AŞIRI İŞLENMİŞ GIDALAR ÇOCUK SAĞLIĞINI TEHDİT EDİYOR
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Dondurulmuş pizzalar, gazlı içecekler, paketlenmiş ekmekler ve hazır yiyecekler gibi aşırı işlenmiş gıdaların sağlık üzerindeki etkilerinin incelendiği araştırmada, bunların çocukların diyetlerinin gram olarak yüzde 40’ından ve aldıkları kalorinin yüzde 60’ından fazlasını oluşturduğu hesaplandı.
Her beş çocuktan biri kalorilerinin yüzde 78’ini ultra işlenmiş gıdalardan alıyordu ve diyetteki aşırı işlenmiş gıda oranı ne kadar yüksekse, fazla kilolu veya obez olma riski o kadar yüksek idi.
Araştırmacılar, 1990’ların başında İngiltere’nin batısındaki Avon bölgesinde doğan 9.000 çocuktan oluşan bir kohorttan elde edilen verileri kullanarak, çocukların yedi yaşından 24 yaşına kadar olan yaşam seyrini takip etti.
Çocuklar, diyetlerindeki aşırı işlenmiş gıda tüketimine göre beş eşit büyüklükte gruba ayrıldı – en düşük grupta aşırı işlenmiş gıdalar toplam diyetin beşte birini oluştururken, en yüksek grupta üçte ikisinden fazlasını oluşturuyordu.
En yüksek tüketim grubundaki başlıca aşırı işlenmiş gıda kaynakları, meyve bazlı veya gazlı içecekler, hazır yemekler ve paketlenmiş ekmek ve kekleri idi.
En düşük tüketim grubunda ise sade yoğurt, su ve meyve gibi minimal işlenmiş yiyecek ve içecekler bulunuyordu.
Analizlerde, daha yüksek tüketim gruplarındaki çocukların vücut kitle endeksi, ağırlık, bel çevresi ve vücut yağlarında ergenlik ve erken yetişkinlik döneminde daha hızlı bir ilerleme olduğu tespit edildi.
24 yaşına gelindiğinde, en yüksek aşırı işlenmiş gıda grubundakiler ortalama olarak 1,2 kg/m2 kare, vücut yağı %1.5, ağırlık 3,7 kg ve bel çevresi 3,1 cm daha yüksek vücut kitle endeksi seviyesine sahipti.
Gelelim neticeye
BİR: Bizdeki durumun da İngiltere’ den farklı olduğunu sanmıyorum. Bizim çocuklarımız ve gençlerimiz de çok fazla aşırı işlenmiş yiyecek ve içecek tüketiyorlar.
İKİ: İngiltere’ den tek farkımız, uzmanlarımızın aşırı işlenmiş gıdaların adını ağızlarına almamaları ve tüm kabahati milli fast food dedikleri yiyeceklere atfetmeleri.
ÜÇ: Çocuklukta kazanılan yeme alışkanlıkları erişkinlikte de devam ediyor ve çocukları potansiyel olarak obezite ve bir dizi olumsuz fiziksel ve zihinsel hastalıklar için ömür boyu çıkılamayacak bir turnikeye sokuyor.
DÖRT: Aşırı işlenmiş gıdaların en büyük tercih sebepleri ucuz ve yemeye hazır olmalarıdır. Anneleri ısrarla ev yemekleri yapmaya davet ediyorum.
Kaynak: https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/34125152/
Makale adı: Association Between Childhood Consumption of Ultraprocessed Food and Adiposity Trajectories in the Avon Longitudinal Study of Parents and Children Birth Cohort
Araştırmanın haberi: https://uk.news.yahoo.com/children-eating-exceptionally-high-proportions-150000445.html
***
EK 1 (25.5.2022): Türkiye’deki bu durumu, endüstrileşmenin artmasıyla beraber değişen yeme alışkanlıkları ve yaşam tarzına bağlayan Günal, şöyle konuştu: “Süpermarketlerin artması ve buralarda satılanların endüstriyel yani rafine edilmiş, hemen kana karışabilecek gıdalar olması bu konuda önemli rol oynamaktadır. Zira bir gıda kana ne kadar çok çabuk karışır veya kanın şeker düzeyini ne kadar çabuk yükseltirse o kadar süratle insülin düzeyini artırmaktadır. Artan insülin düzeyi vücutta yağlanmaya neden olmaktadır. Bu şekilde insanlar yağlanarak, obez kişiler haline dönüşmektedir. Şehirleşme ve stresli yaşam koşulları, yeme alışkanlıklarının düzensiz beslenme şeklinde değişmesi, pakete girmiş, aperatif tarzı gıdaların sıklıkla tüketilmesi obezitenin başlıca nedenleri olarak kabul edilebilir.”
Prof. Dr. Ömer Günal, obezitenin Türkiye’de önlenmesi için yapılması gerektiğini düşündüğü önerileri şöyle sıraladı:
“İnsanları doğal beslenmeye yönlendirmeliyiz. Bu nasıl olacak bilemiyorum. Çünkü süpermarketlerdeki gıdaların yüzde 99’u rafine, paketlenmiş, işlenmiş, katkı maddeleri olan gıdalar. Şehir hayatının yorucu ve psikolojik olarak yıpratıcı temposundan insanları kurtarmak lazım. İnsanlar kazanç için büyük şehirlere gelip, mücadeleler içerisine girdikçe strese giriyorlar. Stres de insanı yediren faktörlerden biri. Büyük şehirlere göçü durdurmak, refahı yükseltmek, diğer bölgelerdeki şehirleşmeyi ve iş olanaklarını artırmak birinci unsur olmalı. Sanki beslenmeyle çok alakasızmış gibi geliyor ama doğrudan alakalı. Endüstriyel gıdaların azalması da insanların kendi gıdalarını üretme fırsatlarını elde etmesiyle olacaktır. Bu da hükümet politikasıyla olacak bir şey.”
***
EK 2 (8.10.2022): Çocuk yetiştirme döneminde annenin aşırı işlenmiş gıda tüketimi, anne ve çocuğun hayat tarzı risk faktörlerinden bağımsız olarak, çocuklarda aşırı kilo veya obezite riskinin artmasıyla ilişkilidir.
Makale: Maternal consumption of ultra-processed foods and subsequent risk of offspring overweight or obesity: results from three prospective cohort studies
Kaynak: https://www.bmj.com/content/379/bmj-2022-071767
***
EK 3 (12.11.2022): Türünün ilk örneği bir araştırma, beş erken ölümden birinin doğrudan ultra işlenmiş gıdalarla bağlantılı olduğunu buldu. Pizza, kek ve sosisli sandviç gibi kalorisi yoğun yiyecekler genellikle şeker, tuz ve yağla doludur ve bu da obezite, kalp hastalığı ve diğer kronik hastalık riskini artırır.
Brezilya’daki araştırmacılar, 2019’da yaşları 30 ile 69 arasında değişen yaklaşık 57 bin Brezilyalının ölümünün yüksek oranda ultra işlenmiş gıdalardan kaynaklandığını tahmin ediyor.
Ölümlerin yaklaşık yüzde 22’sinden sorumlu
Bu oranlar, o yaş grubundaki önlenebilir hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin yaklaşık yüzde 22’sine ve tüm erken ölümlerin yüzde 10’una tekabül ediyordu.
Uzmanlar, abur cubur tüketiminin daha yüksek olduğu ABD, Kanada ve İngiltere gibi yüksek gelirli ülkelerde tahmini etkinin daha da büyük olacağını belirtti.
Brezilya’da ölümlerin yüzde 10’dan fazlası beslenme tipinden kaynaklı
São Paulo Üniversitesi’nde beslenme uzmanı olan çalışmanın başındaki ismi Dr. Eduardo Nilson yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:
“Ultra işlenmiş gıdaların tüketimi obezite, kardiyovasküler hastalık, diyabet, bazı kanserler ve diğer hastalıklar gibi birçok hastalık sonucuyla ilişkilidir ve Brezilya’da yetişkinler arasında önlenebilir ölümler ve erken ölümlerin nedenidir.
Bildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar hiçbir çalışma ultra işlenmiş gıdaların erken ölümler üzerindeki potansiyel etkisini tahmin etmemiştir. Bu gıdaların tüketimine atfedilebilecek ölümleri bilmek ve beslenme düzenlerindeki değişikliklerin daha etkili gıda politikalarını nasıl destekleyebileceğini modellemek, hastalıkları ve erken ölümleri önleyebilir.”
2019’da 30-69 yaşları arasındaki Brezilyalılar arasındaki ölümlerin yüzde 10’dan fazlası, dondurulmuş yemekler, etler, şekerli içecekler ve kekler gibi aşırı işlenmiş gıdalardan oluşan beslenme tipinden kaynaklı olduğu ifade edildi.
Ultra işlenmiş gıdalar bellek sorunları ve zihinsel gerileme riskini artırıyor
Kaynak: https://medimagazin.com.tr/guncel/ultra-islenmis-gidalar-her-5-erken-olumden-1inin-sorumlusu-102824
***
EK 4 (3.2.2023): Aşırı işlenmiş gıdalar kanser ve kanserden ölüm riskini artırıyor, özellikle de yumurtalık kanserini.
Makale: Ultra-processed food consumption, cancer risk and cancer mortality: a large-scale prospective analysis within the UK Biobank
Kaynak: https://www.thelancet.com/journals/eclinm/article/PIIS2589-5370(23)00017-2/fulltext
***
EK 5 (27.3.2023): NOVA sınıflama sistemi:
Group 1: Unprocessed or minimally processed foods. This refers to fruits, vegetables, seeds, eggs, fungi or milk that are consumed in their natural state or altered to remove inedible or unwanted parts, like stems or shells. The foods might be dried, filtered, roasted, frozen or packaged to preserve their natural state, store them or make them more palatable.
Group 2: Processed culinary ingredients. These items are derived from Group 1 or nature, and include oils, butter, lard, sugar and salt. They’re usually used to prepare Group 1 foods and are rarely consumed on their own.
Group 3: Processed foods. These foods are produced by adding items, like salt, sugar, or oil (Group 2 items) to Group 1 foods. Examples include pickles, canned fish, cheese, canned fruits or vegetables, bacon or fresh bread. The foods usually retain their basic identity and some original characteristics.
Group 4: Ultra-processed foods. These items are created by industrial processes, like hydrogenation or adding emulsifiers, artificial colors, artificial flavors or preservatives. They include prepared meat, pasta or pizza; packaged bread, cookies or cakes; and soft drinks, candy, chicken nuggets or fast food. Ultra-processed foods tend to be highly palatable, inexpensive, convenient and contain multiple ingredients.
Kaynak: https://www.huffpost.com/entry/what-are-ultra-processed-foods_l_64186cdce4b0cfde25c60853
***
EK 6 (10.6.2023): Birleşik Krallık’ ta satılan mamaların hemen hemen üçte biri yanıltıcı pazarlama yapılan, halk sağlığı tavsiyelerine uygun olmayan AŞIRI YOZLAŞTIRILMIŞ ÜRÜNLER! dir.
📌Anneler, bebeğinizin mamasını evde siz yapın.
K: https://www.firststepsnutrition.org/upfs-marketed-for-infants-and-young-children
M: Ultra-Processed Foods marketed for infants and young children in the UK
Makale: Nearly a third of baby foods sold in UK are ultra-processed, research finds
***
EK 7 (29.2.2024): Greater exposure to ultra-processed food was associated with a higher risk of adverse health outcomes, especially cardiometabolic, common mental disorder, and mortality outcomes. These findings provide a rationale to develop and evaluate the effectiveness of using population based and public health measures to target and reduce dietary exposure to ultra-processed foods for improved human health. They also inform and provide support for urgent mechanistic research.
Kaynak: https://www.bmj.com/content/384/bmj-2023-077310
Makale: Ultra-processed food exposure and adverse health outcomes: umbrella review of epidemiological meta-analyses
***
EK 8 (15.8.2024): Tip 2 diyabetli hastalarda, daha fazla ultra işlenmiş (yani yoz ve yozlaştırılmış) gıda tüketmek, genel mikrovasküler komplikasyon ve özellikle diyabetik böbrek hastalığı riskini artırıyor. Riske kısmen vücut ağırlığı, lipit metabolizması ve iltihaplanma ile ilgili biyo-belirteçler de aracılık ediyor.
Kaynak: https://linkinghub.elsevier.com/retrieve/pii/S0002916524006464
Makale: Association of ultraprocessed food consumption with risk of microvascular complications among individuals with type 2 diabetes in the UK Biobank: a prospective cohort study
***
İlgili Diğer Yazılar:
- AŞIRI İŞLENMİŞ YANİ YOZ GIDALAR AĞIZ BOĞAZ VE YEMEK BORUSU KANSERİNE YOL AÇIYOR
- YOZ VE YOZLAŞTIRILMIŞ GIDALAR SAĞLIĞIMIZI TEHDİT EDİYOR
- SUNİ ET VE BÖCEK BURGER GİBİ YOZ GIDALAR KALP DAMAR HASTALIKLARI VE BUNLARA BAĞLI ÖLÜMLERİ ARTIRIYOR
- BİZİ AŞIRI İŞLENMİŞ GIDALAR HASTA EDİYOR
- AŞIRI İŞLENMİŞ GIDALAR KALP SAĞLIĞINA ZARAR VERİYOR
Children’s Health Defense (CHD) needs your support more than ever to protect children from vaccine mandates.
“Dr. Anthony Fauci referred to children — beautiful, healthy children — as “vehicles of spread” for COVID. But scientists and physicians around the world have confirmed — Fauci is lying. The push to vaccinate children has nothing to do with their health and everything to do with adding billions of dollars to the bank accounts of ruthless, corrupt pharmaceutical companies.”
– Robert F. Kennedy, Jr.
From the courtroom to the newsroom, CHD will not stop fighting against these dangerous mandates. They are coming for the children, unless we stop them. And we can’t do it without you.
As more than 40 doctors told UK drug regulators earlier this year, vaccinating kids for COVID is “irresponsible, unethical, and unnecessary.” Thousands more doctors, researchers, and epidemiologists concur and are sounding the alarm. In turn, CHD is mounting the most extensive legal defense in our history against this full-throttle assault on children’s health. As the latest research and data confirm, our children are not “vehicles of spread.” Mainstream media, politicians, regulatory agencies and school boards have been largely captured by special interests, leaving the courtroom as a critical battleground to expose the real data and the truth that will save our children.
Ümit Kaftancıoğlu’nun kızı…
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun görümcesi…
PINAR KAFTANCIOĞLU’nun TÜRK TARIMIYLA ilgili yazısı …
NOT:Pınar Kaftancıoğlu çiftçilik yapmaktadır.
TEK KELIMEYLE KÖYLÜ ARTIK CELLAT OLMUŞ..
DEVLET UYUYOR…/Pınar Kaftancıoğlu
“Geçtiğimiz yaz… Çiftlikte köy tipi bir ofisim var benim. Orada çay – kahve içeriz ziyaretçilerimizle, gelenler bilir… Manisa – Alaşehir’den genç bir kız geldi oraya. İşte sohbet etmek, haddime değil ama benden biraz akıl almak, şu bu… Şu anda da okuyordur eminim bu satırları, darılmaca, gücenmece yok… Yanlışı görmezden gelmek hiçbir işe yaramıyor. Görmek ve düzeltmek gerek…
Genç kızın babası, Alaşehir’de çekirdeksiz üzüm üreticisi. O bölgedeki tarımdan konuştuk. Çekirdeksiz üzümde dehşet verici ölçülerde kullanılan tarım ilaçlarından, damla sulama ile verilen glikozdan filan. Babası da aynı şekilde yetiştiriyormuş. Attığı ilaçlardan baba da hasta olmuş bu arada.
Dedim ki, “Neden böyle yapıyorsunuz bu tarımı?” “Bölgenin gerçeği bu,” gibi bir şey söyledi. Tam hatırlamıyorum sözcükleri, yalan olmasın ama ağırlığı maksimize etmek, üzümün üzerinde böcek lekesi vesaire bırakmamak zorunda olduklarını anlattı. Halci jargonu ile yazacak olursam, turfanda, yani sentetik olarak glikoz ile tat verilmiş birinci sınıf üzüm hasat etmeleri gerekliliği… Ürün turfanda girdiğinde fiyat bir misli artar. Olay sadece paraya bağlanıyor sizin anlayacağınız…
Bilmediğim gerçekler değil kızın anlattıkları. Şaşırmadım yani, ama bozuldum hafiften. Bilen de bilir beni, dan dun konuşurum pek çekinmeden. Dedim ki, “Peki bu işin vicdani yönü ne olacak? Neticede çekirdeksiz kuru üzümleri en çok sevenler, tüketenler de ufacık çocuklar… Ben babanı iyi ve iyiyi hak eden biri olarak göremiyorum.” Bu kez de genç kız bozuldu haliyle… Bana söylediği şu oldu, noktasına virgülüne dokunmadan: “Benim babam, evet, sağlıksız tarım yapıyor. Bunun nelere sebep olacağını da biliyor ama babam esasında çok iyi bir insandır. Çünkü bunları beni İstanbul’da okutmak için yapıyor.” Dedim ki, “Pes!” Muhakeme bu, izan bu, netice bu.
Aklı başında bir ülkede, ancak kamera şakası olarak sunulabilecek her şeyin bizde tamamen gerçek olması, dahası kanıksanmış olması bir bana mı tuhaf geliyor?..
Geçtiğimiz hafta içinde de Eğirdir Gölü’ne dair bir belgesel izledim. Dalgıçlar göle dalıyor, çekiyorlar, sümüksü bir madde dibi kaplamış, göldeki yaşamın %80’i yok olmuş, kalan %20 balık ise tutuluyor. Satılıyor. Yeniliyor. Şuursuzluğun çok ötesinde, adeta bir delilik hali… Temel sebep gölün çevresinde yapılan elma yetiştiriciliği. Daha doğrusu elma ağaçlarını senede 30 kere ilaçlayan vicdan yoksunu üreticiler, toprağa sızan ve gölü besleyen yer altı sularına karışan zehir… İzlerken vallahi beynim zonkladı. Pamuk yığınlarında uyuyan çocukların zirai ilaçtan ölmesi mi dersiniz, Fethiye’de portakal ilaçlıyorum derken onkoloji servislerine yığılan çiftçileri mi… Antalya seralarında domates tarımı yapıyorum derken tünelin sonundaki ışığı görenleri mi ya da?..
Çiftçi masum değil. Çiftçi ne yaptığını biliyor. Çiftçi bunu zoraki yapmadı – yapmıyor ve hiç kimse bunu çiftçiye zorla dayatmıyor. Çiftçinin önüne, çok “Vicdan mı yoksa daha çok para mı?” diye bir soru geliyor ve çiftçi gayet ne yaptığının farkında olarak, sonuçlarının gayet farkında olarak seçimini yapıyor. Yeni de değil. 1950’lerden beri…
DDT’yi hatırlarsınız. En yoğun uygulanan bölge Adana idi. DDT – BHS karışımının binlerce tonu uçaklardan atıldı. Arılar, böcekler, fareler, kuşlar… Her şey bu tozlama altında can verdi. Oysa kurdu yiyen böcekler, böcekleri yiyen kuşlar, böcek yumurtalarını yiyen fareler, fareleri yiyen yılanlar derken muhteşem bir ekolojik denge sürüyordu. Toprak bereketli idi ve ilaca ihtiyaç olduğuna dair hiçbir emare de yoktu. Aç gözlülük ile, daha çok ve daha çok para hırsı ile hepsi altüst oldu.
Aynısı Karadeniz’de oldu. Karadeniz halkı önceleri devletin sübvanse ettiği fındık kurdu ilacına itiraz etti. Zirai mücadele memurlarını tarlaya sokmadı. İlaç atılınca arılar, böcekler, sonra böceği yiyen her şey ölüyor dediler. Korkmuşlardı. Sonra desteklemeler, bir yandan Türk fındığına ilgi, bir yandan artan fındık talebi, yükselen fiyatlar filan derken ne olduysa oldu, üreticiler vicdan ver cüzdan arasındaki seçimi kolayca yaptı. Fındık kurdu ilacına, hem de hamuduyla geçiş yapıldı. 1986’da Çernobil de buna mum dikti ve benim Karadeniz fındığı ile işim o gün bitti. Ne oğlum Can, ne kızım İpek; Karadeniz fındığı yemedi. O günden bugüne de, ilaç kullanımı Karadeniz’de hiç azalmadı. İsmi değişti, formülü değişti ama ilaçlama aşkı hiç değişmedi. Şimdilerde ağaç altlarında round-up kullanılıyor. Toprağı kızartan da odur.
Bu paragrafa Karadeniz üreticilerinden birkaç kınama, bir – iki de dava gelecektir, gelsin. Tepkiyi doğru yere yöneltmelerini tavsiye ederim. Zehirlenmeyi reddediyor olduğum için suçlu ben olamam sanıyorum…
İlaçlama her yerde, her bölgede devam etti. Ege’de önce tütün ilacı başladı. Tütün bitti. Sonra Ovası’nda pamuk ile start verildi. Şimdilerde de pamuk yerine tamamen GDO’lu mısır kaynıyor bu bölgeler. Yoğurttan süte, bisküviden baklavaya her şeye zerk olup sizi – bizi hasta ediyor. Fethiye’de, Antalya’da, Mersin’de, Gümüldür ve Seferihisar’da zırıl zırıl narenciye ilaçlaması en vahşi hali ile ilerliyor. Yavuz Dizdar ve arkadaşlarını zehirleyen portakalın hikayesini okumuşsunuzdur… İşte o durum…
“E ne var? Tarım ilacı her yerde kullanılıyor,” diyorlar. Kısmen doğrudur. Örneğin çok õnem verdikleri “Avrupa’da da kullanılıyor” örneği gerçektir. Ama çok önemli farklar vardır. Tarım ilacı, Avrupa’da reçete ile verilir. Adam o sene kaç adet marul diktiğini ilgili devlet kurumuna bildirir ve bu devletçe denetlenir. Sonra devlet bir hesaplama yapar, dikilen marula göre tam gelecek ölçüde tarım ilacı reçetesi yazar ve çiftçiye verir. Çiftçi bu reçete ile ilacı temin eder ve reçeteye uygun biçimde kullanır. Üzerine fikir yürütmez. Kural ne ise kurala uyar.
Bizde, tarım ilaçlarının ölçüsü Türk çiftçisine emanettir. 100 litre suya 10 gram atılacak diyelim. 10 gram, bizim çiftçinin gözüne elbette az görünüyor. Bakıyor ilacın bidonu da üç para bir şey… Yallah boca… Hasattan belirli bir süre önce ilacın kesilmesi kuralı imiş bilmem ne imiş… Onlar Avrupa işi…
DDT, böcekler üzerindeki güçlü toksik etkisi ile 1948’de Nobel ödülü aldı. Hayvanlar için son derece tehlikeli olduğu ve doğadaki besin zincirini bozduğu anlaşılınca da 1970’lerde yasaklandı. Yasaklanışından 10 sene kadar sonra nihayet bizim de aklımız başımıza geldi ve bizde de yasaklandı. Ancak kasabalarda DDT’nin yasaklandığı anonsu geçince zirai ilaççılarda ne kadar DDT varsa çiftçi tamamını topladı. Üçer senelik daha stok yaptılar. Hâlâ da merdiven altı, benzer formüller ile devam ediyor. Topraktan derelere, denizlere karışıyor. Denizde tutulmuş balıkta dahi çıkıyor.
Dört koldan ilaçlanıyoruz. Dört koldan zehirleniyoruz.
Pamuğa zehir giriyor; atlet, tulum, iç çamaşırı, gömlek giyiyoruz zehirleniyoruz. Tahıla atılıyor, ekmek olarak sofraya geliyor, zehirleniyoruz. Meyveye atılıyor, sebzeye atılıyor, o kadarı da yetmiyor, toplanıyor, parafinleniyor, azotlanıyor, klimalardan mantar ilacı atılıyor… Şaka gibi… Zehirleniyoruz. İşler çığırından fazlası ile çıktı ki artık herkesçe bilinsin, yüksek sesle konuşulsun isterim. Devletin regülasyonlarını, üreticinin vicdan kıstaslarını filan beklemekle bu iş olmuyor. Bir şeyin pazarda talebi varsa, buna ne devlet, ne de vicdan engel oluyor. Çünkü bu işin temelinde tüketicinin, yani “parayı veren”in talebi yatıyor.
Böceğin hasar vermediği pırıl pırıllık yeşillikler, bir koca torbanın bir tanesine bile kurt girmemiş elmalar, sineksiz marullar, asla böceklenmeyen pirinçler, unlar, bakliyatlar tercih etmenin anlamı böcek ilacı yemeyi tercih etmektir. Kural aslında bu kadar basittir. Marulun arasından çıkan salyangozu bahçeye bırakır, sineklenmiş brokoliyi sadece akan suyun altında kolayca temizlersiniz ama tarım ilacını asla temizleyemezsiniz. Bedeninize girer, birikir, birikir, bir sınırı aşar ve bedeniniz artık kaldırmaz hale gelir. Kolon CA ve özellikle löseminin etkin sebebi tarım ilacı kalıntısıdır. Düşünerek, ama gerçekten çok düşünerek atın adımlarınızı. Her şeyi sorun, sorgulayın, araştırın, anlatılanlar ile yetinmeyip kendi doğrunuzu bulun ve bunu paylaşmaktan hiç korkmayın. Acı ve iç karartıcı olsa da, gerçeği duymaktan da öyle…”