TIPTA YÜKSEK TEKNOLOJİ KULLANIMININ SEDAT PEKER’LE İLİŞKİSİ!
Prof. Dr. Gülümser Heper‘ in yazısı:
Sedat Peker, bir konuya giriş yaparken “Ulan dallamalar, ya da ulan ulan cüzdanı vicdanı olmuş gazeteciler” diye başladığında çok gülüyorum. Bu açılış paragrafını uzatmak ve toplumun kendi kültüründen ifadeler kullanmak bir iletişim yöntemi. Peker de doğru bir iletişim yöntemi kullanıyor. Zira konuyu ısındırmak, ballandırmak, tatlandırmak, soslamak ve öylece sunmak her daim iletişimin birinci kuralı. Destanlarımız, masallarımız, hikâyelerimiz de böyle başlamaz mı? “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde”, “Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş” gibi açılış cümleleri işte tam da bu konuya isabet ediyor.
Diyeceksiniz ki bu da nereden çıktı? Nedir bu Peker övgüsü ile Tıpta ileri teknoloji kullanımı alakası? Alakası Tıpta ileri teknoloji kullanımı gerçeğiyle ilgili! Her ne kadar Peker bizim alanımıza atlasa da Peker aynı zamanda bir sosyal bilimci olduğu için ben kabul ediyorum.
Zira Tıp ağırlıklı olarak sosyal bir bilim! Sevmediğiniz, merhamet etmediğiniz, koruyup kollamadığınız, empati kuramadığınız insanı ne tedavi edebiliyorsunuz ne de iletişim kurabiliyorsunuz. Zira kapıdan girerken “Hoş geldin Fatma Teyze” dediğiniz ya da “Bu sene tarlayı ekebildin mi Rıza Dayı?” dediğiniz kadın ya da adam daha o anda iyileşmeye başlıyor.
Biliyorum konuyu uzattım. Uzatmam lazım çünkü. Tıbbı mekanik bir sektör, teknolojinin bir yan kolu gibi düşünmenizi istemiyorum. Tepeden tırnağa dokunarak muayene etmediğiniz ve doğrudan MR a gönderdiğiniz bir insanın memesindeki kitleyi ya da ayağındaki mantar enfeksiyonunu göremiyorsunuz ve bu kanserin orijini neresi ya da toplar damardaki pıhtının kaynağı ne diye dört dolanıyorsunuz. Aletler, teknoloji size bir hastalığın sonuçlarını resmedebiliyor ancak ne sebebi ne de koruyucu stratejilerini anlatıyor. Mekanik bir doktor olup çıkıyorsunuz! Elinizde bıçakla organlara saldırıp duruyorsunuz. Para kazanmaya kazanıyorsunuz da ya manevi haz, ya vicdan, ya iyi insan iyi hekim olmanın hazzı?
Halen uzatıyorum… Bir arkadaşım 4. Sanayi Devrimi olarak nitelenen Yeni Dünya Düzeninde teknoloji sayesinde insanların daha yakından takip edilebileceğini, bunun da Tıpta çığır açacağını savlamış. Felsefi olarak birkaç laf edip devam edeceğim. İnsanı özgür yaratılmamış bir canlı olarak düşünen, zayıfı, hastayı, fakiri çöp olarak hatta ölmesi gerektiğini savlayan, temel gıda maddelerini kontrol ederek bağımlı bir hayvan olmasını düşleyen hatta üretmesinin önüne geçerek tarlasını, traktörünü, hayvanını elinden alan bir düzenin insanın sağlığı için çalışabileceğini düşünebilmek de başka bir alçaklık türü olmalı. İnsanlığın yok edildiği bir dünyada insan sağlığı için mücadele edilecekmiş! Peh! Peker’in tanımıyla “Manyaksınız lan sizler!”
Bu takip manyaklığından yeni dünya düzencilerinin esinlendiğini biliyorum. Her şey şöyle başladı! Evde sürekli tansiyonunu ölç, yaz ve getir teyzecim! Doktor emretmiş ya kadıncağız takipte… Yerken, içerken, özür sıçarken, hatta yine özür sıçtıktan sonra takip başlıyor. Beraberinde paranoya ve stres yani sempatik aktivite başlıyor. Ya felç olursam ya kriz geçirirsem ya pıhtı atarsa korkusu başlıyor. Adrenalin, noradrenalin, kortizol zirvede! Tansiyon yükseliyor doğallıkla. Koş acile! Acilde sıra var! Ben burada felç olmayı beklerken şerefsiz doktor beni bekletiyor! Döv doktoru rahatla… Oğlum, yavrum, teyzem, tansiyon sürekli ölçülmez, tansiyon ölçmenin incelikleri var, durmadan tansiyon ölçeceğin yere çık yürü, az ye, zayıfla, yılda bir kez uğra tansiyonuna bakayım diyemiyorsunuz, anlatamıyorsunuz; zira teknoloji bunu anlatmanızı istemiyor; hasta ve hastane bağımlı bir nesil istiyor ki etinden, sütünden, derisinden faydalansın, çark dönsün. Yeni dünyada tansiyon evden ölçülecek ve uzaktan takip edilecekmiş. Ha sizin teknolojinizi… Sevüşürken de ölçecek misiniz?
Bir diğer konu! Evden kan şekeri takibi. Diyabet takibi yani! Tip 1 Diyabete sözüm yok. Ancak toplumun %95’i Tip 2 diyabet. Tip 2 diyabetin bizzat kendisi endüstriyel gıdaların neticesi. Bizim kültürde kötü fırıncı hamur çoğaltır derler! Aynen öyle! Ver fruktozu, ver endüstriyel yağı, üstüne ver İnsülini; şiştikçe şişen bir organizma, yerinden kalkamayan bir canlı… Tip 2 diyabet takip ediyorlarmış! Peh! Peker tanımıyla, Ulan siz yaptınız bu insanları böyle namertler. Kota koyun lan fruktoza, çocuğa meşrubat satmayın, evine meşrubat alan aileyi men edin, fruktozlu içecek satan adamlara toplum sağlığını bozduğu için vergi koyun, ne bileyim bir şey koyun! Yok! Evden şeker ölçeceklermiş! Hay sizin vicdanınızı…
Gelelim kalp hastalığı konusuna. Şu meşum konuya… Sakatlıkların ve ölümlerin baş müsebbibine! Kardeşim, ŞEKER HASTASI OLAN KALP HASTASI OLUR! Pestisitli tütün içen kalp hastası olur. Birçok ilaç kalp hastalığını tetikler. Fakir olan, endişeli olan adam kalp hastası olur. Ulan düzeltin toplumsal risk faktörlerini, sağlayın toplumsal adalet, eşitlik! Yok! Ameliyat edeceğiz, keseceğiz, biçeceğiz. Ulan ahlaksızlar %95 oranında engellenebilir bir hastalığın piyasasını bozmak istemiyoruz deyiverinsene! Kestiğimiz adamların çoğu ölüyor ama çarkı devam ettirmek için kesme elzem deyiverinsene!
Bugün anladığınız üzere çok kızgınım. İnsan sağlığının meta, ticaret olarak kullanılmasının önüne geçmek için bu dili kullandım. İtiraf etmeliyim ki seçeneksiz kaldım. Zaten yıllardır seçeneksizim. Adım deliye, teknoloji karşıtlığına kadar çıktı. Küfür yedim, ekarte edildim, horlandım. İşte tam da bu nedenle bu dili kullandım. Ne yapayım savunma mekanizması, saldırılara karşı tırnaklarımı çıkardım. Peker’den yardım isteyecek halim yok!
Kaynak: https://www.veryansintv.com/tipta-yuksek-teknoloji-kullaniminin-sedat-pekerle-iliskisi/
***