ÖĞRENİM VE ÖĞRETİM HAYATIM
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Ahmet Rasim hocam @drahmetrasim şu makale işlerine biz de bir göz atalım diyorum. Malum sizi sürekli bu konuda taciz etme peşindeler. Biz de sorgulama yapalım. Ne yazmışlar, kimlerle yazmışlar, yazdıkları ne imiş?
Kaynak: https://twitter.com/Ferhatarslandr/status/1697894144868282457?s=20
Doç. Dr. Ferhat Arslan‘ a cevabımdır:
Ferhat, bu daha kendilerinin ne olduğunu bilmeyen zavallıların tacizleri umurumda değil. Bir bilim adamı olmadığımı, sadece bir öğretim üyesi ve klinisyen doktor olduğumu “gururla” defalarca yazdım ve anlattım da.
Ben o senin bahsettiğin bey ve bayanların alayını suya götürür susuz getiririm. Bunların benimle tartışacak bilgi, tecrübe ve cesareti yoktur.
Bazı tıp dernekleri bana dava açmaya yeltendi ama aldıkları cevaplarla sesleri solukları çıkmaz oldu. Suçlamalarını yuttular.
Bunlar tartışamadıkları için sadece hakkımda tezvirat yapabilirler, arkamdan konuşurlar, hakkımda soruşturma açtırabilirler. Hepsine gereken cevabı verdim, vermeye de her zaman hazırım.
Çeşitli sebeplerle ceza vermeye de kalktılar, hepsini mahkemelerde ben kazandım. Kimse tek bir ceza bile veremedi.
Çocuktum ufacıktım
Çok çalışkan, akıllı, hırslı, okumayı, yazmayı, öğrenmeyi seven bir çocuktum. İlk şiirim ilkokul ikide Salih Avgun Paşa İlkokulu’ nun “Cıvıltı” isimli gazetesinde yayınlandı!
Bizim zamanımızda her lise kendi imtihanını kendi yapardı ve ben o zaman girdiğim bütün “kolej” imtihanlarını hem de ilk sıralardan kazandım.
Komşumuzun oğlunun (Gürol Büyük) teşvikiyle Alman Lisesine girdim, hazırlığı orada okudum ama ertesi sene kız kardeşim İstanbul Erkek Lisesi’ ni (İEL) kazandı, babam da bana “Oğlum hem kardeşine göz kulak olursun hem boşuna okula para vermeyelim” diye benim İEL’ e geçmemi istedi, bir imtihanla oraya geçtim ve okulu her sene sınıf birincisi olarak ve derece ile bitirdim.
1973’ de üniversite imtihanına girdim ama soruların çalındığı anlaşıldığından imtihan iptal edildi ve daha sonra tekrar yapıldı. Bu arada ODTÜ, o dönem kendi imtihanını kendi yapıyordu, orada da endüstri mühendisliğini kazanmıştım. Tekrar yapılan merkezi sistem sonuçları gelene kadar birkaç ay ODTÜ’ de okudum. İmtihan tekrarlandı ve oldukça yüksek bir puan aldım, kaç olduğunu hatırlamıyorum ama o zamanki sisteme göre hem Boğaziçi mühendisliğe hem İTÜ makineye ve hem de tıp fakültesine ön kayıt yaptırmıştım. Dişhekimi olan babamın muayenehane komşusu Ayhan Songar’ ın teşvikiyle bunlar arasından Cerrahpaşa’ yı tercih ettim. 1979’ da da “altıncı” olarak mezun oldum.
O zamanlar TUS yoktu
O zamanlar TUS yoktu, her fakülte her klinik kendi imtihanını kendi yapardı. Göğüs hastalıkları soru-cevap imtihanında çok başarılı oldum. Zaman yetmez kaygısıyla imtihan kağıdımla beraber bir kısaltmalar listesi de hazırlamıştım (Mesela, meydana gelir=mg, oluşur=o, bundan dolayı =bd falan gibi) ve bu, jüride bulunan Kemal Sözer tarafından sakıncalı bulunmuştu. Sorulardan biri alveoler proteinosis idi ve bunu benden başka cevaplayan olmamıştı çünkü hiç kimse bu hastalığın adını bile duymamıştı bile. Hocalar yazdıklarıma hayret etmişlerdi.
1984’ de göğüs hastalıkları ve tüberküloz uzmanı oldum ve aynı sene askere gittim. Çamlıca Göğüs Hastalıkları Hastanesinde çalıştım. Oradan mecburi hizmet için Ballıdağ Sanatoryumu’ na gönderildim, orada iki sene kaldım.
Orada çalışırken dışardan girdiğim imtihan ile 1986′ da doçent oldum. O zaman doçent olmanın şartları çok farklıydı. Bırak interneti, bilgisayar bile yoktu. Ben ilk maaşımla Lider marka daktilo almıştım.
1987’ de Cerrahpaşa Göğüs Hastalıkları kliniğine döndüm
Biz yayınları İndex Medicus’ ta madde madde arardık ve çoğunun literatürüne de erişemezdik. Hacettepe’ deki arkadaşlardan rica ederdik, orada bulunma ihtimali daha fazlaydı, bulunabilinenlerin fotokopilerini gönderirlerdi..
Tezim için 2 defa Hacettepe’ ye literatür aramaya gitmiştim. Bu arada tez araştırmamı baştan sona kendim planladım, yaptım, hesapladım, yorumladım ve yazdım, bir tek kişiye bile danışmadım. O dönemde tezler hocalar tarafından sanki kendilerinin doğru dürüst bir çalışması varmış gibi haklı-haksız sebeplerle beğenilmez, asistanlar uğraştırılıp dururlardı. Tez Hocam, yayın konusunda o dönemin en ileri gelenlerinden olan Faruk Yenel idi. Tezimi çok beğendi, hiçbir tenkitte bulunmadı, noktasına dokunmadı, “bastırabilirsin” dedi.
Bizim zamanımızda PubMed daha doğmamıştı bile
O zamanlar PubMed diye bir kurum da yoktu, PubMed bildiğim kadarıyla 1996′ dan sonra yani ben prof unvanı aldıktan sonra faaliyete geçti. Dolayısıyla bizim yaşlarda olanların hatta bizden 5-10 sene sonraya kadarki neslin PubMed’ de yayını yoktur. İsteyen isim isim PubMed’ de tanıdığı kişilerin yayınlarına ve yayın yıllarına bakabilir.
Mesela pandeminin ana figürü Mehmet Ceyhan’ ın şu anda 177 yayında adı geçiyor. 1988’de doçent, 1995′ de profesör olmuş ama PubMed’ deki ilk yayını 2002′ de yani doçent olduktan 14, prof olduktan 7 sene sonra çıkmış.
Sayısını şimdi tam hatırlamıyorum ama benim doçentlik dosyamda 40′ dan fazla yayınım vardı. Sayı olarak bazı jüri üyelerinin yayın sayısından fazlaydı. Şimdi tamamı rahmetli olan üyeler dosyamı çok beğenmişlerdi ve bu kadar çok yayın yapmama şaşırdıklarını söylemişlerdi.
Ben bu yayınların çoğunu asistanken hazırladım, sonra Çamlıca Askeri Hastanesi ve Ballıdağ Sanatoryumu’ nda çalışırken de birçok yayın yaptım.
Okuma, öğrenme arzum çok yüksektir, hala da yüksek ve hatta artarak devam ediyor. Yazma kabiliyetim de öyle. Sineğin kanadından yayın çıkarabilirim. O zamanlar “araştırma” yapmayı, “makale” yazmayı çok büyük ve önemli bir şey sanırdım ama giderek bunların hiçbir işe yaramayan, sadece akademik ilerleme için gereken evraklar -tıpkı iyi hâl kâğıdı, ikamet ilmühaberi gibi- olduğunu anlamaya başladım.
O zamanki şartlarda Cerrahpaşa gibi ülkenin önde gelen fakültelerinin birinde kalibrasyonu, bakımı yapılmayan, standardize olmayan alet-edevat ve laboratuarlarıyla uydur-kaydır “araştırma” yapmanın zaman, emek ve para israfı olduğuna kanaat getirdim.
İşin kötüsü çevremdeki herkes bu tür yayınları “bilimsel araştırma” ve kendilerini de “bilim adamı” zannediyordu.
Birkaç kongre, seminer ve dernek toplantısına katıldım fakat gördüklerim, yaşadıklarım beni “bilimden” iyice soğuttu. Bu arada hiçbir derneğe üye bile olmadım.
Kendi kendime, sadece iyi bir öğretim üyesi ve iyi bir klinisyen olmaya ve protesto için “bilhassa da yayın yapmamaya” karar verdim.
Öğrencilerimi çok severdim
Öğrencilerle çok yakından ve gerçekten severek isteyerek çok ilgilendim. Evlerine gittiğim, yemeğe, çaya götürdüğüm, nikahına katıldığım, altın taktığım çok öğrencim oldu. İmtihanda çok başarılı olanlara stetoskop ve kitap hediye etmişliğim de vardır. Bir zamanlar Cerrahpaşa’ da öğrenciler arasında yapılan anketle en beğenilen hoca seçilirdi ve ben hemen hepsinde birinci gelirdim. Diploma töreninde sahneye davet edildiğimde salon alkıştan yıkılırdı. Bu anketler, sonra bazılarının hoşuna gitmediği için kaldırıldı.
Göğüs hastalıklarında yapılan her müdahaleyi öğrendim, bronkoskopiden plevra ve transtorasik biyopsilere, nitrojenmetreden pletismografa şimdi tarihe karışan bronkografilere kadar her şeyi kendim yapardım. Elim de çok maharetlidir, başkalarının kan ter içinde kaldığı işleri tıkır tıkır yapardım, övünerek söylüyorum. Birçoğu bunlardan sadece bir ikisini ancak becerebilirdi.
Çok hasta bakardım, çünkü hem hasta görmeyi, problem çözmeyi çok severdim ve hastanede baktığım hiçbir kimseden para almazdım, muayenehanem vardı, diğer hocaların hemen hepsi “öğretim üyesi” farkı aldıkları için öğrencisi, personeli herkes hastasını bana getirirdi.
En çok yatan hasta benim olurdu. Ben bana ait yataklara gece nöbetlerde ağır problemli hasta yatırılmasına hiç karşı çıkmazdım hatta memnun olurdum. Birçok arkadaş bundan hiç hoşlanmazdı, tembellik ve yetersizlikten tabii ki.
Benim neredeyse bütün fakülte hayatım part-time olarak geçti ama ben tam gün çalışanlar gibi üçten önce hastaneden çıkmazdım. Tam gün çalışanlar genellikle benden daha az hastanede kalır, geç gelir erken çıkarlar hatta hiç gelemeyebilirlerdi de ve kimsenin de sesi çıkmazdı.
Hayatımda dönerden tek kuruş bile almadım ama dönere en çok katkıyı yatan hastalardan ve tetkiklerden dolayı ben yapardım.
Bilerek, özellikle yayın yapmadım
Herkesin yayın yapmak için şirketleştiği bir ortamda ben onlara bu yayınların hiçbir işe yaramadığını göstermek için bilerek ve özellikle yayın yapmadım.
Düşünün ki sıradan, doğru dürüst dil bilmeyen bir üniversite asistanının bile hiç farkında olmadan 4-5 yayını olabilir. Adımın bizim klinikte yapılan yayınlara konmasını da özellikle engelledim. Engel olmasaydım, kılımı kıpırdatmadan onlarca yayınım olurdu.
Cerrahpaşa’ da 30 seneye yakın asistan, öğretim üyesi olarak çalışan, iki yabancı dilde okumayı-yazmayı-çizmeyi-konuşmayı bilen birinin PubMed’ de adının tek bir yayında geçmesi (o yayını yapan kişiyi tanımıyorum, adımın konduğundan da sonradan haberim oldu, bilsem kesin engellerdim) önemli bir husustur.
Tıp derneklerine üyeliğim
Gururla bildiriyorum ki hiçbir tıbbi derneğe üye değilim ama bugüne kadar iki derneğe üye olmuşluğum var.
Daha yeni asistan olarak çalışmaya başlamıştım ki bir gün başasistanımız yarın iki resim getir, seni Türkiye Solunum Araştırmalar Derneği’ ne üye yapıyoruz dedi (1979). Çok sevindim çünkü bilime çok inanıyordum, bu derneklerin çok mühim işler yaptığını sanıyordum. Beni üye yapmalarının sebebinin “oyum” olduğunu çok kısa zamanda anladım. Birkaç kongrelerine, toplantılarına katıldım ve her seferinde de gördüklerim, yaşadıklarım beni büyük bir hayal kırıklığına uğratıyordu. Mecburi hizmetten Cerrahpaşa Göğüs Hastalıkları Kliniğine döndükten sonra da baktım ki değişen bir şey yok, herkes bir şey kapma peşinde, derneğe aidat ödememeye başladım. Şu işe bakın ki dernekte seçim olduğu zaman “illa gel bize oy ver” diye beni arıyorlardı. Meğer oy vermek için aidat yatırmak şart değilmiş. Bir kaç sene sonra derneği tamamen defterimden sildim.
Sanrım 90′ lı yılların ortası idi, bizim klinikten bir arkadaş bana Toraks Derneği’ ne üye olmam için çok ısrarcı oldu. Aidat da vermeyeceksin, üye ol yeter dedi. Sevdiğim bir arkadaşımdı kıramadım, o gereken formaliteleri tamamladı, beni üye yaptı. Bana derneğin dergilerini göndermeye de başladılar. Fakat ben derneğin” tek bir toplantısı ve seçimlerine katılmadım, bir kere bile aidat vermedim. Bir gün baktım dergiler gelmez oldu, sanırım beni üyelikten attılar.
Gelelim neticeye
Adımın, eksikliğinin kimsenin farkında olmayacağı, sıradan akademik evrak olmak dışında bir işe yaramayan yayınlarda yer almasını bilhassa engelledim.
Takdir edersiniz ki bu büyük başarı ancak çok özel bir gayretle, çok çalışma ile mümkün olabilir.
Muyluyum, gururluyum!
***
EK 1 (6.11.2024): ARK
Hekim karşısındakini “hasta” olarak, araştırmacı bilim adamı ise karşısındakini “denek” olarak görür.
Hekimin hedefi hastasını iyi etmektir, araştırmacı bilim adamınınki ise iyi bir dergide yayındır.
Hekim, bir kişinin daha derdine çare olduğu için, araştırmacı bilim adamı bir yayını daha olduğu için mutlu olur.
İyi hekim olmak için iyi araştırma yapmak ve yayın yapmak gerekli değildir; iyi hekim olmak için bilimi yakından takip etmek ve araştırmaları doğru anlayıp doğru yorumlamak şarttır.
İyi hekim ve araştırmacı bilim adamı olmayı pek az kişi başarabilir; bunların sayısı tüm dünyada bile parmakla sayılır.
Kendini iyi hekim ve araştırmacı bilim adamı zannedenlerin hemen hepsi ikisini de eline yüzüne bulaştırır.
***