MUHABİRLERİN SON MOHİKANI
Cahit Sıtkı’ nın deyişi ile bu tatsız akşam saatinde e-postalarıma bakarken İstanbul Erkek Liseliler Derneği’nden gelen “vefat haberi” başlıklı yazı çok sevdiğim bir büyüğümün ölümünü bildiriyordu.
“Sevgili Sarı Siyahlılar,
Okulumuz mezunlarında Basın Şeref Kartı sahibi Doğan Katırcıoğlu’56 vefat etmiştir. Cenazesi 07.06.2011 Salı günü Sultanahmet Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından, Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecektir.”
Hey gidi koca Doğan Ağabey hey. Gün batar, kuşlar döner, dönmez bu yoldan beklenenlerden oldun sen de.
Doğan Katırcıoğlu benim hem hastam, hem liseden büyüğüm olan çok sevdiğim, saydığım bir gazeteci ağabeyimdi.
Yakın zamanlara kadar birkaç ayda bir muayenehaneme elinde yeni bir kitabıyla veya her sene 24 Temmuz Basın davetiyesi ile uğrardı.
Beni de gazeteci sayar, Dolmabahçe sarayındaki bu törenlere mutlaka katılmamı isterdi. Ben de bu mültefit sözlerden ziyadesiyle mutlu olur, bir gazeteci edasıyla her sene Dolmabahçe’ nin yolunu tutardım.
İki sene kadar önceydi sanıyorum oğlu Odhan’ ın ölümüne çok üzülmüştü. Odhan, bir özel hastanenin yoğun bakım bölümünde uzunca bir süre yatmak zorunda kalmış ve sonunda da vefat etmişti.
Son konuştuğumuzda İstanbul Erkek Lisesi ile ilgili bir kitap hazırlığı içinde olduğunu söylemişti. Benden de o günlere ait bir yazı istiyordu. Yazıyı yazmak da Doğan Ağabey’ e vermek de kısmet olmadı.
Doğan Ağabey’ e Allah’ tan rahmet, yakınlarına sabırlar diliyorum. Ona veremediğim yazım yerine bundan beş yıl kadar önce kaleme aldığım “Muhabirlerin Son Mohikanı” başlıklı bir yazımı kabul etmesini diliyorum:
MUHABİRLERİN SON MOHİKANI
Bundan tam 70 yıl öncesi. 1935 yılının 24 mayısı. Havada bir leylek. Ağzında bir sepet. Süzülüyor, süzülüyor ve Sultanahmet Peykhane Sokakta bir evin bacasına konuyor. Bu tek katlı, kırmızı ev Fahri Bey ve Zeynep Hanım’ ın evi.
Hacı leylek sepetindeki ‘nur topunu’ bacadan bırakıp kim bilir hangi evi sevindirmek üzere havalanıyor tekrar. Evde ise bir sevinç, bir telâş ki, sormayın gitsin. Hacı leyleğin getirdiği bu tosuncuğun kulağına dedesi ezan okuyarak ismini koyuyor: Halil Doğan.
Bu küçük bebek, büyüyecek, okuyacak, yazacak ve gazeteci olacaktır. Ergin Konuksever, Celalettin Çetin, Vasfiye Özkoçak, Halit Çapın, Seraceddin Zıddıoğlu… gibi artık nesli tükenen ‘gerçek’ gazetecilerden biri.
SON MOHİKAN
Doğan Katırcıoğlu tam 52 yıllık gazeteci. Polis-adliye muhabirliğinin duayenlerinden. Öcal Uluç’ un anlatımıyla ‘ Türk basınında yetişen ve isimleri efsaneleşmiş polis-adliye muhabirlerinin herhalde sonuncusu. Kısacası ‘Son Mohikan’ ı. Hiçbir gazete, hiçbir ajans elinden tutmayınca, serbest gazeteci olarak ayakta durmaya çalışıyor; ama durup dinlenmeden de kitap yazıyor!
Gazeteciliğe 1954 yılında Türktel Ajansı’nda spor muhabirliği stajyeri olarak başlamış ve sırasıyla Son Posta, Gece Postası, Bugün, Fotospor Dergisi, Günaydın, Hürriyet, Haber Ajansı, Akşam, Son Havadis, Cumhuriyet, Bulvar, Milliyet, Hürgün, Gazete Gazetesi, Ateş’ te muhabir, foto muhabiri ve yazar olarak, Haber Gazetesinde ise yazı işleri müdürü olarak çalışmış.
Türkiye Gazeteciler Sendikası’ nda (TGS) çeşitli görevler üstlenmiş. TGS’ den seri röportaj dalında ‘Gümüş Kalem’ ile ‘Dayanışma Armağanı’, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’ nden (TGC) ise haber, röportaj, seri röportaj ve fotoğraf dallarında tam 19 ödül almış. 1987 yılında da röportaj dalında ‘Yılın Gazetecisi’ seçilmiş.
1965’de Zonguldak’ ta greve giden maden işçilerinin ‘Kara Yazgısı’ na ortak olmuş ve 2442459 sicil numarası ile taban ameleliği yapmış. Onların çileli yaşamlarını ‘Yer Altında Sesler Var’ adı ile kitaplaştırmış.
HİÇ BAŞINI EĞMEDİ
Azer Bortaçina bakın onu hangi sözlerle anlatıyor:
“Her olayda bir “bit yeniği” olduğunu ustalarından öğrenen bu güzel insan “DOĞAN ABİMİZ” uzun gazetecilik yaşamında binlerce haber ve birbirinden güzel röportajlara imzasını attı. Köpeği ısıran adamın değil, olayın içindeki bitin peşine düştü hep. Tüm duygusallığına karşı habercilikte doğruluktan, dürüstlükten hiç sapmadı. Tavizsiz gazeteciliği onu bazen işsiz bıraktı ama başını eğmedi hiç.’’
İLK TANIŞMAMIZ
Bundan 4 yıl kadar önce bir gün gazeteci Metin Özyıldırım telefonla aradı. “Sana Doğan Katırcıoğlu’ nu göndereceğim, bazı sorunları var, ilgini rica ediyorum” dedi.
Doğan Abi ertesi günün akşamüzeri muayenehaneme geldi. Nefes nefese idi, öksürüyordu, göğsündeki hırıltı daha odaya girdiğinde uzaktan bile duyuluyor, konuşmakta zorlanıyordu. Muayene ettim, astım krizindeydi. Hemen nefesini açacak acil girişimleri yaptım ve tedavisine başladım.
Üç gün sonra kontrole geldiğinde yüzü gülüyordu. İlaçlar işe yaramış, öksürüğü azalmış, hırıltısı geçmiş, nefesi de rahatlamıştı.
O günden sonra sık sık görüşmeye başladık. O benim sadece hastam değil, çok sevdiğim bir ‘ağabeyim’ de oldu aynı zamanda. Çünkü o da benim gibi bir İstanbul Erkek Lisesi’ li idi. Farklı zamanlarda da olsa, aynı sınıflarda ders dinlemiş, aynı yemekhanede yemek yemiş, aynı bahçede top peşinde koşuşturmuştuk.
DÜŞERSEN DARA, ARKADAŞINI ARA
Birkaç yıl önce ‘Arkadaş’ isminde bir ofis açtı. Kartvizitinde ‘Düşersen dara, arkadaşını ara’ yazıyordu.
O, gerçek bir dost, bir arkadaş, bir gönül adamıdır. O Fahri Bey’ in oğludur. Kireç kuyusuna düşen bir kediyi kurtarmak için hayatını hiçe sayan, sansar ağzından kurtardığı tavuğu hayvan hastanesinde ameliyat ettiren, kafesiyle üçüncü kattan aşağı düşen kanaryayı veterinere yetiştiren, kuzusunu ılık su ve Puro sabunu ile yıkayan bir babanın oğludur.
“Hiç çocuklar ağlamasa
Hiç insanlar aç yatmasa
Hiç kimse yumruğunu sıkmasa birbirine
Vurmasalar insan kalbini
İşte öyle bir dünya istiyorum
Çok mu?
Yoksa…
Yok mu?”
HAYVANNAME
Hayvanname ya da Ayı Geldi Aşka Ayı ile Aşk Bambaşka, Doğan Katırcıoğlu’ nun Olur Böyle Vakalar, Ayıp Sokağında Aşk, Her Mevsim Kadın, Aşka Veda, Kerizname’ den sonra çıkan sekizinci kitabı.
“İnsanları tanıdıkça köpeğimi daha çok seviyorum’’ diyen İsviçreli ressam Paul Klee, yerden göğe kadar haklı. Özellikle, günümüz büyük kentlerinin “iki ayaklı” pek çok “yaratık”ından daha duygulu, duyarlı, vefalı, kısacası daha “asil”dir hayvanlar. Kimileriyse tam bir akıl küpüdür. Örneğin, aptal insana “kuş beyinli” diyen kişi, kargayı hiç tanımıyor demektir. At yüce ruhlu, leylek onurlu, ayı sevgi dolu, güvercin tok gözlü, martı adalet duygusu güçlü, keçiyse oğlağına tutkuyla bağlıdır.
İşte, kimileri kahkahaya boğacak, kimileriyse insanlığından utandıracak öykülerden birkaçı:
Kurtuluş Savaşı’nın “Fırtına Arap”ı, Rüzgâr süvari’sini ölümden nasıl kurtardı?
Shakespeare’in oyununda oynayan “artis at”ı gebe kalan çöpçüye zimmet davası
Kurnaz köylünün vergi kaçırmak için yatakta gizlediği eşek, “devletin âli menfaatleri”ni nasıl korudu?
Ayı inine “zoraki konuk” olan avcının karakıştaki “sıcak” macerası
Kumkapılı Linda, kendisine sahip çıkan işsiz Kevork’u nasıl meslek sahibi yaptı?
Basınköylü Asiye’nin ecelle pençeleşen öksüz yavrularını hangi hayvanlar, nasıl besledi?
Doğan Ağabeyi’in vefat haberi beni çok etkiledi.Dün, Pazar günü kuruluş yıldönümü için Okula giderken,acaba kimleri görüp kimleri göremeyeceğim diye düşünüyordum. Bir vefat haberini orada aldım. Ertesi gün de Doğan Ağabey. Kendisiyle Bab-ı Âli’de çok karşılaşmış hattâ bir akşam yemekli bir toplantıda ben de bulunmuş, sohbetini dinlemiştim. Allah rahmet eylesin. O, sırasını savdı. Şimdi sıra kalanlarda. Allah gecinden versin.
ellerinize sağlık Doğan Katırcıoğlu ile Milliyet Gazetesi’nde birlikte çalıştık. Gazeteciliği bir iş olarak değil yaşam şekli olarak benimsemişti. Onu saygı ve sevgiyle anıyorum.