YÖK BÖYLE TALEP!
BOSTON’da sıradan bir binanın 3. katında 27 yaşında genç bir kadın önündeki test kitlerini dikkatli bir biçimde kullanarak çalışıyor. Çalıştığı laboratuvar en az içinde bulunduğumuz bina kadar iddiasız ve sıradan. Oysa genç kadının bulmaya çalıştığı ‘şey’ çok iddialı.
Eşiyle birlikte 5 yıl önce Türkiye’den ABD’ye, Boston’a uzanan ve bu laboratuvarda doktora öğrencisi olarak çalışmaya kadının ismi Meriç Erikçi Ertunç. Bilkent moleküler biyoloji ve genetik bölümü mezunu.
Bir süre önce çalışma arkadaşlarıyla karaciğerde yağ dokusundan salgılanan yeni bir hormon bulmuş. Bu hormon insanların büyük bir bölümü için hayati nitelikte önem taşıyor, çünkü karaciğerin şeker üretimini artırıyor, diabeti ve şişmanlığı tetikliyor.
Harvard Üniversitesi Toplum Sağlığı Fakültesi Genetik ve kompleks Hastalıklar Laboratuvarı’nda çalışan tek Türk Meriç değil 7 Türk’ten ikisi henüz Türkiye’ye dönmüş 5 Türk halen görev başında.
Bunda tabii ki laboratuvarın başında bir Türk’ün yani Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in başında bulunmasının büyük etkisi var. Yıldız Holding’in yaptığı 24 milyon dolarlık bağışla Sabri Ülker Merkezi adını alan bu laboratuvarın fiziki koşulları o kadar sıradan ki gözümün önüne bazı Türk özel üniversitelerinin laboratuvarları geliyor. Lüks binalar, modern aletler, son sistem bilgisayarlar vs…
Gökhan Hoca’nın anlattıklarıyla marifetin fiziki koşullarda değil de düşünce yapısında olduğunu çok net anlıyoruz. İşte Yıldız Holding’i Türkiye’den çok uzaklara Boston Harvard’a yönlendiren de aslında bu.
Bağış neden ABD’ ye
24 milyon dolarlık bağışın duyulmasıyla birlikte bu bağışın neden Türkiye’de bir kuruluşa yapılmadığı ile ilgili eleştiriler de geldi. Ali Ülker bu eleştirilere Boston’da net bir yanıt verdi:
“Bu bağışı Gökhan Hoca’nın başında olduğu Harvard’taki laboratuvara yaptık çünkü, YÖK düzenlemeleri bilimsel araştırmaları tam desteklemiyor. Bilimsel araştırmalar için daha liberal ve serbest bir ortam gerekiyor. Her hangi bir yere bağlı olmamalı.
Laboratuvarlar yeterli değil ve bu kültürde yetişmiş öğrenciler az. Tüm insanlığın sağlığı için bu laboratuvarda bir Türk profesör araştırmalar yapacak. O nedenle Harvard’ı seçtik. Burada örnek bir uygulama oluşturmak ve sonra bunu Türkiye’ye taşımak istiyoruz.”
Yani sorun para değil. Zaten Ali Ülker’in bıraktığı yerden Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil sözü alıp sorunu net olgularla ortaya koyuyor.
“Türkiye’de araştırmacının para sorunu yok. TÜBİTAK elindeki fonu bile dağıtamıyor. Sorun, kritik kütlenin yeterince güçlü olmaması. Ve tabii akademi dünyasında ciddi bir nitelik sorunu var. Modern üniversite binaları donanımlı laboratuvarlar kuruluyor ama ‘binaya mı para, yoksa beyine mi?” işte bu sorunun yanıtı doğru verilmeli.’
Hotamışlıgil, bizde araştırma yatırımlarının binadan öteye gidememesinin sebebini de aslında şu cümleyle özetliyor:
“Bilimsel araştırmalar için serbest ortam gerekiyor, YÖK düzenlemeleriyle ve baskı altında bilimin yeşermesi mümkün değil…”
Hotamışlıgil’in sonrasındaki sözleri ise anlayış farkını açıkça ortaya koyuyor: Harvard Üniversitesi kendine gelen bir fonu bir öğretim üyesinin kontrol etmesinden asla rahatsız olmaz. Üniversite rektörü bu işe karışmaz. Sadece bilimsel ahlak ve çalışma ahlakı ile ilgilenir. Onay beklemek vs… böyle şeyler olmaz.
Rektörü kimse göreve atamaz, rektör de kimseyi atamaz. Hepsi şeffaf seçimle göreve gelir. Benim başımda bir dekan var. Ama o dekan benim görevime son veremez. Bir rektörün değişmesiyle siyasi görüşü nedeniyle tüm kadro sil baştan değişmez burada.”
Neden ekonomik değil
Türkiye’nin mevcut eğitim politikaları ile bilimsel ortamın örtüşmediğine dikkat çeken Hotamışlıgil “Büyüme sancıları içinde olan bir ülke Türkiye hızlı büyüme ve değişim sürecinde sıkıntılar yaşanabilir. Politik sistemin reforme edilmesi şart.
Devlet üniversitelerdeki atamalardan tutun da herşeyi kontrol etme ihtiyacı içinde olduğunda, üretken bir bilimsel alan oluşturmaz. İkisi birbiri ile örtüşen olgular değil” vurgusunu yapıyor.
“Türkiye’de bilimin gelişememesinin nedeni ekonomik değil” diyen Hotamışlıgil, başından geçen ilginç bir olayı da şöyle aktardı: “Türkiye’de bilimsel ekosistem oluşmuyor çünkü üniversite içinde bir hiyerarşinin parçası olarak çalışıyorlar.
Örneğin YÖK, bir özel üniversitenin mütevelli heyetine girmek için beni 6 ay inceledi. Bir düşünün, ilkokul diplomamı bile istediler.
Harvard’a gelmişsin, Prof. olmuşsun, ilkokul diplomanı ara ki bulasın… Bulamadım, zar zor ilkokulu da bitirdiğimizi kabul ettirdik. Yani bürokrasi, hiyerarşi bu durumda…”
İş ve bilim dünyasının iki önemli ismi Türkiye ile ABD’nin bilimsel araştırmaları temellendirmesindeki farkı net bir şekilde ortaya koyuyor. Ve bu konu en azından eğitimde başörtüsü kadar tartışılmayı hak ediyor. Hem de süratle…
24 milyon dolarla ne bulacaklar?
Hastalıklardan kurtulmak için ilaç tüketiyoruz. Son yıllarda bilim ilaçlar üzerine kilitlenmiş durumda. Oysa Gökhan Hotamışlıgil ve arkadaşlarının bulmaya çalıştığı bir ilaç değil. Peki ama 24 milyon dolarla lüks bir laboratuvar kurulmayacağına binalar yapılmayacağına göre bu para ne olacak?
Cevabı Hotamışlıgil’den:
“Dünyada gıdaya dayalı tedavide geçmişten günümüze oldukça önemli gelişmelere imza atıldı. A ve C vitamini… Demirin gıda zincirine girişi… Vitamin D… Geçtiğimiz 50 yılda ise bu alanda bir duraklama dönemi yaşanıyor. Üstüne üstlük ciddi bir bilgi kirliliği oluşmuş durumda beslenme konusunda. İşte biz bunu değiştirmeye çalışıyoruz araştırmalarımızla ve yaptığımız çalışmalarla…”
Beslenme ve metabolizma ile ilgili önemli buluşlara imza atan bilim insanı Hotamışlıgil obeziteyle diyabeti bağlayan ilk geni bularak bilim dünyasında adından söz ettirdi. 1995 yılından beri Harvard Üniversitesi’nde, 2005 yılından bu yana da, şimdi Sabri Ülker Merkezi adını alan Kompleks Metabolik Hastalıklar Laboratuvarını yönetiyor.
Hotamışlıgil ve arkadaşları özellikle hormonları keşfederek diabet, obezite gibi çok büyük kitleleri ilgilendiren sorunları çözmek için bugüne kadar çok ter dökmüşler. Yani işe sıfırdan başlamayacaklar. 24 milyon dolar belki de bu sorunların engellemesini sağlayacak o ‘şeyin’ keşfini sağlayacak belki de bulunması yolunda önemli bir adıma sebep olacak.
O ‘şey’ ne zaman ve nasıl bulunur kimse bilmiyor ama bu paranın sağlıklı bir toplum adına kullanılacak olması insanlık adına umut vadediyor.