GDO: ÇAĞDAŞ ESARET
İsmail Bayrakçı’ nın yazısı:
Karnımızı doyururken, susuzluğumuzu giderirken farkına varmadan ve giderek artan derecede zehirleniyor muyuz? Tarımsal ürünler daha tohum halindeyken, daha sonuçları belli olmayan dönüşümlere uğramaya mı başladılar? Bu dönüşümler, kimler tarafından hangi amaçlarla başlatıldı?
1 Haziran 2009’dan beri Türkiye, genetiği değiştirilmiş organizmalar(GDO) gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalmıştır. GDO’lar ülkemize 10 yılı aşkın bir süredir girmekte olduğu halde, bu konu uzun süre sadece akademik düzeyde ya da bazı meslek odaları ve çevre örgütlerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılarda tartışılmıştır. Devlet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in televizyon kameraları karşısında: ”Bu ürünler ülkemize zaten yıllardan beri giriyor, o halde ülkemizde de ekilmesinde bir mahsur yok” sözleri, ürkütücü gerçeğin dışa vurumu olmuştur.Karnımızı doyururken, susuzluğumuzu giderirken farkına varmadan, yavaş yavaş ve giderek artan derecede zehirleniyor muyuz? Tarımsal ürünler daha tohum halindeyken, sonuçları belli olmayan dönüşümlere uğramaya mı başladılar? Bu dönüşümler, kimler tarafından, hangi amaçlarla başlatıldı?
GDO’lar nedir? Niçin üretilir? Kime yarar sağlar? Oluşturdukları sorunlar nelerdir? İşte bu kitapta tam da bu soruların yanıtları aranmaktadır.
Genetiği değiştirilmiş organizmalar(GDO), 14 yıldır dünya kamuoyunu yakından ilgilendiren bir konudur. Bir yandan insanlar, genetiği değiştirilmiş(GD) bitki ya da ürünlerin, sağlıklarını tehdit ettiğini ya da ekolojik hayata olumsuz etkisi olacağını düşünürken, öbür yandan tekelleşmiş tohum şirketlerinin kölesi durumuna düşecekleri korkusuyla boğuşmaktadırlar.
Arjantin, ABD‘den sonra en çok GD-ürün üreten ülkedir. 1990’ların başlarında IMF’nin önerisi ile GD-soya tarımına başlayan Arjantin‘in, sosyo-ekonomik yaşantısının nasıl etkilendiğini görmek, gelecekte GD-tohumlarla tarım yapılması önerilen ülkeler için bir örnek niteliğindedir. İki gazetecinin kaleme aldığı aşağıdaki yazıda, GD-soya tarımı ile Arjantin’de yaşananlar anlatılmaktadır.
“Bir zamanlar Arjantin, Dünya’nın tahıl ambarıydı. Bugün, aç çocuklar gecekondularda oynuyor, sokaktan topladıklarıyla hayatta kalmaya çalışıyorlar. Halkın yarısından fazlasının, açlık sınırının altında bir geliri var.”
”Arjantin’de köyler boşaltılmış; çünkü toprağı ve ekini gözü gibi koruyan çiftçilerin yerini, uçaklar ve endüstriyel tarım ekipmanları almıştır. Kentlere göç, tehlike sinyalleri verecek boyutlara gelmiştir. 300.000’den fazla çiftçi, köyleri terk etmiş, 500’den fazla kent, çökme noktasına sürüklenmiştir. Soya ekim alanları geliştirebilmek için, ormanlar yok edilmiş, sel felaketlerine yol açılmıştır.”
BU SÜREÇ NASIL BAŞLADI?
Biyoteknoloji şirketleri, 2004 yılına kadar 100 milyar ABD doları yatırım yapmış ve o yıla kadar 40 milyar ABD dolar zarar açıklamıştır. Yatırım ve zarar miktarları, GD-bitkiler de dahil tüm biyoteknoloji sektörünü kapsar. GD-tohum şirketleri bu nedenle dış pazara açılma konusunda çok saldırgan davranmaktadır. ABD hükümeti onlara bu uğraşlarında destek verir. Bu şirketler, ilk olarak nüfusları kalabalık olan Çin ve Hindistan’a girmiş, bir yandan da AB ülkelerine baskı uygulamışlardır. Monsanto, 2005 yılında yayınladığı bir açıklamada GD-tohumlar tüm dünyayı kapsayacak kadar yaygınlaşırsa, ABD 10 yıl içinde 210 milyar dolar gelir sağlayacaktır.
Gıda Kontrol Soykırımı
Bu süreci anlayabilmek için 35 yıl geriye giderek, ABD Ulusal Güvenlik Kurulu’nun, Henry Kissinger başkanlığında hazırlamış olduğu bir raporu titizlikle incelememiz gerekiyor. Bu rapor, 1995 yılında Joseph Brewda tarafından ortaya çıkarılmış, Schiller Enstitüsü tarafından duyurulmuştur. 200 sayfalık gizli rapor; ”Henry Kissinger’in 1974 Gıda Kontrol Soykırımı” olarak adlandırılmaktadır.
Rapor, az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışının, ABD’nin ulusal güvenliği için ciddi bir tehdit olduğunu ileri sürerek niyetini belli etmiştir. Kasım 1975’de Gerard Ford başkanlığında kabul edilen bu plana göre, az gelişmiş ülkelerde, gerek doğum kontrolü, gerekse de dolaylı olarak savaş ve açlık ile nüfusun azaltılması hedeflenmektedir.
Kissinger’den sonra Ulusal Güvenlik danışmanı olan Brent Scowroft, planı uygulamakla görevlendirilmiştir. Bugün 84 yaşında olan Brent, Barack Obama’nın da güvenlik danışmanlığı yapmış ayrıca Amerikan-Türk Konseyi(ATC)’nin de icra kurulu başkanıdır.
Raporda, ABD’nin özel siyasi stratejik çıkarları olduğu 13 kilit ülkeye karşı tedbir alınması önerildi. Önlem alınmazsa, hızlı nüfus artışı sonucu bu ülkelerin, siyasi, ekonomik ve askeri alanda güç geliştirecekleri kaygısı duyuluyordu.
Raporda yer alan 13 ülke; Hindistan, Çin, Bangladeş, Pakistan, Endonezya, Tayland, Filipinler, Türkiye, Nijerya, Etiyopya, Meksika, Kolombiya ve Brezilya’dır.
Kissinger’in önerilerinden biri, bu ülkelerde doğum kontrolü uygulamalarının başlatılmasıdır. İkinci öneri ise, hedef ülkelere gıda sevkinin kısıtlanmasıydı.
Genetik Mühendislik
Biyoteknolji ağırlıklı olarak gen teknolojisi şeklinde gelişmiş birçok alanda kendine yer bulmuştur. Gen mühendisliği, renklerle dile getirilen birkaç alana ayrılır:
Yeşil Gen Mühendisliği-Bitkilerin genetiğinin değiştirilmesi
Kırmızı Gen Mühendisliği-Tıp ve ilaç alanında kullanılan biyoteknoloji
Beyaz/Gri Gen Mühendisliği- Endüstride kullanılan biyoteknolojidir. (Atık sanayinde kullanılan gri gen mühendisliğidir.)
Dünya Kamuoyunu Tohumlar Konusunda Yönlendiren Kuruluşlar:
CGIAR
CGIAR; Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu. 1971 yılında kurulmuş, 64 üyeli stratejik
bir ortaklıktır. 25 sanayileşmiş ülke ve 21 gelişmekte olan ülkenin ortak olduğu bu kuruluş, dünya çapında çok sayıda devlet, sivil toplum kuruluşu ve tarım şirketleriyle işbirliği yapar. 100 ayrı devlette 8000’den fazla bilim insanı CGIAR için çalışır.
CGIAR, tarım, ormancılık, balıkçılık ve çevre konularında çalışmalar yürütür. Çoğu uluslararası kuruluş gibi yoksulluk ve açlıkla mücadele bayrağını açar, ancak gerçek amacı, emperyalist gıda şirketlerine yeni pazarlar açmaktır.
ISAAA
ISAAA; Uluslararası Tarımsal Biyoteknoloji Uygulamaları İçin Uyum Servisi. Bu kuruluş, Nobel ödüllü Norman Borlaug tarafından kurulmuştur. Borlaug, 1960’lı yıllarda ”Yeşil Devrim” kapsamında, Hindistan ve Pakistan‘a hibrit tohumları tanıtan kişidir.
GENETİK NEDİR, NASIL DEĞİŞTİRİLİR?
Her canlının yapısını, işlevini, üremesini sağlayan ve kontrol eden, o canlının genomudur. Genom, organizmanın kromozomlarında bulunan tüm genlerin bütününe verilen isimdir. Her genin, bir proteinin üretilmesinden sorumlu olduğu görüşü, genetik bilimine uzun süre hakim olmuştur. Anlaşılmıştır ki; her bir gen, bir proteinle değil başka genlerle etkileşerek daha başka proteinler oluşturduğu ortaya çıkmıştır. Doğada 20 çeşit aminoasit vardır. Tüm proteinler, bu aminoasitlerin değişik birleşim ve sayıda peş peşe sıralanmasından oluşur. Her protein, 100 ile 30.000 arasında aminoasit içerir.
Tohumun Genetiği Niçin Değiştirilir?
Genetik mühendislik ile üretilen birincil nesil GD-tohumların özellikleri dört başlık altında toplanabilir:
1- Bt-toksini içeren bitkiler,
2- Glifosat adındaki yabancı ot öldürücü ilaca(herbesit) dirençli bitkiler,
3- Raf ömrü uzatılmış bitkiler,
4- Yukarıda sayılan üç özelliğin bazılarını birlikte içeren bitkiler.
İkinci nesil GD-tohumların yukarıda sayılan özelliklerin yanı sıra, yağ asit bileşimi değiştirilmiş, lif miktarı arttırılmış, kuraklığa dayanıklı hale gelmiş bitkiler olacağı iddia edilmektedir. Bu tohumların satışı henüz yoktur; ancak 2010 yılından sonra bu tohumlar piyasaya sürülmeye başlanacaktır.
Tohum Genetiği Nasıl Değiştirilir?
Bitki genetiğinin değiştirilmesi, birkaç aşamalı bir uğraştır. Başarı oranı oldukça düşük olduğundan maliyeti de yüksek bir tekniktir. İlk olarak rekombinant genin, bitki hücresine yerleştirilmesi gerekmektedir. Sonraki aşamada, gen yerleştirme işleminin başarıyla sonuçlandığı bitki hücresinin tanınması ve bunların çoğaltılması gerekir.
Üremeyi Sonlandırıcı(Terminatör) Gen:
Terminatör gen olarak da adlandırılan bu genler, bitkinin erkeklik ya da dişilik özelliğini, çoğalmasını yani ürün verdikten sonra tohum vermesini engelleyen gendir. Bu genlerin sadece ticari özelliği vardır. Çiftçiyi tohum şirketine köle etmek amacıyla bilim insanları(?) tarafından geliştirilmiştir.
Hindistan ve GD-Pamuk
Bill Clinton döneminin insanlık açısından en olumsuz uygulamalarından biridir. Hindistan’da mucize tohum olarak tanıtılan GD-pamuk, vadedileni yerine getiremeyince, büyük bir sosyal yıkım gerçekleşmiştir. Bu yıkımı haykıranlardan biri de, Birleşik Krallık’ın prenslerinden Prens Charles’tır.
Charles, binlerce Hintli çiftçinin GD-tohum kullandıktan sonra intihar ettiğini dile getirmiş ve bunun üzerine panik yaratmakla suçlanmıştır. 2002 yılından bu yana 125 bin Hintli çiftçi yaşamlarını kaybetmiştir. Hindistan Tarım Bakanlığı’nın resmi verilerine göre her ay, 1.000 kadar intihar gerçekleşmektedir. GD taraftarları bu intiharların, alkolizm, kırsal fakirlik ve kuraklıkla ilgili olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hintli bir çiftçinin İngiliz gazeteciye söylediği sözler ilginçtir:
”Hiç kimse bize bu tohumların 2 kat su gerektirdiğini söylemedi. Lütfen burada yaşananları dünyaya anlatın.”
ABD’DE GDO’YA YAKLAŞIM
ABD Tarım Bakanlığı’nın görüşüne göre, Amerika vatandaşları, mısır unu, yağ, şeker ve başka işlenmiş gıdaların genetik teknoloji ile üretildiğinden habersiz olarak, bu gıdaları tüketmektedir. Habersizler, çünkü ABD’de ne yazık ki hala GDO’lu gıdaların etiketlenmesini zorunlu kılan bir yasa bulunmamaktadır Barack Obama, seçim çalışmaları döneminde GDO’lu gıdaların etikette belirtilmesi ile ilgili yasa çıkartacağına söz verdiği halde, şimdiye kadar bu konuda bir gelişme olmamıştır.
GD-bitkilerin ekimi ve ürünlerinin pazarlanması ile ilgili ABD’de üç kuruluş görev yapmaktadır:
– FDA- Amerikan Sağlık Bakanlığı Gıda ve İlaç Dairesi
– USDA- Amerika Tarım Bakanlığı
– EPA – Çevre Koruma Ajansı
Kanada Hükümeti, Royal Society Kanada(Kanada Kraliyet Cemiyeti)’den mevcut ve gelecekte üretilecek biyoteknoloji ürünlerinin insan, hayvan ve çevreye ne gibi zararları olabileceğinin araştırılmasını ister. Bunun üzerine kendi üyeleri arasında bu konuda uzman yeterli bilim adamı olmadığından, söz konusu cemiyet, üyesi olmayan bilim insanlarını davet ederek, 15 kişilik bir heyet kurar ve konuyu incelettirir.
Yapılan araştırmaların sonucu, Kanada’nın Ottowa kentinde Şubat 2001’de bir toplantı ile tüm kamuoyuna açıklanır. Vardıkları sonuçlar şöyledir:
-Biyoteknlojik tarımsal ürünlerle ilgili federal yasaların öngördüğü temel yaklaşım, bilimsel açıdan sorumsuzcadır.
– Devlet, yeni teknolojilerin uygulanması ile oluşabilecek yan etkilere karşı toplumun korunacağına dair verdiği sözleri çiğnemiştir.
– Hükümetin elinde GD-gıdaların tümüyle zararsız olduğuna ilişkin kanıt yoktur.
-Federal yasamanın tüm aşamaları bağımsız bilim çevrelerince gözden geçirilerek, her örneğin 2 kez araştırılmasının sağlanması.
– Ticari gizlilik perdesi arkasına saklanmadan şirketler tarafından yapılan araştırmaların kamuoyu ile paylaşılması.
– Antibiyotik direnç genlerinin, işaret geni olarak kullanılmasının yasaklanması. Bu genler bakterilere geçerek, dirençli hastalıklara yol açabilimektedir.
AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GDO’YA BAKIŞI
AB, 1991’li yıllarda deli dana hastalığı ile Topluluk yurttaşlarının güvenini kaybetmiştir. Bu amaçla, 12 Eylül 2000 tarihinde, insan sağlığını en üst düzeyde koruyan yeni bir gıda güvenliği yönergesi çıkarılması kararlaştırılmıştır. Bu yönergenin nasıl olması gerektiğini ”Gıda Güvenliği İçin Beyaz Kitap” da yayınlamıştır. Bu belge, risk analizinin, bağımsız bir Avrupa Gıda Güvenliği Kuruluşu tarafından yapılmasını öngörür. Risk değerlendirmesi ise, AB’nin en üst kurumlarından biri olan AB Komisyonu’na bırakılır.
Dr. Arpad Pusztai Olayı
Bilim dünyasının en kara sayfalarından biri, Arpad Pusztai vakasıdır. 1956 yılında KGB baskısı nedeniyle Macaristan’dan kaçan ve İngiltere’ye sığınan Arpad, 30 yıl İskoçya’nın Rowett Enstitüsü’nde görev yapmış dünyaca ünlü bir GD-gıda uzmanıdır.
Pusztai, 1998 yılına kadar 270’den fazla bilimsel eser yayınlamıştır. Arpad, 1995-1998 yılları arasında daha sonra Axis Genetic adını alacak olan Cambridge Agricultural Genetics Şirketi’nin geliştirdiği, tarla denemeleri Rothamsted’de yapılan bir GD-patates ile ilgili bazı araştırmalar yapmıştır. Bu patatese, kardelen çiçeğinden bir gen aktarılarak, kardelen lektini üretmesi sağlanmıştır. Arpad, önceki yıllarda kardelen lektininin, böcekleri zehirlediğini ancak memeli hayvanlara herhangi bir etkisinin olmadığını göstermiştir.
Pusztai’nin yaptığı araştırmada, sıçanlar 3 gruba ayrılmıştır. Bir grubu normal patates, ikinci grup GD-patates, üçüncü grup ise kardelen lektini, normal patatesle karıştırılarak yedirilmiştir. GD-patates ile beslenen hayvanların sindirim sistemlerinde ciddi hasar ve bağışıklık sistemlerinde bozukluk olduğu saptanmıştır. Oysa kardelen lektini karıştırılan normal patatesle beslenen sıçanlarda hiçbir olumsuzluk saptanmamıştır. Bu nedenle GD-patatesle beslenen sıçanlarda gözlenen bozukluğun, kardelen lektininden kaynaklanmadığı, genetik değişim nedeniyle meydana geldiği sonucuna varmıştır.
Kendi bulgularına şaşıran Dr. Pusztai, 10 Ağustos 1998’de World in Action adındaki bir Tv. programına 2.5 dakikalık bir demeç verir. GD-patatesle beslenen sıçanların büyümelerinin durduğunu, bağışıklık sistemlerinin bozulduğunu, karaciğer, kalp, beyin ve diğer organlarında küçülme görüldüğünü söyler. Ayrıca; ”İmkan olsa hiç GD-besin tüketmem” ve ”İnsanların kobay olarak kullanılmasını büyük bir haksızlık olarak görüyorum” demiştir.
Söyleşi akşam saatlerinde televizyonlarda yayınlandığında Enstitü Müdürü Prof. Philip James, Pusztai arayarak tebrik etmiştir. Ertesi sabah enstitü, basın açıklaması yaparak Pusztai’nin kaygılarını destekleyen çok sayıda kontrollü çalışmanın var olduğunu ifade eder. Aradan 48 saat geçer, Arpad Pusztai 30 yıldır çalıştığı enstitüden kovulur. Bütün çalışmalarına ve adı geçen araştırmanın sonuçlarına el konulur. Daha sonraki ifadelerden öğrenildiğine göre, işten atılmadan bir gün önce Tony Blair, öğleden önce ve öğleden sonra olmak üzere 2 kez enstitü müdürünü aramış. Daha sonra Monsanto Şirketi’nin etkisiyle, ABD Başkanı Clinton’un da enstitü müdürünü aradığı söylenmiştir.
Elinden alınan tüm bilimsel sonuçların yanı sıra Arpad’ın, gazeteciler ve enstitü çalışanlarıyla konuşması yasaklanmıştır. Fakat Dr. Pusztai, başka bilim insanlarıyla temasa geçmeye devam etti ve Şubat 1999’da 13 ülkeden 30 bilim insanı Dr. Pusztai’ye destek verdi.
Bugün Dr. Arpad, dünyanın her yerinde çeşitli üniversitelerde misafir öğretim üyesi olarak ders vermektedir. Ayrıca Dr. Puzstai çok saygın Whistelbblower Ödülü’ne layık görülmüştür. Bu ödül, uluslar arası nükleer silah karşıtı hukukçular derneğinin Almanya şubesi ve Alman Bilim İnsanları Birliği tarafından verilmektedir.
GD-BİTKİLERİN ÇEVRE SAĞLIĞINA ZARARLARI
GD-tohumlarla yapılan tarım, insan ve hayvan sağlığını olumsuz yönde etkilediği gibi, çevre sağlığını da olumsuz yönde etkilemektedir.
Bt-toksinlerinin Zehirlenmek İstenen Canlılardan Başka Canlılara da Zarar Vermesi
Bt-toksin içeren GD-mısır polenleri, ekildiği tarladan 2 km ötedeki kelebeklere bile zarar vermektedir. Sürüngenler, kuşlar, böceklerle beslenen kemirgenler için çok önemli besin kaynağı olan un kurdu da, glifosattan zarar görmektedir. Glofosatın bulunduğu ortamlarda, kırmızı yanaklı su kaplumbağası ya da Singapur kaplumbağası olarak bilinen canlının yumurtaları küçük kalmaktadır. Bt-toksinler, bitki kökleri, polen ve dökülen yapraklarla toprağa bulaşmaktadır. Dört yıl sonra bile bu toksinler toprakta saptanmaktadır.
Daha önce Cryl-Ab toksinini içeren GD-tohum ekilen tarlalara, sonraki yıl, ekilen fesleğen, havuç, lahana, marul, bezelye, turp, taze fasulye, soya fasulyesinde aynı toksin saptanmıştır.
Bioçeşitliliğin Zarar Görmesi
1970-2003 yılları arasında 33 yıl içinde omurgalı hayvan türlerinin %33’ünün soyu tükenmiştir. Bu gelişmenin sorumlusu olarak da insan görülmektedir. WWF’in dediği gibi:
”İnsanın ayak izi doğaya büyük geliyor.”
Uluslararası Doğayı Koruma Birliği’nin verilerine göre, 8 kuş cinsinden birinin, 4 memeli hayvan cinsinden birinin, 4 çam ağacından birinin, 3 kurbağa cinsinden birinin, 7 deniz kaplumbağası cinsinden 6’sının, balıkların da soyunun tükenmesi söz konusudur. Her saniye, futbol sahası kadar yağmur ormanı yok olmaktadır. Son iki yılda açlık sınırının altında yaşayan insanların, 800 milyondan, 1 milyara çıkması, bunun en somut kanıtıdır.
Toprağın Zarar Görmesi
Toprak, sadece kum ve kilden oluşan bir yapı değildir. Toprağı toprak yapan içindeki canlılardır. İşte bu şekilde bitkinin yetişebilmesi için gerekli tüm besinlerin kaynağı toprakta bulunmaktadır. Bir gram toprakta, yaklaşık 600 milyon bakteri, 400 milyon maya, 100 bin yosun hücresi vardır. Bir hektar tarım arazisinde en üst 15 cm kalınlığındaki katmanında, 20 bin kg mikroorganizma vardır.
Kaynak: http://www.yaklasansaat.com/dunyamiz/genetik/gdo_cagdas_esaret.asp