KÜRESEL SAĞLIK SİSTEMİ “İNSAN SAĞLIĞINI” TEHDİT EDİYOR!
Doç. Dr. kemal Yeşilçimen’ in yazısı:
Mehmet Ali Önel yönetimindeki “Deşifre” programında, “küresel sağlık sistemi”nin nasıl insan sağlığını bozan bir “para sisitemi”ne dönüştüğü çarpıcı bir şekilde masaya yatırılmıştır.
İstanbul Tıp Fakültesinden Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, Kulak Burun Boğaz Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Özdoğan, Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesinden Çocuk Hastalıkları Uzmanı Prof.Dr. İlknur Arslanoğlu, Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Gülümser Heper ve Göğüs hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta’nın konuk olduğu programda, hastaların nasıl müşteri olarak görüldüğü, küresel tıp endüstrisinin ve ilaç kartellerinin, dünya sağlık sistemine nasıl yön verdiği çarpıcı tespitlerle gözler önüne serilmiştir.
Programda, günümüzde “koruyucu-önleyici tedavi“nin göz ardı edildiğine dikkat çekilirken, gereksiz ameliyatlar, rastgele kullanılan antibiyotikler ve çeşitli ilaçlar nedeniyle tıp endüstrisinde yaşanan sağlık dışı uygulamalar ve tıp yalanları açıkça ortaya konulmuştur. Konuşmacı uzmanların görüşleri aşağıda özetlenmiştir:
Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu: “Çok rahatlıkla evde istirahatle düzeleceği tecrübelerle bilinen hastalıklarda dahi, ilk günden hemen doktora gidiliyor. Doktorlar, çoğu zaman hastalar tarafından adeta tahlil istemeye sevk ediliyor ya da zaten doktor kendisi şartlanmış oluyor. Hemen bir kan aldıralım, hemen bir boğaz kültürü aldıralım, şurasına bakalım, burasına bakalım, bir film çektirelim diye hareket ediliyor. Zaten hastanenin soğuk koridorlarında, mikroplu yerlerde özellikle çocuk hastalar, haliyle beklerken durumu ağır değilse de ağırlaşıyor. Bir de çocuklar verilen ilaçları aldığı zaman. İlacın biri düz kasları felç eder, öbürü mukozaları kurutur ve hastalığını ağırlaştırır. Öbürü ateşini düşüreyim derken ateşi pat diye düşürüp vücudunun bağışıklık sistemini felç eder. Yani korkunç bir insan bedeni istismarı olduğunu düşünüyorum. Bu, küçücük çocuklarda olunca durum daha da vahim. Akut hastalıklardan İnsanın biraz kendi bedenini tanıması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar nörotik olmamamız gerekir. Bir insan her belirtide alıp çocuğunu, ya da yakınını doktora götürünceye kadar, gerçekten hasta olup olmadığını anlama duyarlılığını korumalı diye düşünüyorum. Kendi biyolojimizden biraz fazla koparıldığımızı düşünüyorum.”
Prof. Dr. Ahmet Özdoğan: “Bizim köydeki ya da şehirdeki anne babamız doktora gitti. Doktor şampuanını değiştir, sakın ha onu kullanma, bunu kullanma der mi? Bakın bu çok zor bir doktorluk şeklidir. Çünkü o hastalar ilaç bekler, film çektirmesini bekler, hatta ilaç yazmayan doktor iyi doktor değildir anlayışı vardır. Şimdi bizim bu noktada eğitimi kullanmamız lazım. O amcamıza, o teyzemize, dayımıza bunları öğretmemiz lazım. Bak kardeşim bu böyle olmaz diye.”
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta: “Kanıta dayalı tıp diye bir şey var! Son senelerde çok kullanılıyor. Ben onları kanırta kanırta tıp diye isimlendiriyorum. Burada insan ruhu yok! Günümüzde insanlar birer makine gibi oldu. Biz nasıl araba bozulduğu zaman artık tamirat kalktı ya! Ufacık vida değişecekse vidayı değiştirmiyorlar, koskoca bir parça değişiyor ya! İşte tıpta da aynı bu şekilde oluyor. Çünkü sağlık müthiş para getiren, kar marjları inanılmaz derecede yüksek olan bir sektör. Böyle bir sektör olunca da amaçları para kazanmak olan insanların, bundan geri kalmaları mümkün değil. Artık tıbbın içinde ekonomi, ticaret, hukuk, işletme her şey var. Kırk yıldır tıp sektörünün içindeyim. Bizim üniversitelerin ilk yıllarından itibaren okuduğumuz tıp, son yıllarda tıp olmaktan çıktı. Tamamen para getiren bir sektör haline geldi.”
“TIP ENDÜSTRİSİ: ÖNCE HASTA ET SONRA TEDAVİ ET!”
Prof. Dr. Ahmet Özdoğan: “Bire bir eğitim ile ilk önce insanları hasta etmemek lazım. Bugünkü tıpta sistem hasta edeceksin sonra tedavi edeceksin üzerine kuruluyor. Hasta edeceksin, tedavi edeceksin bizim tıp anlayışımıza uymuyor. Çünkü bizim görevimiz insana hizmettir. İnsana hizmet eden birinin karşısındaki kişiyi hasta etmeme fikrine sahip olması lazım. Dünyada 85 bin sentetik(kimyasal) madde var. Ve her yıl da 1500 tane daha geliyor. Gıda sektöründe 3 bin tane kimyasal madde var. Gıda sektöründe 3 bin tane kimyasal niye var, biliyor musunuz? Sizi daha çok acıktırmak, daha çok problem yaratmak ve sizi daha çok hasta etmek için var. Buna karşı biz hekimler bununla mücadele etmek zorundayız.”
Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan: “Kamudaki hastane başhekimi de özeldeki başhekim gibi yönetiyor hastaneyi. Tamamen vahşi kapitalizm denilen şeyin sağlığa girdiğini düşünün; bu diğer sektörlerden çok daha tehlikelidir. Sabahleyin şöyle kalkmak lazım ‘Allah bizi sağlık sanayisinden korusun!‘”
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta: ” Televizyonlarda cayır cayır reklamı yapılan el dezenfektanları var. Anneler mikrop manyağı yapıldı, insanlar şimdi mikroptan çok korkuyorlar. Hâlbuki biz mikroplarla doğduğumuzdan beri iç içe yaşıyoruz. Onlar olmadan da bu hayatımızın sürmesi mümkün değil. Bu ürünlerde bulunan kimyasal maddelerin o kadar çok olumsuz etkisi var ki; oysa temizlik anlamında su ve sabunla yapılan temizlikten hiçbir farkı da yok. Üstelik bu ürünler dünyanın parasına satılıyor. Demek ki diyorum! sistem bu ürünleri satıyor ve sistem bir şekilde dönüyor.”
“HASTANELER: TİCARETHANE, DOKTORLAR: TÜCCAR, HASTALAR: MÜŞTERİ ”
Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan: “Sağlık sanayinin yaptığı şeylerden biri de erken teşhis metoduyla önce siz hasta olmadığınız halde sizi hasta yapıyor ve ardından da bir de üstüne size gereksiz tedavi yapıyor. Diyelim ki 50 yaşında bir kadına mamografi öneriliyor. 50 yaşındaki bin kişi 10 yıl taransa, mevcut verilere göre 10 yıl sonunda bin kişiden sadece bir kişi mamografiden gerçek anlamda yararlanmış oluyor. Diğer gerçekten hasta olmayan 999 kişi gereksiz yere radyasyon almış oluyor. Mesela tiroitte guatr bezinde bir şey buluyorsunuz, tomografi çekiyorsunuz. Bundan insanlardan kaç kişi faydalanıyor biliyor musunuz? On binde biri bile faydalanmış olmuyor! Siz o insana hasta damgası vuruyorsunuz ve ona ömür boyu hastalık psikolojisini yaşatıyorsunuz.”
Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta: “Biraz öksüren çocuklarda, astım tedavisinde kullanılan bir ilaç var onun kullanıldığını görüyoruz. Ancak o ilacın inanılmaz derecede, müthiş yan etkileri var. Ve o ilacın astım tedavisinde kullanılmasının gerektiğini ispatlayan hiçbir bilimsel çalışma da yok. Böyle piyasada çok ilaç var. Güvenli, etkili, şahane ilaç diye piyasaya sürülüyor. Bir süre sonra bakıyorsunuz ki, o anlatılan etkilerin hiçbirinin olmadığı ve güvenli de olmadığı görülüyor. İşin acı tarafı da şu ki; o ilaç piyasaya sürülmeden önce, o ilacın yan etkilerinin firmalar tarafından biliniyor olması. Bunun birçok örneği var. Mesela bir romatizma ilacı vardı. Bunun kalp krizi ve inmelere neden olduğu bilindiği halde piyasaya sürüldüğü ortaya çıktı. Ve yine geçen yıl bir şeker hastalığı ilacı vardı. O ilacın da kalp krizi, damarsal rahatsızlıkları artırdığı bilindiği halde 10 sene boyunca piyasada milyarlarca kutu satıldığı net olarak ortaya çıktı. Artık iş öyle bir noktaya geldi ki, ilaç endüstrisi diyor ki; bu ilacın yan etkileri anlaşılırsa iki milyar dolar ceza alırız. Yani Bunu zaten adamlar planlamışlar, böyle olduğu zaman diyorlar; 2 milyar cezaya tamam diyorlar. Çünkü oradan belki de 20 milyar, 100 milyar kazanıyorlar. Siz bir hap çıkarıyorsunuz. Bu ilaç epilepsi yani sara ilacı, şimdi dünyada kaç sara hastası var? En fazla 100 bin diyelim. Ama siz bu ilacı baş ağrısına, kas ağrısına, sinirliliğe, ona buna iyi geliyor diye tanıtıp, ilaçları doktorlara yazdırırsanız, bu ilaç 7 milyar insanın ilacı haline geliveriyor.”
Prof. Dr. İlknur Arslanoğlu: “Sağlık kimlere para kazandırıyor? Sadece sağlıkçılara değil, sadece ilaççılara değil, hastane işletmecilerine değil, bunu artık biliyoruz. Burada bir rant var tamam! Ama sağlık sadece çok büyük bir pasta olduğu için değil, bir de tıp neyin üzerini örtüyor ona bakmak lazım. Tıp onun için yönetimler ve sermayeler için çok cazip. Mesela yıllar önce kot taşlama işçileri silikozis hastalığına yakalanmışlardı. Siz silikozis hastalığının nedenlerini ortaya koyarsanız, o zaman hekim; sen öksürüyorsun, senin gibi başkaları da geldi. O zaman kot işindeki işçiler, bu şekilde çalıştırılmasın denecekti. Ama ne oluyor, şimdi siz geldiniz, öksürüyorsunuz! Kimse sormuyor size nerede çalışıyorsunuz? Neden böyle oldunuz diye? Ne Diyorlar, filmlerini çekelim, sen silikozis olmuşsun! Bunun tedavisi şudur; akciğer terapisi yapalım, balgam sulandırıcıları verelim, antibiyotik verelim ve düzenli olarak rutin tetkiklere gel diyorlar. Ondan sonra tıp endüstrisine gelsin paralar.”
“İLAÇ HARCAMALARI ARTIYOR! İNSAN SAĞLIĞI GİTTİKÇE BOZULUYOR!”
Prof. Dr. Gülümser Heper: “Türkiye’de 2002′de toplam sağlık harcamalarının miktarı 19 milyar TL idi. 2011 yılına baktığımda bu sağlık harcamasının toplam76 milyar TL’ye çıktığını hayretle görüyorum. Kişi başı sağlık harcamasında OECD(Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) ülkeleri arasında 1993-2008 yılları arasında artış oranı en yüksek olan ülkenin Türkiye olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye sağlık harcamasında 8.3 artış oranı ile ilk sırada yer alıyor. Bu ilaçlara baktığımız zaman çoğunun hepimizin bildiği, toplumun alışkanlık haline getirdiği ağrı kesiciler, antibiyotikler, soğuk algınlığı ve ülser ilaçları gibi ilaçlar olduğunu görüyoruz. Ve bunların çoğunun hiçbir sonuca ulaşmadığını, işe yaramadığını görüyoruz.”
Prof. Dr. Heper: “Ben hasta olmuş ve tamamen iyileşmiş hiçbir insan görmedim! Sadece az hasarla kurtulan insanlar gördüm! Çok eski bir hekimim. Birçok hastalıklarla karşı karşıya kaldım. Belki bazı hastalıklarda az hasar vardır, Rehabilitasyon dediğimiz bir şey vardır, ağrıların dindirilmesi vardır, baskılanması vardır. İnsanlar, “hekimler beni sağlığıma kavuşturdu” diye düşünür. Oysa ben ilaçlarla tam olarak sağlığına kavuşan hiçbir hasta görmedim! Ben hasta olmuş ve tamamen iyileşmiş hiçbir insan görmedim! Sadece az hasarla kurtulan insanlar gördüm. Önemli olan sağlımızı korumaktır. Ben gelen hastalarıma diyorum ki, bana lütfen hasta olup gelmeyin! Örneğin benim alanım kalp damar hastalıkları olduğu için kendi branşımla ilgili hastalarıma koruyucu hekimliğin önemini vurgulamaya çalışıyorum.”
Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan: “Hastalıkları önlememiz gerekiyor. Sağlık kesinlikle kamusal bir hizmet olarak görülmelidir. Satıcı ve müşteri ilişkisi sağlıkta da olunca burada büyük bir eşitsizlik ortaya çıkıyor. Örneğin buzdolabı almak isteyen biri satıcı ile görüşüp buzdolabı almaktan vazgeçip, erteleyebilir. Ama sağlıkta talebinizi erteleyemezsiniz. Ayrıca hiç bilginiz yoktur, karşıdaki satıcı(hastane-doktor) size der ki; başınız mı ağrıyor? Size Emar çekelim! Derse ne diyeceksiniz? Hocam şimdi gerek yok! Daha sonra çekelim diyebilir misiniz? Yani buradaki ilişki eşitsiz bir ilişkidir ve satıcı size her şeyi satar. İhtiyacınız olmayan şeyi de satar, size onu ihtiyacınız gibi gösterir. Siz bir kişiye gereksiz teşhis yaptığı için ceza alan bir doktor gördünüz mü? ”
Yaklaşansaat, 04/11/2012 ahaber, Deşifre, 02/11/2012