HARVARD HAKİKATİ ÇİĞNİYOR

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Harvard’ lı değerli bilim adamı Martin Kulldorff, pandemide yaşanan rezillikleri kendi başından geçenler ve ABD bilim kurumları ve Harvard Üniversitesi üzerinden fevkalade güzel anlatmış.

Tüm doktor, akademisyen, sağlık bürokratı ve tıp dernek, vakıf ve odalarının dikkatle okumaları gereken “Harvard Tramples the Truth When it came to debating Covid lockdowns, Veritas wasn’t the university’s guiding principle”  (Harvard Hakikati Çiğniyor- Konu Kovid karantinalarını tartışmaya geldiğinde, üniversitenin yol gösterici ilkesi Veritas değildi) başlıklı makalesi.

*

Harvard, 10 Mart 2020’de, herhangi bir hükümet yönlendirmesi olmadan önce, “yüz yüze dersleri askıya alacağını ve çevrimiçi öğrenime geçeceğini” ilan etti. Ülke genelinde üniversiteler, okullar ve eyalet hükümetleri Harvard’ın izinden gitti.

Yine de 2020’nin başlarından itibaren virüsün eninde sonunda tüm dünyaya yayılacağı ve karantinalarla bastırmaya çalışmanın beyhude olacağı açıktı. Ayrıca sokağa çıkma yasaklarının sadece eğitime değil, kanser, kalp-damar hastalıkları ve ruh sağlığı tedavileri de dahil olmak üzere halk sağlığına da büyük zarar vereceği belliydi. Verilen zararla on yıllar boyunca uğraşacağız. Çocuklar, yaşlılar, orta sınıf, işçi sınıfı ve dünyanın dört bir yanındaki yoksullar, hepsi zarar görecek.

Diğer pek çok ülkede de okullar kapandı ancak İsveç, uluslararası eleştirilere rağmen, yaşları 1 ila 15 arasında değişen 1,8 milyon çocuk için okullarını ve kreşlerini açık tuttu. Neden mi? Herkes enfekte olabilirken, 2020’nin başlarından beri Kovid ölüm riskinde gençler ve yaşlılar arasında bin kattan fazla fark olduğunu biliyoruz. Çocuklar Kovid nedeniyle çok küçük bir riskle karşı karşıyaydı ve eğitimlerini yarıda kesmek, özellikle de aileleri özel okulları, kursları veya özel öğretmenleri karşılayamayan veya evde eğitim alamayan çocuklar için ömür boyu dezavantaj yaratacaktı.

2020’nin ilkbaharında sonuçlar ne oldu? Okulların açık olduğu İsveç’te bir ila 15 yaş grubunda Kovid ölümleri sıfır olurken, öğretmenler diğer mesleklerin ortalamasıyla aynı ölüm oranına sahipti. İsveç Halk Sağlığı Kurumu’nun 7 Temmuz 2020 tarihli raporunda özetlenen bu gerçeklere dayanarak, ABD’deki tüm okulların hızla yeniden açılması gerekiyordu. Bunu yapmamak, Amerika Birleşik Devletleri’nde özellikle alt ve orta sınıf çocuklar arasında “öğrenme kaybına sebep oldu ama bu etki İsveç’te görülmedi.

İsveç, yaşlılara odaklanma maksadıyla okulların kapatılmasını ve diğer sokağa çıkma yasaklarını reddeden tek büyük Batı ülkesiydi. Zeki bir sosyal demokrat başbakan (bir kaynakçı) tarafından yönetilen İsveç, pandemi sırasında büyük Avrupa ülkeleri arasında en düşük fazladan ölüm oranına -ABD’nin yarısından daha azına- sahipti. İsveç’ de Kovid ölümleri ortalamanın altındaydı ve karantinaların sebep olduğu ikincil ölümler önlendi.

Yine de 29 Temmuz 2020’de Harvard editörlüğündeki New England Journal of Medicine, iki Harvard profesörünün ilkokulların yeniden açılıp açılmaması gerektiğine dair bir makalesini İsveç’ten bahsetmeden yayınladı. Bu, yeni bir farmasötik ilacı değerlendirirken plasebo kontrol grubunu görmezden gelmek gibiydi. Gerçeğe giden yol bu değildir.

O bahar ülkem İsveç’te yayınlanan köşe yazılarımda İsveç’in yaklaşımını destekledim, ancak Harvard profesörü olmama rağmen düşüncelerimi Amerikan medyasında yayınlayamadım. İsveç okul raporunu Twitter’da yayma girişimlerim beni platformun Trendler Kara Listesi’ne soktu. Ağustos 2020’de, okulların kapatılması ve İsveç hakkındaki köşe yazım nihayet CNN tarafından yayınlandı. Çünkü İspanyolca yazmıştım ve CNN-Español yayınladı. CNN-English ilgilenmedi.

Okulların kapatılmasına ve diğer bilim dışı tedbirlere karşı çıkan tek halk sağlığı bilimcisi ben değildim. Özellikle cesur bir ses olan Scott Atlas, Trump Beyaz Saray’ındaki halk sağlığı danışmanlarına, Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü direktörü Anthony Fauci’ye, Ulusal Sağlık Enstitüleri direktörü Francis Collins’e ve Kovid koordinatörü Deborah Birx’e meydan okumak için bilimsel makaleleri ve gerçekleri kullandı, ancak pek bir işe yaramadı. Stanford’daki 98 öğretim üyesi meslektaşı, Atlas’ın nerede yanıldığına dair tek bir örnek bile sunmayan açık bir mektupla Atlas’a haksız yere saldırdığında, öğrenci tarafından yönetilen Stanford Daily’de onu savunmak için bir cevap yazdım.

98 imzacının hiçbiri tartışma teklifimi kabul etmedi. Bunun yerine Stanford’dan birileri Harvard’daki üstlerime beni şikâyet ettiler.

Geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Stanford’dan Gupta ve Jay Bhattacharya ile birlikte Great Barrington Deklarasyonu‘nu yazdım ve evrensel tecrit yerine yaşa dayalı korumayı savunarak, çocukların ve genç yetişkinlerin normal hayatlarına yakın yaşamalarına izin verirken yaşlıların nasıl daha iyi korunacağına dair özel tavsiyelerde bulundum.

Great Barrington Deklarasyonu ile bu sessizlik bozuldu. Tek tek bilim adamlarını görevden almak kolay olsa da, önde gelen üç üniversiteden üç kıdemli bulaşıcı hastalık epidemiyoloğunu görmezden gelmek imkansızdı. Bildiri, okulların kapatılması ve diğer pek çok tecrit önlemi için bilimsel bir fikir birliği olmadığını açıkça ortaya koydu. Buna karşılık saldırılar yoğunlaştı ve hatta iftiraya dönüştü.

Ülkenin tıbbi araştırma bütçesinin çoğunu kontrol eden, sınırlı halk sağlığı tecrübesine sahip bir laboratuar bilimcisi olan Collins, bizi “pervasız epidemiyologlar” olarak nitelendirdi ve meslektaşlarından “yıkıcı bir yayından kaldırma” işini organize etmelerini istedi. Harvard’dan bazıları bunu yerine getirdi.

Harvard’ın önde gelen epidemiyologlarından biri bu bildiriyi “aşırı uç bir görüş” olarak nitelendirdi ve şeytan çıkarma ayiniyle bir tuttu. Okulların kapatılmasını savunan Harvard Sağlık ve İnsan Hakları Merkezi’nin bir üyesi beni “trollük” yapmakla ve “kendine özgü politikalara” sahip olmakla suçladı ve “Koch parasıyla kandırıldığımı”, “sağcı düşünce kuruluşları tarafından yetiştirildiğimi” ve “kimseyle tartışmayacağımı” iddia etti. Harvard’daki diğerleri ise benim “bilimsel olarak yanlış” ve “potansiyel olarak tehlikeli pozisyonumdan” endişe duyuyorlardı. 

Güçlü bilim insanları, politikacılar ve medyanın şiddetle karşı çıkmasına rağmen Great Barrington Deklarasyonu, on binlercesi bilim insanları ve sağlık çalışanlarından olmak üzere neredeyse bir milyon imza topladı. Düşündüğümüzden daha az yalnızdık.

Harvard’dan bile olumsuzdan çok olumlu geri bildirim aldım. Diğerlerinin yanı sıra, Epidemiyoloji Bölümü’nün eski bir başkanı, eski bir dekan, üst düzey bir cerrah ve karantinaların hastalarına verdiği yıkıcı ikincil zararı ilk elden gören bir otizm uzmanından destek geldi. Aldığım desteğin bir kısmı kamuya açık olsa da, çoğu perde arkasında kamuoyu önünde konuşmak istemeyen öğretim üyelerinden geldi.

Harvard’dan iki meslektaşım benimle karşıt görüşlü Harvard öğretim üyeleri arasında bir münazara düzenlemeye çalıştı, ancak tıpkı Stanford’da olduğu gibi, katılımcı olmadı. Tartışma daveti hala açık. Kamuoyu diğer bilim adamlarıyla tartışmak istemeyen bilim adamlarına, hatta Harvard bilim adamlarına bile güvenmemelidir.

Eski işverenim olan Mass General Brigham hastane sistemi, Harvard Tıp Fakültesi öğretim üyelerinin çoğunu istihdam etmektedir. NIH fonlarının en büyük alıcısıdır ve ABD vergi mükelleflerinden yılda 1 milyar doların üzerinde fon almaktadır. Great Barrington Deklarasyonu’na karşı yürütülen saldırının bir parçası olarak, Mass General’in yönetim kurulu üyelerinden biri olan ve NIH direktörü Collins’in danışma konseyinde görev yapmış Harvard profesörü Rochelle Walensky benimle tek yönlü bir “tartışmaya” girdi. Boston’da bir radyo kanalı benimle röportaj yaptıktan sonra Walensky, Mass General Brigham’ın resmi temsilcisi olarak cevap verme fırsatı tanımadan bana karşı çıktı. Birkaç ay sonra da yeni CDC direktörü oldu.

Bu noktada, bilim ya da akademik kariyerim arasında bir seçim yapmak zorunda olduğum açıktı. Ben ilkini seçtim. Eğer gerçeğin peşinden gitmezsek bilim nedir ki?

1980’lerde Guatemala’ da savunmasız insanları korumaya yardımcı olmak için hayatımı riske atmayı seçmiştim. Pandemi sırasında aynı şeyi yapmak için akademik kariyerimi riske atmak nispeten kolay bir seçimdi. Durum Guatemala’da karşılaştığımdan daha az dramatik ve dehşet verici olsa da, sonuçta çok daha fazla hayat tehlikedeydi.

Okulların kapanması ve sokağa çıkma yasakları 2020’nin en büyük tartışmasıyken, 2021’de yeni bir anlaşmazlık ortaya çıktı: Kovid aşıları. Yirmi yılı aşkın bir süredir CDC ve FDA’nın pazar sonrası aşı güvenlik sistemlerini geliştirmelerine yardımcı oldum. Aşılar, insanların hastalanma riski olmadan bağışıklık kazanmalarını sağlayan hayati bir tıbbi buluştur. Sadece çiçek aşısı bile milyonlarca insanın hayatını kurtarmıştır. 2020 yılında CDC benden Kovid-19 Aşı Güvenliği Teknik Çalışma Grubu’nda görev yapmamı istedi. Görev sürem uzun sürmedi, ancak düşündüğünüz sebepten dolayı değil.

Kovid aşıları için yapılan randomize kontrollü çalışmalar (RCT’ler) uygun şekilde tasarlanmamıştı. Aşıların semptomatik enfeksiyona karşı kısa vadeli etkinliğini göstermiş olsalar da, önemli olan hastaneye yatış ve ölümü değerlendirmek için tasarlanmamışlardı. Aşı türüne göre daha sonra yapılan birleştirilmiş RCT analizlerinde, bağımsız Danimarkalı bilim insanları mRNA aşılarının (Pfizer ve Moderna) kısa vadeli, tüm sebeplere bağlı mortaliteyi azaltmadığını, adenovirüs-vektör aşılarının (Johnson & Johnson, Astra-Zeneca, Sputnik) ise mortaliteyi en az yüzde 30 oranında azalttığını gösterdi.

İlaç şirketlerinden para almadan onlarca yılımı ilaç ve aşı advers reaksiyonlarını inceleyerek geçirdim. Her dürüst insan, yeni ilaçların ve aşıların onaylandığında bilinmeyen potansiyel riskler taşıdığını bilir. Bu, Kovid mortalite riski yüksek olan yaşlı insanlar için alınmaya değer bir riskti; ancak Kovid mortalite riski çok az olan çocuklar veya zaten enfeksiyonla kazanılmış bağışıklığı olanlar için değil. 2021’de Twitter’da bu konuyla ilgili bir soruya yanıt verdim:

Herkesin aşılanması gerektiğini düşünmek, hiç kimsenin aşılanmaması gerektiğini düşünmek kadar bilimsel açıdan hatalıdır. Kovid aşıları yüksek riskli yaşlı insanlar ve onların bakıcıları için önemlidir. Daha önce doğal enfeksiyon geçirmiş olanların ve çocukların buna ihtiyacı yoktur“.

ABD hükümetinin emriyle Twitter, CDC politikasına aykırı olduğu gerekçesiyle tweetimi sansürledi. LinkedIn, Facebook ve YouTube tarafından da sansürlendiğim için bir bilim insanı olarak özgürce iletişim kuramadım. Amerikan ifade özgürlüğü haklarının CDC direktörününkilerle çelişen dürüst bilimsel yorumlar için geçerli olmadığına kim karar verdi?

Konuşmak istemiyordum ama Harvard’lı bir meslektaşım beni aksi yönde ikna etti. Ailesi Doğu Avrupa’da Komünizme karşı aktif olarak çalışmıştı ve bana bulabildiğimiz tüm açık kapıları kullanmamız gerektiğini hatırlattı. Bu arada gerektiğinde açığa alınmaktan veya kovulmaktan kaçınmak için kendi kendimizi sansürlemeliydik.

Ancak bu konuda başarısız oldum. Tweetimden bir ay sonra CDC Covid Aşı Güvenliği Çalışma Grubu’ndan kovuldum ama aşıları eleştirdiğim için değil, CDC politikasıyla çeliştiğim için. Nisan 2021’de CDC, 50 yaşın altındaki birkaç kadında kan pıhtılaşması raporlarının ardından J&J aşısını durdurdu. Aşıdan en çok faydalanan yaşlı insanlar arasında herhangi bir vaka bildirilmedi. O dönemde genel bir aşı sıkıntısı olduğu için, bir köşe yazısında J&J aşısının yaşlı Amerikalılar için durdurulmaması gerektiğini savundum. Başımı belaya sokan da bu oldu. Muhtemelen CDC tarafından aşı yanlısı olduğum için kovulan tek kişi benim. Bazı yaşlı Amerikalılar şüphesiz bu aşı “duraklaması” yüzünden öldü.

Kovid aşı zorunluluklarına karşı tek argüman bedensel özerklik değildir. Bunlar aynı zamanda bilim ve etik dışıdır.

Bağışıklık sistemimi zayıflatan alfa-1 antitripsin eksikliği adlı genetik bir rahatsızlığımdan dolayı Kovid konusunda kişisel olarak endişe duymak için çoğu Harvard profesöründen daha fazla gerekçem vardı. Kovid’ in beni sert bir şekilde vurmasını bekliyordum ve 2021’in başlarında Connecticut’taki Manchester Hastanesi’nin özverili personeli hayatımı kurtardığında tam da öyle oldu. Ancak enfeksiyonlara karşı kişisel savunmasızlığımın, herkesin sağlığına odaklanması gereken bir halk sağlığı bilimcisi olarak görüş ve önerilerimi etkilemesine izin vermem yanlış olurdu.

Bağışıklık sistemimizin güzelliği, bir enfeksiyondan iyileşenlerin, tekrar maruz kaldıklarında korunmalarıdır. Bu, M.Ö. 430’daki Atina Vebası’ndan beri bilinmektedir; ancak Harvard’da artık bilinmemektedir. Harvard’ın önde gelen üç öğretim üyesi, The Lancet dergisinde yayınlanan ve Kovid kaynaklı bağışıklığın varlığını sorgulayan meşhur “konsensüs” bildirisini birlikte kaleme almıştır. Harvard, daha önce Kovid enfeksiyonu geçirmiş öğrenciler için aşıyı zorunlu tutmaya devam ederek, 2.500 yıllık bilimi fiilen inkâr etmektedir.

Bekleneceği üzere, 2021’in ortalarından bu yana Kovid kaynaklı bağışıklığın aşı kaynaklı bağışıklıktan daha üstün olduğunu biliyoruz. Buna dayanarak, hastanelerin Kovid kaynaklı bağışıklığı olan hemşireleri ve diğer hastane personelini kovmak yerine işe almaları gerektiğini, çünkü bu kişilerin aşılananlardan daha güçlü bağışıklığa sahip olduklarını savundum.

Aşı zorunlulukları etik değildir. RCT’ler çoğunlukla genç ve orta yaşlı yetişkinleri kapsıyordu, ancak gözlemsel çalışmalar Kovid aşılarının yaşlı insanlar için hastaneye yatışları ve ölümlerini önlediğini gösterdi. Dünya çapında aşı sıkıntısının yaşandığı bir dönemde, 87 yaşındaki komşum ve dünyanın dört bir yanındaki diğer yüksek riskli yaşlı insanlar aşı olamazken, düşük riskli öğrencilere veya benim gibi Kovid geçirdiği için zaten bağışıklığı olanlara aşı yaptırmaya zorlamak etik değildi. Aşı yanlısı her kişi, sırf bu nedenle Kovid aşısı zorunluluğuna karşı çıkmalıdır.

Bilimsel, etik, halk sağlığı ve tıbbi nedenlerle Kovid aşısı zorunluluklarına hem kamuoyu önünde hem de özel olarak karşı çıktım. Benim zaten enfeksiyon kaynaklı üstün bir bağışıklığım vardı ve benim gibi bağışıklık eksikliği olan hastalar üzerinde uygun etkinlik ve güvenlik çalışmaları yapılmadan beni aşılamak riskliydi. Bu duruşum, Mass General Brigham tarafından kovulmama ve dolayısıyla Harvard’daki fakülte pozisyonumdan atılmama neden oldu.

Hastane tarafından birkaç aşı muafiyeti verilirken, benim tıbbi muafiyet talebim reddedildi. Dini muafiyet talebimin reddedilmesine ise daha az şaşırdım: “Kovid geçirdiğim için, aşılananlardan daha güçlü ve daha uzun süreli bağışıklığa sahibim. Bilimsel gerekçelerden yoksun olan aşı zorunlulukları dini bir dogmadır ve Kovid aşısından dini muafiyet talep ediyorum.”

Harvard ve hastaneleri güvenilir bilimsel kurumlar olmak istiyorlarsa, işten çıkardıkları bizleri yeniden işe almalıdırlar. Ve Harvard, diğer birçok üniversitenin zaten yaptığı gibi, öğrenciler için Kovid aşısı zorunluluklarını ortadan kaldırmakla akıllıca davranmış olacaktır.

Harvard öğretim üyelerinin çoğu çok çeşitli alanlarda özenle gerçeğin peşinden gitmektedir, ancak Veritas, Harvard liderlerinin yol gösterici ilkesi olmamıştır. Akademik özgürlük, entelektüel merak, dış güçlerden bağımsızlık ya da sıradan insanlara yönelik kaygılar da kararlarına rehberlik etmemiştir.

Harvard ve daha geniş bilim camiasının kamuoyunun güvenini hak etmek ve yeniden kazanmak için yapması gereken çok iş var. İlk adımlar akademik özgürlüğün yeniden tesis edilmesi ve iptal kültürünün ortadan kaldırılmasıdır. Bilim insanları kamusal öneme sahip konularda farklı görüşlere sahip olduğunda, üniversiteler gerçeğin peşine düşmek için açık ve medeni tartışmalar düzenlemelidir. Harvard bunu yapabilirdi ve eğer isterse hala yapabilir.

Artık neredeyse herkes okulların kapatılmasının ve diğer sokağa çıkma yasaklarının muazzam bir hata olduğunun farkında. Francis Collins, eğitime ve Kovid dışı sağlık sonuçlarına verilen ikincil zararı dikkate almadan sadece Kovid’ e odaklanarak yaptığı hatayı kabul etti. Yapılması gereken dürüstlük budur ve umarım bu dürüstlük Harvard’a da ulaşır. Kamuoyu bunu hak ediyor ve akademinin de güvenilirliğini yeniden kazanması için buna ihtiyacı var.

Bilim, hakikate değer vermeyen ve onu keşfetmek için çabalamayan bir toplumda varlığını sürdüremez. Bilim camiası böyle bir kültürde kamuoyu desteğini giderek kaybedecek ve yavaş yavaş dağılacaktır. Hakikat arayışı, iftira, zorbalık veya iptale sıfır toleransla açık, tutkulu ve medeni bilimsel söylem ile akademik özgürlük gerektirir. Umuyorum ki Harvard bir gün akademik özgürlüğe ve bağımsızlığa geri dönüş yolunu bulacaktır.

Kaynakhttps://www.city-journal.org/article/harvard-tramples-the-truth

Anti-lockdown advocate appears on radio show that has featured Holocaust  deniers | Coronavirus | The Guardian

***

Yazı için 2 yorum yapılmış:

  1. CANAN KARATAY dedi ki:

    ŞEYH Edebali diyor ki;

    ‘toprak sağlıklı değilse, ektiğiniz hiç bir tohum yeşermez!’

    İnsan vücudu toksinlerle, kimyasal zehirlerle,petrokimya zehirleri ile yüklü ise, pestisid, herbisid, fungisitlerle vs. yüklü ve dolu ise, hiç bir grip aşısının faydası olamaz, ancak sonsuz ve bilinmeyen zararları mantar gibi artar.

    Turbo kanserler gibi, artmış olan pıhtılar gibi, kalp krizleri gibi, felç gibi, uyuz gibi, zona gibi ve her türlü oto-immün hastalıkların artmış olması gibi, kardit ve perikardit ve genç erken ani ölümler gibi.

    ROKOFELLER TIBBI = HARVARD TIBBI = DSÖ

Siz de yorumunuzu paylaşın: