam Boyu Sağlık kitaplarında bulabilirsiniz) başlamasına sebep olmaktadır. Aşırı miktarda meyve tüketmekle de karaciğer ve pankreas yorulmakta ve yağlanmaya başlamaktadır.

Bol meyve yiyerek ya da büyük bir bardak (en az 2-3 meyve sıkılarak elde edilmiş) meyve suyu içerek hiçbir zaman insülin direncini kıramayız. Kalori azaltarak verdiğimiz kiloları işte bu sebepten kısa sürede fazlasıyla geri alıyoruz.
Ben kilo vermek ya da insülin ve leptin direncini kırmak isteyenlerin aşırı miktarda meyve yememelerini öneriyorum.

Günde beş porsiyon meyvenin kaynağı da tercüme diyetlerdir! Örneğin ABD’de veya İngiltere’de meyveler tane ile satın alınır. Bizim aldığımız gibi, 2 kg elma, 2 kg üzüm, bir kilo taze incir (oralarda zaten bulunmaz, bilinmez) veya kocaman bir karpuzu kimse evine alamaz. Karpuzlar dilim dilim satılmaktadır bu ülkelerde. Bu nedenle oraların halkı için hazırlanmış diyet listelerinde (ben bunlara ‘tercüme diyetler’ diyorum), meyve fazlasıyla önerilmektedir.

Ayrıca, ülkemiz insanı son derece hareketsizdir! Biz meyveyi bir öğün yerine yemiyoruz, mükellef bir öğünden sonra kocaman bir meyve tabağını önümüze alıp tüketiyoruz! Özellikle akşam yemeklerinden sonra televizyon karşısına geçip, bir elma, bir armut, 2 mandalina vb yiyip, sonra da yatıyoruz. İşte bu nedenlerle, vücudumuzda insülin direncini başlatıyor ve de artırıyoruz.

Aslında meyve kısıtlaması yapmadığımı da ayrıca vurgulamak isterim: Çünkü ben kahvaltıda 10-15 zeytin öneren bir kişiyim. Zeytin, glisemik indeksi düşük olan en sağlıklı meyvedir… Ayrıca sabah kahvaltısında, domates, biber, salatalık gibi (bunlar o bitkilerin meyveleridir!) meyveleri öneren biriyim.

Eğer insülin direncini kırmak istiyorsak veya kilo vermekte zorluk çekiyorsak bir öğün yerine düşük glisemik indeksi doğal bir mevsim meyvesi tüketebilirler.

Aşırı kilolar gidince ve kan insülin değerleri 5 IU/ml değerine ininceye kadar Karatay Diyeti önerilerini uygulayanlar daha sonra her gün 40-50 dakika yürüyüş yapmak, yemek yedikleri saatlere ve yiyecekleri tüketme şekillerine dikkat etmek şartıyla, sağlıklı olan her şeyi mevsiminde abartmadan yiyebilirler.

Ayrıca hazır satılan veya taze sıkılmış meyve suları da birçok diyet listesi ve beslenme programında, sağlıklı oldukları iddiasıyla, bol miktarda ve ciddi bir şekilde önerilmekte.

Ancak hiçbir diyet listesi veya beslenme programında meyve sularının aşırı miktarda şeker (früktoz) içerdiğinden ve kan trigliseridlerini yükselttiğinden nedense hiç bahsedilmemekte. Oysa meyve şekeri olan früktozun, organizma ve sağlığa bütün diğer şeker türlerinden daha zararlı olduğu bilimsel olarak gösterilmiştir.

Bir bardak taze sıkılmış meyve suyu da içerdiği lifler tamamen ufalanıp parçalandığı için, hızla kana geçerek kan şekeri ve insülinini çok ani olarak ve fazla miktarda yükseltir. Bunun sonucunda kan şekerinde birden düşüş olur ve kısa sürede reaktif hipoglisemi atağı gelişir. Hemen bir tatlı ya da şekere hücum ederiz! İşte bu şekilde bir bardak meyve suyu insülin direncini sinsi bir şekilde başlatmış olur. İnsülin direnci zaten gelişmiş olan kilolu ve şişman kişilerde ise insülin direncinin artmasına neden olur.

Obezlerde şekerin hızlı emilimi, sık sık acıkma nedenidir ve aşırı miktarda besin alımını tetikler. Ayrıca fruktoz ve yüksek kan şekerinin bağışıklık sistemini zayıflatarak birçok immün sistemi hastalıklarına ve kanser hastalıklarına da neden olduğunu, detaylarıyla, Kansere Çözüm Var, Hayykitap, Ekim 2011 kitabında ‘Şeker Neden Tatlı Tatlı Zehirler?’ başlıklı bölümde açıklıyorum.

SONUÇ:

Yüksek fruktoz içeren meyveleri aşırı miktarda tüketmek, fizik aktivitesi son derece az olan, obez ve göbekli bir toplum için zararlı olmaktadır.

Prof. Dr. M. Canan Efendigil Karatay
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi
İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Anabilim Dalları Öğretim Üyesi

Siz de yorumunuzu paylaşın: