KAYSERİ‟DE ÜÇÜNCÜ BÜYÜK ADIM: SÜMER BEZ FABRİKASI

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Prof. Dr. Mehmet Şahin‘ in yazısı:

Bu derginin önceki sayılarında çıkan yazılarımda, Cumhuriyet kurulduktan sonra Kayseri‟nin modernleşmesi ve sanayileşmesi açısından çok önemli olan üç büyük adım atıldığını belirtmiş ve bunlardan ilk ikisini, Kayseri Tayyare Fabrikası‟nın kuruluşu ile Demiryolunun Kayseri‟ye gelişini anlatmıştım. Bu adımlardan üçüncüsü Kayseri Sümer Bez Fabrikası‟dır.

Osmanlıdan devir alınan Türkiye‟nin, İstanbul, İzmit, Bursa, İzmir ve Adana-Mersin hattı dışında hiçbir yerinde elektrik yoktu, sanayi kuruluşu yoktu, motor sesi duyulmamıştı, mühendis, teknisyen ve sanayi işçisi yoktu. 1923 yılından sonraki Türk ekonomisinin temel hedefi halkın büyük ihtiyaç duyduğu ve esas itibariyle yurtdışından ithal edilen, şeker, kaputbezi ve kâğıdı üretmek ve bunları üretecek fabrikaları ülke sathına yaymak suretiyle sanayi toplumu kültürünü oluşturmaktı. Buna “üç beyazı üretmek” deniyordu.

Kayseri‟nin ve hatta tüm Anadolu‟nun ilk sanayi tesislerinden biri olarak 1926 yılında Tayyare Fabrikası kurulmuş, aynı yıl Bünyan Elektrik Santralı işletmeye alınarak Kayseri‟nin bir bölümüne elektrik verilmişti. 1927 yılında Ankara-Kayseri demiryolu hattı işletmeye açılmış ve aynı yıl çıkarılan Teşvik-i Sanayi Kanunu‟ndan yararlanılarak da, her birinde 15-20 işçi çalışan (şimdiki Anatamir Fabrikasının yakınında) bir Deri Fabrikası, bir Güherçile Fabrikası, (Göbülük’ün) Un Fabrikası ve (şimdiki Çınar Camii’nin yakınında) bir Bakırhane kurulmuştu. 1930‟lu yılların başında makineyle üretim yapan tesislerin tamamı bunlardan ibaretti. (Halen bunlardan sadece Değirmencilik Un Fabrikası ayaktadır.) “Üç beyazı üretmek” ise daha büyük çaplı yatırım yapmayı gerektiriyordu.

Cumhuriyet kurulduktan sonra, Batı‟nın son yüz yılda Osmanlı ekonomisi üzerinde oluşan hâkimiyetini kırmak için, bir yandan Düyun-u Umumiye borçları ödenmeye, bir yandan Batı sermayesinin sahip olduğu tüm iktisadî kuruluşlar devletleştirilmeye çalışılıyor, diğer yandan da hızla modernleşmeye ve sanayileşmeye gayret ediliyordu. Harplerden bîtap düşmüş bir milletin bütün bunlara yetecek kadar kaynak yaratması ise neredeyse imkânsızdı. Hem Batı‟nın hâkimiyetini kırmaya çalışmak, hem de Batı‟dan yardım almak, hem çelişki, hem zor ve hem de yaşanan acı tecrübeler nedeniyle arzuya şayan değildi. Bunlara ilâveten 1929 yılında Amerika‟da „Büyük Dünya İktisadi Buhranı‟ başlamış ve bu, önce Avrupa‟yı, sonra da Türkiye dâhil diğer bütün piyasa ekonomilerini fecî bir biçimde etkisi altına almış, bu ekonomilerin geleceğine olan güven sarsılmış ve bu buhrandan çok az etkilenen „Merkezî Planlı‟ Sovyet ekonomisine olan ilgi artmıştı.

Böyle bir ortamda Başbakan İsmet İnönü 1932 yılında Sovyetler Birliği‟ne bir gezi yaptı ve Sovyetler‟in Türkiye‟nin sanayileşme hedeflerini desteklemesi yönünde mutabakata varıldı. Hemen ardından 1933 yılında „Türkiye Cumhuriyeti‟nin Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı‟ yürürlüğe girdi. Bu plan çerçevesinde yapılacak olan yatırımların en önemlilerinden biri Kayseri‟ye bir iplik ve dokuma fabrikasının kurulmasıydı ve bunun iki yıl içinde gerçekleştirilmesi öngörülüyordu. Burası üç vardiya halinde 4500 kişinin çalışacağı dev bir 2 tesis ve sanayi alanındaki Türk-Rus işbirliğinin ilk eseri olacaktı. Ruslar, plan ve projelerin hazırlanması, teknik bilgi, mühendislik hizmeti, elemanların eğitimi ve makinelerin ithali için kullanılmak ve mal karşılığı ödenmek üzere yirmi yıl vadeli faizsiz bir kredi açmışlardı. Fabrikanın toplam maliyeti altı milyon lira civarında olacaktı. Türkiye‟nin 1935 yılındaki bütçesinin 300 milyon lira civarında, fert başına millî gelirin 50-60 dolar kadar ve doların değerinin 135 kuruş olduğu hatırlanırsa bu yatırımın nispî değerinin ne kadar büyük ve önemli olduğu anlaşılacaktır.

Bu fabrikanın plan ve projeleri Rus mühendisler tarafından hazırlandı. Kuruluş yeri olarak şehrin kuzeyinde ve iki kilometre kadar dışında bulunan yaklaşık 922 dönüm büyüklüğünde yarı bataklık bir alan seçildi. 1927 yılında Kayseri‟ye ulaşmış olan demiryolundan bu alana bir hat çekildi. Fabrikanın temeli 20 Mayıs 1934 tarihinde Başbakan İsmet İnönü tarafından atıldı. Bir yandan 2000 kadar yerli işçi çalıştırılarak hızla binalar inşa edilirken, bir yandan da fabrikanın tüm makinelerinin, âlet ve edevatının Rusya‟dan ithaline başlandı. Bu malzemeler gemilerle İstanbul Haydarpaşa limanına getiriliyor, oradan da trenle Kayseri‟ye taşınıyordu.

Kısa bir sürede tesis alanı muazzam bir şantiyeye dönmüştü. Binaların müteahhitliğini (demiryolu müteahhidi ve tayyareci Nuri Demirağ’ın kardeşi) Mühendis Abdurrahman Naci Demirağ üstlenmişti, fabrikanın müdürü ise 35 yaşında genç bir mühendis olan Fazıl Beydi. Yönetici pozisyonunda ve 25-35 yaşları arasında, savaşların cehenneminden geçmiş birkaç idealist Türk mühendise ilâveten yüzden fazla Rus mühendis ve teknisyen de makinelerin montajını ve denemesini yapıyordu. Bir yandan fabrikanın müstakbel genç işçilerine okumayazma ve makinelerin çalıştırılması öğretiliyor, öte yandan bunlar kaç-göçten kopartılarak, kadın-erkek bir arada, sanayi işçiliğinin kurallı ve disiplinli hayat tarzına alıştırılmaya çalışılıyor ve bunun her günkü ilk adımı olarak da mesai saatleri sporla başlıyordu. Yetmiş tane genç de Rusya‟ya gönderilmişti ve orada geleceğin ustabaşıları olarak eğitim alıyorlardı.

Burası elektrik santralının, iplik, dokuma ve boyama ünitelerinin bir arada bulunduğu entegre bir tesis olarak planlandı, bu nedenle adına „Sümer Kombinası‟ deniyordu. Ayrıca burası sıradan bir dokuma fabrikası olmayacak, yeni bir sanayi toplumu inşa etme idealine de hizmet edecekti. Bu amaçla, fabrika alanına bekâr lojmanları, futbol sahası, tenis kortu, koşu alanı, manej, yüzme havuzu, sinema salonu ve duş kabinleri, evli ve bekâr işçi misafirhaneleri yapılıyordu. 1942 yılında da, Arif Molu‟nun müteahhitliğini yaptığı, 280 daireli, ikişer katlı, taş yapı lojman binaları inşa edildi. Böylece Sümer bölgesinde, âdeta yeni bir kasaba ve şehirden farklı bir hayat tarzı oluşmaya başladı.

Bu fabrika 16 Eylül 1935 tarihinde Ekonomi Bakanı Celal Bayar tarafından hizmete açılmış, Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Sağlık Bakanı Refik Saydam, Sümerbank Genel Müdürü Nurullah Sümer; Rusya adına Endüstri Komiser Muavini Petakov, Sovyet Büyükelçisi Karahan ve Türkstoroy Müdürü Zolataryef de bu törende hazır bulunmuştur. Protokol konuşmalarına ilâveten Sovyet işçi ve teknisyenleri namına Mühendis Kordiyef bir konuşma yapmış, Kayseri‟nin ve bu fabrikanın ilk kadın işçilerinden soyadını bilmediğimiz genç „Bayan Şükriye‟ de kürsüye çıkarak kendi yazdığı şu manzumeyi okumuştur:

İçteki ve dıştaki zincirleri kırmışız,
Biz varız diyerekten cihana haykırmışız.
O günde şom ağızlar “nemiz var ki” diyordu,
Yokluk içinde bizdik en kuvvetli bir ordu.

En mücehhez, muntazam orduyu halk eden biz,
Bu gün de başka şeyler yaratmayı biliriz.

Biz varız, Türk genci var, diri Türk gençliği var,
Bu gün, emanet diye kalbimize konanlar,
Bulacaklar, buldular en sarsılmaz temeli,
Birleşmiştir bu yerde Türk eli, Türk emeli.

Bin bir gencin bu anda bir ağızdan sesi bu,
Artık doğan güneşin olmayacak gurubu.

Bizlere bulut verdi, şimşek hızı verecek,
Fabrikamız bu günden büyük yola girecek.
Ne geride kalacağız, ne yolda duracağız,
Daima taşacağız, yolda kalmayacağız,
Gayeye varacağız, gayeye varacağız.

Muhtemelen bir öksüz olan, fabrikada kendisine eğitim, iş, aş, bekâr lojmanında sıcak bir yuva, meslek sahibi olma ve böylece emeği ve onuruyla yaşama imkânı bulan bu körpe genç kızın okuduğu, duygu, heyecan ve masum bir idealizm yüklü bu manzume o dönemin atmosferi ve bu fabrikanın halk indindeki değeri konusunda çok şey anlatmaktadır. (Bu tören filme alınmış ve unutulup giden bu naif manzume tarafımdan yazıya çevrilmiştir). Bu genç „bayan‟, muhtemelen tüm Anadolu‟da, çoğu erkeklerden oluşan bir kalabalığın içinde kürsüye çıkıp konuşma yapan veya şiir okuyan ilk kadındır.

Fabrika kendi jeneratörüyle çalışıyor, ilâveten Kayseri‟nin bir bölümüne de her akşam belirli saatlerde elektrik veriyordu. Yeni bir sanayi toplumu inşasının vazgeçilmezi olarak işçilerin birçoğu okuma ve yazmayı burada öğrendi. Birçokları buradan elde ettikleri gelirle ve görenekle evlendi, yuva kurdu, çocuklarının yüksek eğitim yapmasını sağladı. Kaçgöç olmadan, kadın erkek bir arada çalışma kültürü burada yerleşmeye başladı. Kayseri‟nin ilk futbol takımı olan „Sümer Spor‟ burada kuruldu ve ilk sporcular burada yetiştirildi. 1960‟lı yılların başına kadar Kayseri‟nin bütün futbol müsabakaları, bütün 19 Mayıs Bayramı törenleri, buranın, toprak zeminli, ufacık bir ahşap tribünü olan futbol sahasında yapıldı. Pek çok genç yüzmeyi buranın havuzunda öğrendi, ilk yüzme yarışları, ilk koşular ve diğer ilk atletizm müsabakaları burada düzenlendi. İlk „Atlı Spor Kulübü‟, biniciliğe meraklı olan Abdurrahman Naci Demirağ tarafından burada kuruldu ve atların gösteri eğitimi buranın manejinde yapıldı. Buradan, vardiya başlangıçlarında, şehrin her tarafından duyulan bir siren sesi gelirdi. Çok az insanın saati vardı, bunların ayarları o sese göre yapılır, sabah kalkış ve gece yatış vakitleri „Sümer‟in boru sesine‟ göre düzenlenirdi. 4

İlk defa ve sonraki en az otuz yıl boyunca, kadınların ve erkeklerin bir arada oturduğu, tek gecelik salon düğünleri burada yapıldı. İnsanlar, kadın erkek bir arada oturarak, ilk sinema filmlerini, ilk tiyatro gösterilerini, ilk müzik konserlerini buranın çok amaçlı sinema salonunda izledi. İşçiler fabrika çıkışı duş yapma ve yazın yüzme havuzunda serinleme imkânını ilk defa burada buldu.

Bugün neredeyse en muhafazakâr toplum kesimleri tarafından dahî normal bir hayat tarzı olarak benimsenmiş olan bu değişimlerin çoğu, o tarihlerde geleneğe aykırı ve neredeyse din dışı „gâvur âdetleri‟ olarak görülüyor ve sessiz bir tepkiyle karşılanıyordu ama bu bir inkılâp süreciydi ve kimsenin geri kalmışlığa daha mâkul, daha sağlam ve uygulanabilir bir çözümü yoktu. Dolayısıyla bunlar kısa bir sürede toplum hayatının doğal unsurları haline gelmeye başladı.

Fabrikanın açıldığı yıllarda henüz Sümerbank‟ın „Satış Evleri‟ kurulmamıştı ve üretilen malları münhasıran yerli esnaf ve tüccarlar alıp pazarlıyordu. Halkın bu mallara ihtiyacı öylesine büyüktü ki, bütün üretim ânında kapış kapış satılıyor, bir yandan ticaret gelişiyor, öte yandan fabrikanın binlerce çalışanı gelirlerini piyasaya pompalayarak tüketim mallarına karşı talep yaratıyor ve bu sektörlerin üretimi artıyordu. Böylece piyasada büyük bir canlılık başlamıştı. Devlet eliyle iş adamlarının önünü açmak, İttihat ve Terakki döneminden beri süregelen „Millî İktisat Politikası‟nın bilinçli bir devamıydı. Osmanlı‟nın son dönemlerinden itibaren yöneticiler bütün sermayenin yabancılar ve Gayrimüslimler elinde toplanmasından büyük bir rahatsızlık duymaya ve Müslüman-Türk iş adamlarının da sermaye sahibi olması için yoğun bir çaba sarf etmeye başlamıştı.

Fabrikanın kurulduğu tarihlerde halkın yerli malı tüketmesini teşvik etmek için „yerli mallar haftası‟ düzenlenmeye başlandı ve Sümer Bez Farikasında üretilenlerinki dâhil tüm ithalât kısıldı. Ancak, Kayseri‟de bu fabrikadan büyük çaplı alım yapacak esnaf veya tüccar yoktu ve küçük çaplı satışlarla fabrikanın üretimini hızla eritmekte sıkıntı çekiliyordu. Bu nedenle fabrika yönetimi büyük çaplı alımları teşvik etmek için belirli büyüklükte mal alanlara, belirli bir oranda indirim yapacağını ilân etti. Bu politika, „yerli malı üretim ve tüketimini teşvik‟ ile „yerli bir sermaye sınıfı yaratma‟ amaçlarını birleştiriyordu.

Fabrikanın bu politikasından yararlanmak için Kayseri‟deki bazı esnaflar bir araya gelmiş, indirimli fiyattan topluca mal almak ve sonra bunu sermayeleri nispetinde kendi aralarında paylaşmak için bir „Birlik‟ kurmuş ve böylece münferiden mal alan esnafa göre daha büyük kâr elde etme imkânını bulmuşlardır. Bunlardan biri hatıratında, 1939 yılında küçük bir tuhafiyeci dükkânı açtığını, borçtan başka hiçbir şeyinin bulunmadığını ama 1942 yılından itibaren her şeye sahip olduğunu anlatmaktadır. İlâveten, 1942 yılında İkinci Dünya Harbi‟nin en şiddetli döneminin yaşandığını, buna paralel olarak bütün dünyada mal kıtlığı, yokluk ve karaborsa bulunduğunu ve bunun gelir dağılımını sermaye sahipleri lehine değiştirdiğini de hatırlamak gerekir.

Bu „Birliği‟ kuran Kayserili tüccarlar bir süre sonra, yani 1951-52 yıllarında, sahip oldukları sermaye birikiminin ve bu fabrikadan edindikleri görgü ve tecrübenin verdiği özgüvenle kendi tekstil fabrikalarını, yâni „Birlik Mensucat Fabrikasını‟ kurdular. Sermayenin büyük bir kısmı Sümer Kombinasının mallarını pazarlayarak oluşmuş, yönetici, mühendis, teknik eleman ve tekstil işçisi ihtiyacı da, bir „okul niteliğindeki‟ bu fabrikadan yetişmiş insanlar arasından temin edilmiştir. Bundan kısa bir süre sonra, özel sektörün böyle bir fabrika kurabildiğini ve bunun başarılı olduğunu gören diğer bazı sermaye sahipleri de Rahmetli Arif Molu‟nun öncülüğünde bir araya gelerek, 1954-57 yılları arasında „Orta Anadolu Mensucat Fabrikası‟nı kurmuştur. Daha sonra da bunları diğer tekstil fabrikaları ve bağlı sektörler izlemiş ve böylece Kayseri Türk tekstil sanayiinin en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.

Zamanla bu fabrika, tüm devlet kuruluşlarının yapısal zaafıyla malûl olarak teknolojisini yenileyememiş, dünya rekabetine açık ekonominin gereklerine uyum sağlayamamış, devlet bütçesine ağır bir yük olmaya başlamış ve 1990‟lı yılların ortalarında özelleştirme kapsamına alınmıştır. Buranın tarihî değerinin, tüm fizikî varlığının ve arşivinin korunması ve burada Kayserinin ikinci devlet üniversitesinin kurulması idealini taşıyan devrin Erciyes Üniversitesi yöneticileri, uzun ve çileli bir çabayla, Ekim 1999 tarihinde burasını Erciyes Üniversitesi‟ne kazandırmıştır. Bu konuda, Sümer Holding Genel Müdürü Doğan Çelik‟in, Özelleştirme İdaresi‟nden başkan yardımcıları Nâzime Gürkan, Halûk Büyükbaş, Salih Taştan ve Başkan Uğur Bayar‟ın, özelleştirmeden sorumlu Devlet Bakanı Yüksel Yalova‟nın ve Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler‟in unutulmaz katkıları olmuştur. Fakat bilâhare, arazi, tesisler ve binalar farklı kurumlar arasında bölünmüş, bir kısmı parsellenip satılmış ve ancak bir kısmı, alınış amacına uygun olarak, yeni kurulan Abdullah Gül Üniversitesi‟ne devredilmiştir. Bu gelişmeler ayrı ve uzun bir yazının konusudur.

Özetle, bu gün Kayseri‟de mevcut tekstil sektörünün ve bağlı sektörlerin tümünün anası Sümer Bez Fabrikasıdır ve tümü varlığını ona borçludur. Bunun değerini bilmek, Sümer Fabrikasını kuranlara, bu günkü servetlerin nüvesinin yaratıcısı olan o körpe genç kız ve erkek işçilerin heyecanına, idealizmine, emeğinin ve alın terinin hatırasına saygı duymak, tekstil sektöründekiler başta olmak üzere tüm Kayserililer için insanî, vicdanî ve ahlâkî bir borçtur ve asgarî bir vefakârlık gereğidir.

 

Siz de yorumunuzu paylaşın: