YENİ COVID-19 AŞILARI NE KADAR ETKİLİ? YÜZDE 95 ETKİLİLİK NE ANLAMA GELİR?

Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Gökçe Başbuğ‘ un Evrim Ağacı’ ndaki yazısı:
İçinden geçtiğimiz bu günlerde, sağlık, fen ve sosyal bilimler alanlarından bilim insanlarının en önemli görevlerinden biri güvenilir ve etkili bir aşının insanlara ulaşmasını sağlamak ve insanların bu aşıyı olmakta bir çekince görmeyeceği koşulların yaratılmasına katkıda bulunmaktır.
Koronavirüse karşı geliştirilen aşıların Faz 3 çalışmalarındaki etkinliklerine dair halihazırda bildiğimiz sayılar, aşı üreticilerinin yaptıkları basın açıklamalarından gelmekte. Maalesef henüz, toplanan veri, bilimsel bir makale ya da bağımsız denetçi raporları vb. kaynaklar kamuyla paylaşılmadı. İngiltere’nin düzenleyici otoritesinin, aşı üreticisi firmadan veriyi aldıktan bir hafta gibi kısa bir süre sonra aşıyı onaylaması ve bunu yaparken de klinik çalışmanın değerlendirildiği herhangi bir raporu kamuyla paylaşmaması maalesef onay süreçlerinde sağlanması gereken şeffaflığın ihlaline neden oldu. Bununla kalmayıp, İngiltere’nin aşı üreten şirkete yasal zırh vererek, aşının yan etkilerine maruz kalan insanların dava açmalarını engelleyecek düzenlemenin yapılması da, ne yazık ki insanların aşıya olan güvenlerinin zedelenmesine yol açmakta.[1]
Etkili ve güvenilir bir aşının halka ulaşması ve insanların herhangi bir tereddüt duymadan aşıyı olması hayati derecede önemlidir. Bunun için bağımsız bilim insanlarının yapması gereken, kendi inceleme ve analizleriyle, aşının etkili ve güvenilir olduğundan emin olmaları ve analizlerinden elde ettikleri bilgileri doğru ve şeffaf bir şekilde halkla paylaşmalarıdır. Bilim insanlarının veri ve bilimsel metinleri kullanmadan, şirketlerin yaptıkları basın açıklamalarına dayanarak aşıların etkinliğine ve güvenliğine dair kanaat geliştirmeleri ve bu yönde insanları yönlendirmeleri yanlış olacaktır. Ancak şirketlerin yaptığı açıklamaların dahi maalesef uzmanlar tarafından yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Örneğin, bir aşı üreticisi tarafından yapılan aşının yüzde 95 etkili olduğu şeklindeki açıklama, aşı olanların yüzde 95’inin hasta olmayacağı biçiminde halkla paylaşılabilmektedir.
Hasta olanların yüzde 95’inin plasebo grubunda olduğu yönündeki bilginin, “Aşı olanların yüzde 95’i hasta olmuyor.” şeklinde verilmesi sadece yanlış bir bilginin insanlara sunulmasına yol açmamakta, aynı zamanda halk sağlığı açısından ciddi sonuçlar doğurabilecek bir durumu yaratmaktadır. Bu yanlış aktarım insanların risk algısını etkileyecek, “nasıl olsa aşı oldum, hasta olmam” diye düşünmelerine ve böylece diğer önlemleri elden bırakmalarına neden olacaktır.
Yüzde 95 Etkili Ne Demek?
Aşıyı üreten şirketlerin yaptığı açıklamalarda belirtilen aşının %95 etkili olduğu ifadesi, çalışmaya katılan insanlardan enfekte olanların %95’inin plasebo grubunda olduğunu gösteren göreli risk oranıdır. Göreli riskten bahsettiğimiz her durumda da karşılaştırdığımız grupların ve bu gruplarda gözlenen vakaların büyüklüğüne dikkat etmemiz gerekir. Bu yapılmadığında yapılan çıkarımlar yanıltıcı olabilir.
Aşının etkinliğine dair bilgiyi mutlak riskteki azalma daha iyi vermektedir. Bu, bir kişinin aşı olduğu durumda aşı olmadığı duruma göre enfekte olma riskinin ne kadar azaldığını ifade eder. Mutlak riskteki azalma aynı zamanda, bize, bir kişinin enfekte olmaması için toplam kaç kişinin aşılanması gerektiğini hesaplama imkanı vermektedir.
Aşı çalışmalarından daha fazla veri elde edildikçe mutlak riski hesaplamamız mümkün olacak, aşıların etkinliğine dair bilgimiz artacaktır. Bir tedavi yönteminin etkinliğinin belirlenmesinde mutlak riskteki azalmanın ifade edilmesi daha doğru bilgi vermektedir. Göreli riskin öne çıkarılması etkinliğin olduğundan fazla gösterilmesine ve dolayısıyla yanlış politikaların uygulanmasına yol açabilir. Nitekim, ABD’de Gıda ve İlaç Bürosu (FDA) şefi Stephen Hahn, plazma tedavisinin koronavirüs hastalığına karşı etkili olduğunu ve bu tedavinin uygulandığı 100 kişiden 35’inin yaşamının kurtulduğunu ifade etmiştir. Hahn daha sonra özür dileyerek, tedavi hakkında daha olumlu bir tablo çizmek için göreli riskteki azalmayı söylediğini, tedavinin mutlak riskte bir azalma yaratmadığını söylemiştir.[3]
Aşı Çalışmalarındaki Yöntemsel Problemler Neler?
British Medical Journal editörlerinden Peter Doshi, aşı çalışmalardaki önemli yöntemsel problemlere dikkat çekmektedir.[4] Aşının etkinliğini belirlemek için benimsenen protokollerde ilk kriter, COVID-19 virüsüyle enfekte olma olarak belirlenmiştir. Ancak virüs ile enfekte olan bireylerin göstereceği semptomlar vücudun aşıya olan tepkisi ile örtüştüğünden (baş ağrısı, halsizlik, ateş), çalışmaların aşı kolunda enfekte olan bireylerin tespiti zorlaşacaktır. Her iki kolun farklı ölçümlere maruz kalması şeklinde ifade edebileceğimiz bu ölçüm hatası (İng: “differential measurement error”), aşı kolundaki vakaların olduğundan daha az yakalanmasını sağlayacaktır. PCR testine karar verecek olan klinisyenin esasında COVID-19 enfeksiyonundan kaynaklanan semptomları aşının yan etkisi olarak değerlendirip teste gerek duymaması ya da çalışma gönüllüsünün COVID-19’dan kaynaklanan semptomları aşının yan etkisi olarak değerlendirerek kliniğe başvurmaması aşı kolunda vakaların olduğundan daha az tespit edilmesine yol açabilir.
Bunun yanında, aşı çalışmalarına katılan bireylere verilen yönergeler, biri hariç, aşı şirketleri tarafından kamuyla paylaşılmadı. Paylaşılan tek yönergede de katılımcılara aşı olduktan sonra herhangi bir yan etki görüldüğünde ağrı kesici ve ateş düşürücü alınması tavsiye edilmektedir. Bu tip ilaçların alınması da olası COVID-19 semptomlarını baskılayacaktır. Çalışmanın desenindeki bu tip sorunlar, COVID-19 vakalarının aşı kolunda olduğundan daha az yakalanamalarına yol açarak ölçüm hatası doğuracaktır.
Aşı çalışmalarında diğer önemli bir sorun da çalışmalara katılan bireylere eğer plasebo grubunda iseler kendilerine daha sonra aşı yapılacağı yönünde verilen vaattir.[5] Plasebo grubundakilere aşı yapılması aşının uzun dönemli olası yan etkilerini görmeyi engelleyecektir.
Eğer etkinlik kriteri olarak enfekte olma yerine aşının ölümleri ya da başkasına bulaştırma riskini azaltması kriter olarak alınsaydı hem bu tip yöntem sorunları ortaya çıkmayacak hem de aşının pandemiyi durdurmada etkili olduğu yönünde kanıt elde edilebilecekti.[6]
Salgın Nasıl Bitecek?
Salgını bitirecek olan araçlardan biri, kuşkusuz etkinliği ve güvenliği kanıtlanmış bir aşıdır. Ancak etkinliği ve güvenliği kanıtlanmamış bir aşının insanlara uygulanmaya başlanması pandemiyi bitiremeyeceği gibi, daha ciddi sorunlara yol açacaktır. Bu nedenle bilim insanlarının henüz verisi paylaşılmamış, bilimsel makalelerle detayları tam olarak ortaya konmamış, bağımsız denetçi raporları halka açık hale getirilmemiş bir aşıyı güvenilir olarak lanse etmeleri sakıncalıdır.
Halihazırda neden-sonuç ilişkisi gösterilmiş tek yöntem, bağlantı takibidir (İng: “contact tracing”). Bilimsel araştırmalarda nedensel ilişkiyi göstermenin altın yollarından biri deneylerdir. İngiltere’de vaka kayıtlarının girildiği bir Excel dosyasındaki hata, araştırmacılar için, yarı-deneysel bir araştırma deseninin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Enfekte olan vakaların girildiği Excel dosyasındaki hata nedeniyle İngiltere’nin bazı bölgelerinde belli bir süre bağlantı takibi uygulanamamıştır. Yarı-deneysel bir deseni yaratan bu durum, araştırmacılara bağlantı takibinin uygulandığı ve uygulanamadığı bölgelerde salgının manzarasını karşılaştırma imkanı sağlamıştır. Elde edilen bulgulara göre, bağlantı takibinin sekteye uğraması 125 bin yeni vakaya ve 1500 ölüme neden olmuştur.[7]
Bizim de ülke bazında veri kullanarak yaptığımız bir çalışma, bağlantı takibi yöntemini kapsamlı şekilde uygulayan ülkelerin daha az sayıda COVID-19 kaynaklı ölüme sahip olduğunu ortaya koymuştur.[8] Tek tek ülkeler düzeyinde yapılan araştırmalar da bağlantı takibi yönteminin hem salgının zayıflatılması hem de ölüm sayılarının azaltılmasında etkili olduğunu göstermiştir.[9], [10]
Etkili olduğu ortaya konmuş bağlantı takibi ve karantina yöntemlerinin yoğun bir şekilde devreye sokularak salgının kontrol altına alınması, aşıların önce riskli gruplara uygulanarak etkinliğinin ve güvenirliğinin orta ve uzun dönemde anlaşılması için zaman kazandıracaktır. Nitekim Güney Kore Sağlık Bakanı yaptığı açıklamada ülkenin aşı almak için aciliyetinin olmadığını, aşıların diğer ülkelerdeki etkisini görmeyi tercih edeceklerini söylemiştir.[11] Güney Kore’ye bu lüksü veren bağlantı takibi yöntemini hakkıyla uygulamasıdır.
Aralık ayı itibarıyla 1.5 milyonun üzerinde ölüme yol açmış koronavirüs pandemisinin daha büyük felaketlere yol açmaması için halihazırda etkinliği kanıtlanmış kapanma (İng: “lockdown”) ve bağlantı takibi (İng: “contact tracing”) yöntemlerinin benimsenmesi gerekmektedir. Bu yöntemlerle birlikte aşı önce riskli gruplara uygulanmalı, etkinliği ve güvenirliği tam olarak anlaşıldıktan sonra herkese uygulanmalıdır.
Andy Slavitt’in de altını çizdiği gibi, etkinliği ve güvenirliği tam olarak gösterilmemiş bir aşının geniş kitlelere uygulanması pandemiyi bitirmeyeceği gibi, böylesi bir uygulamaya aşıya olan güveni tamamen bitirecektir.[12]
***
EK 1 (20.7.2021): Pfizer ödeme yapmayan İsrail’e aşı sevkiyatını durdurdu.
İsrail ile Pfizer arasında aşı krizi çıktı. 700 bin dozluk sevkiyatın pazar günü ülkeye ulaşması bekleniyordu ancak şirket son 2,5 milyon dozun parasını almadığı için sevkiyata yanaşmıyor. İsrail’i ‘muz cumhuriyeti’ olarak gördükleri iddiası da var. Zorlu geçen seçim sürecinin ardından hükümet kurma belirsizliğiyle uğraşan İsrail’de koronavirüs aşılamasıyla ilgili de pürüz çıktı. Jerusalem Post gazetesinin haberine göre, ABD’li ilaç şirketi Pfizer ülkeye aşı sevkiyatını durdurdu. Koronavirüs aşılama oranının en yüksek olduğu ülkelerden İsrail’in son 2,5 milyon doz aşının parasını halen ödemediği belirtildi. Ülkeye pazar günü iletilmesi beklenen 700 bin doz aşının sevkiyatı ertelendi.
Üst düzey Pfizer yetkililerinin, geçiş sürecindeki hükümetin ödeme yapmayacağından endişeli olduğu ve şirketin bundan yararlanmak istemediğini söyledikleri yazıldı. Habere göre şirket yetkilileri, organize bir ülkede böyle bir durumun nasıl yaşanabileceğine anlam veremiyor. Jarusalem Post haberinde şirketin, geçen kasım ayında yapılan anlaşma gereği ilk teslimatı yaptıklarını açıkladığı vurgulandı. Anlaşmanın güncellenmesi ve ek aşı sevkiyatı için görüşmelerin sürdüğünü ifade ettiler.
“Muz cumhuriyeti” yakıştırması
Ordu Radyosu ise Pfizer yetkililerinin İsrail’i “muz cumhuriyeti” olarak gördüğünü aktardı. İsrail resmi makamlarından konuyla ilgili açıklama gelmedi. Aşı ve ödeme krizinin hükümet kurma gerilimiyle bağlantılı olduğu dillendiriliyor. Ülke, 9 milyonun üstündeki nüfusunun 5 milyon civarını koronavirüse karşı aşılamış durumda. Tel Aviv yönetimi, Pfizer ile Alman BioNTech firmasının ürettiği aşının yanı sıra ABD’de geliştirilen Moderna ve İngiliz Oxford Üniversitesi-İsveç ilaç şirketi AstraZeneca aşısını da kullanıyor. 2020’den bu yana tüm dünyanın mücadele ettiği COVID-19 salgını nedeniyle İsrail’de 6 binden fazla kişi hayatını kaybetti.
***
EK 2 (23.7.2021): Aşı oldum diyen adama aşı karşıtı demek de… sadece bizim memlekette olur. Kaynak: https://twitter.com/BasbugGokce/status/1418498426111549443?s=20
***
Bu yazıyı yazmak için braz geç kalmış arkadaş.
İngiltere İsveç modeline dönüş yapdı, şimdi ne olacak?
Covid virüsünün eradike edilebileceğini zannedenlere ancak üzülüyorum.
Bunu fırsata çevirenlere şapka çıkarıyorum, lakin helal etmiyorum.
Aşılardan zarar görenlere keşke sorgulasa idiniz diyorum.
Bu konuda Riyaset-i Cumhuriye’nin yani ‘Büyük Türk Devleti’nin mütekamil planının tahmin etdiğim gibi olmasını diliyorum.
Makale yayın tarihi 7.12.2020.
Evet makale takib etmediğim başka bir mecrada o tarihde yayınlanmış.
Gökçe Başbuğ felsefe ve psikoloji eğitimi görmüş.
Bugünki tweetlerine göz atdığımızda, bakanlığın uygulaması hakkında, tıb adamlarımızın bilgi seviyesi hakkında fakire yakın düşündüğünü anlayabilirsiniz.