TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ KOLESTEROLÜN RİSK FAKTÖRÜ OLMADIĞINI AÇIKLADI

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
TKD

Ateroskleroz yani damar sertlği, damar cidarında lipitlerin basitçe birikmesiyle oluşan bir depo hastalığı değil süregiden “düşük yoğunluklu bir enflamasyon”dur.

Son senelerde yapılan araştırmalar olayın en başından trombotik komplikasyonlara kadar tüm tüm evrelerinde enflamasyonun rolünün olduğunu göstermektedir(1).

Bu enflamasyonun ortaya çıkmasında en önemli risk faktörleri hipertansiyon, diyabet, obezite, hareketsizlik, sigara, beslenme hataları, strestir.

Bazı hastalarda kolesterolün yüksek bulunmasının sebebi damar cidarında meydana gelen hasarı önlemeye yönelik bir savunma tedbiridir.

Bu, tıpkı zatürreesi olan bazı hastalarda kandaki lökosit değerlerinin yükselmesi gibidir. Zatürreeli bir hastada kemik iliğinde lökosit yapımını durduran bir ilaç kullanılmadığı gibi  aterosklerozda da kolesterol sentezini azaltan bir ilaç kullanılmanın mantığı yoktur.

“Ne ka kolesterol o ka ateroskleroz” değil

Aterosklerozun ağırlığı ile kan kolesterol düzeyi arasında da kalp krizi geçirme riski arasında da bir ilişki yoktur. Kanlarında kolesterolleri normal hatta düşük seviyede olan kişilerde ileri derecede ateroskleroz gelişebileceği gibi kalp krizi geçirenlerin yarısında kolesterol yüksek yarısında ise normaldir.

Nitekim aterom plağının lipitten ve inflamasyondan zengin bir plak olması durumunda restenoz (yeniden daralma) riskinin azaldığı gösterilmiştir(2). Aterom plağı ile ilgili komplikasyonların ortaya çıkmasında en önemli sebebin plaktaki kanama ve plak içinde damar oluşumu olduğu belirlenmiştir(3). Bu bulgular lipitlerin orada bulunma sebebinin koruyuculuk olduğunun bir kanıtıdır.

Zaten kalp krizlerinde damarı tıkayan kolesterol değil kan pıhtısıdır.

Statinler işe yarıyor mu?

Kötü kolesterol yüksekliği ile beraber bir de iyi kolesterol de düşük ise her türlü kardiyo-vasküler olay (kalp krizi, felç, akut koroner sendrom ve ölüm) riskinin daha da yükseldiği iddia edilir. Oysa AIM-HIGH, ACCORD ve ILLUMINATE araştırmaları bu iddiaların doğru olmadığını ortaya koymuştur (4,5,6).

LDL-kolesterolün bağırsaktan kolesterol emilimini azaltan ilaçlarla beraber verilerek kan değerlerinin daha da düşürülmesinin bir işe yaramadığı da saptanmıştır(7).

Kolesterol düşürücü ilaçların kalp damar hastalıklarında işe yaramadığını gösteren pek çok araştırma vardır(8,9,10,11,12).

Kolesterol düşürücü ilaçların kardiyo-vasküler hastalıkların primer korumasında da faydalı olmadığı gösterilmiştir(13).

Türk Kardiyoloji Derneği ne diyor?

Türk Kardiyoloji Derneği (TKD) Genel Sekreteri Prof. Dr. Mehmet Atasoy, Dernek Başkanı Prof. Dr. Oktay Ergene ve İstanbul Memorial Hastanesi Kalp Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez’ in de katıldığı basın toplantısında şunları söylüyor:

Yaklaşık 60 yıldır yapılan çalışmalarda kan kolesterol yüksekliğinin kalp damar hastalıklarında kalp krizlerinin yaklaşık yüzde 50’sinden sorumlu olduğu gösterilmiştir.”

Aynı ifadeyi Prof. Dr. Bingür Sönmez de Prof. Dr. Oktay Ergene de Habertürk televizyonunda benimle beraber katıldıkları programlarda da tekrarladılar.

Bu sözlerden çıkan sonuç şudur: Kalp krizi geçirenlerin yarısının kolesterolleri yüksek yarısının ise normaldir. Bu bilgi “kolesterolün kalp krizi için bir risk faktörü olmadığının çok güzel bir kanıtıdır”.

Kolesterolü normal olanın da yüksek olanın da kalp krizi geçirme ihtimalleri aynı olduğuna göre kolesterolün risk faktörü olması mümkün değildir.

Gelelim neticeye

Kolesterol yüksekliğinin kalp krizi yapmadığını ispatlayan açıklamaları için TKD’ ni kutluyor; başarılı çalışmalarının devamını diliyorum.

KAYNAKLAR

  1. http://circ.ahajournals.org/content/105/9/1135.full

      2.  JAMA. 2008;299(5):547-554. doi: 10.1001/jama.299.5.547

     3.   Circulation. 2010; 121: 1941-1950.

     4.   http://www.aimhigh-heart.com/

    5.   http://www.accordtrial.org/public/index.cfm

    6.  http://www.medscape.com/viewarticle/569609_2

    7. http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa0800742

    8. http://archinte.ama-assn.org/cgi/content/full/170/12/1032

    9. http://archinte.ama-assn.org/cgi/content/short/170/12/1024

  10. http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(08)61240-4/fulltext

  11. http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa0810177

  12. http://www.nejm.org/doi/full/10.1056/NEJMoa043545

  13. http://care.diabetesjournals.org/content/29/7/1478.abstract?ijkey=65e5b6148f5a27f5fa294764a685b0b6ea8fbc9a&keytype2=tf_ipsecsha

Yazı için 4 yorum yapılmış:

  1. Dr. Ali Kalkış (Uzm. Dr)02/12/2011 20:57:42

    Statinlere karşı çıkan hocalarımızı kutluyorum. Mekanizma üzerinden gerçek bilim yapıyorlar. Değerleri şimdi olmasa bile 5-10 yıl içinde anlaşılacak.

    Türkiyedeki diğer hekimlerin kolesterole iyi diyebilmesi için amerikanın iyi demesi lazım.
    Onların bilimden anladığı şey bu. Hem düşünmezler, hem öğrenmezler, hemde ahkam keserler. Acaba beyinlerini hangi safhada kaybettiler. Doktor olunca mı ?, ilaç yazınca mı ?…

  2. mete demir (dr)02/12/2011 20:17:26

    doktor arkadaslar, ben de doktorum..igneyi bir de kendimize batıralım…alerji,hipertansiyon,kolesterol ve hormon ilaçları yazabilen doktorların dünyada gormedigi yer kalmadı..aklı selim bir insan kendi parasıyla toplantı diye 3-4 gunlugune avusturalya ya,çin e, meksika ya,brezilya ya gider mi… elinizi vijdanınıza koyun, senede defalarca toplantı bahanesiyle ‘evliya celebinin’ kemiklerini sızlatan,ahlak sınırlarını zorlayan dr arkadaslarım….son 5 yıl içinde 3 kez cin e giden tanıyorum..daha da kotusu,bu arkadasların cogu akademisyen dedigimiz,doc,prof,,unvanlı insanlar…isin kotusu bu gezitozu işini sadece yukardaki ilacları yazabilen doktorlar yapar…ama acısını benim gibi gariban dr. lar ceker…

  3. serdar-ı ekrem – 03.12.2011 12:56

    İlaç sanayicileri paragöz”Uzmanlar!”ile bir olmuşlar,kolesterol,deli dana,kuş gribi,bilmem ne zurnası hastalığı korkutmacalarıyla”uzmanlar!!”vasıtasıyla,Millet’te ilaç kakalamaya devam etmek istyorlar.İşte bunun için son 8 yılda Devlet’in sağlık! harcamaları 10 kat arttı.Karnım ağrıyor,”çek bir tomografi,kaşım sızlıyor,,”özel hastanaye sevk”Yaz kutu,kutu ilaçları,gör dünyanın her yerini..Ne kadar çok ilaç yazarsan,o kadar sayahat ve “plazma tv”yi kazanırsın…DİYORLAAAAARRRRRRRRR….öZEL HASTANE “KULAĞI ÇEKSEN,GEÇİNİRSİN”MESAELESİ.Yoksa,Millet kimsenin umurunda değildir..

  4. HALKIN KAFASI KARIŞIYOR

    Bilimin sükûneti ve kuralları içinde tartışılması gereken konuları, lütfen halkın gözü önünde tartışmayalım. Neden mi? Halkımız otorite kabul ettiği bilim ve din adamlarının medyada kavga etmesini istemiyor, çünkü otoriteye olan güveni sarsılıyor, zihinsel dengesi bozuluyor. Tartışmalardan ve çelişkili ifadelerden rahatsız oluyor. En azından bilime ve tıbba olan güveni sarsılıyor, alternatif arıyor ve otlara sarılıyor.

    Halkın kafası neden karışıyor? Otoriteler, birbirine zıt önerilerde bulunduğu için. Birisi, bu ilacı almazsan ölürsün diyor, diğeri de alırsan ölürsün diyor. Peki halkımız ölmemek için ne yapsın? Bilimsel kanıtları değerlendirsin, kendi kararını kendi versin, bizden uyarması diyorsunuz. Ülkemizde ‘bilimsel değerlendirme’ konusu ders olarak okutulmadığı için halkımız bilimsel değerlendirme yapamaz. Bırakın halkı, aldığımız eğitim daha seçmen sayısını veya Van depreminin derecesini bile doğru olarak tespite imkân vermiyor kaldı ki halkı eleştiriyoruz.

    Ayrıca sizin ne dediğiniz değil, halkın ne anladığı önemlidir. Biz buna algı diyoruz. ‘Bu ilaçlar zehirliyor ve öldürüyor, doktorlar da hala bu ilaçları bize yazıyor’ algısı, nelere yol açar hiç düşündünüz mü? Siz olsanız ne yaparsınız? Diyelim ki ilaçları çöpe attınız ve hastaneye gittiniz, doktorlar da size, zehirliyor ve öldürüyor diye bildiğiniz bu ilaçları tekrar yazdı. Ne yaparsınız? Yazılan ilaçların çoğu, bu çeşit yayınlar yüzünden torba torba çöpe gidiyor, milletin devletin parasına yazık değil mi? Doktorlar, tabii ki aldıkları eğitim ve bilimsel kurallar gereği bu ilaçları yazacaklar, bunda bir yanlışlık var mı? Varsa öncelikle bu yanlışı düzeltmek gerekir. Bunun da yeri medya değil, bilimsel arenadır. Bağımsız ülkelerde bağımsız bilim kurumları vardır, halkın sağlığını, algısını koruyan yetkili kurumlar vardır ve bu kurumlar üçbeş kişinin vatanı milleti kurtarmasına müsaade etmez, çünkü bu görev kendisine aittir, varlıklarının sebebi budur. Konuya el koyar, ‘siz kim oluyorsunuz’ der, bizde olduğu gibi seyretmez, müdahale eder, etmeli. Aksi halde kaos olur.

    Çelişkili bilgilerle kafası karışan halkın, poliklinikte kendilerine ilaç yazan doktorları dayaktan geçirmediğine şükredelim. Toplumda artan şiddet dalgası, her konudaki zihinsel çelişkilerden dolayı giderek yayılıyor. Dizilerde sunulan hayatla kocasının sunduğu hayat arasındaki çelişki nasıl ki felakete yol açıyorsa, otoritelerin arasındaki çelişki de felakete doğru ilerliyor. Toplum, bu kısır tartışmaları anne-baba kavgasına benzetiyor ve hoşlanmıyor. Bilim ve din adamlarının ağız dalaşı etmeden çelişkisiz bilgiler vermesini istiyor. Ne yapacağını madde madde öğrenmek ve uygulamak istiyor. Çünkü bilgi, eğitim ve kültür düzeyi ancak buna elveriyor. Bu tesbiti yapmak halkı küçümsemek değildir. 17 Ağustos depremi ve Teravih namazı tartışmalarında, koca koca hocaların verdiği çelişkili bilgilerin nelere yol açtığını gördük. Halkımız bu kavgaları kahrederek izliyor, sonra da ayrışıyor, bölünüyor.

    Sizler bilimsel tartışmaları, bilimin sükûneti içinde kapalı kapılar ardında yapın ve halka çıkan doğruları madde madde söyleyin. Ya da halkımıza, ‘bilimsel değerlendirme’ dersini ilkokuldan üniversiteyi bitirinceye kadar tekrar tekrar öğretin ve ancak ondan sonra karşılaştığı sorunları kendisinin analiz etmesini, çözmesini isteyin. Bu eğitimi vermeden, bilim adamlarının çözemediği konuları halkın çözmesini beklemek doğru olur mu? Halk, doğru ile yanlış bilgiyi analiz etmeyi, bilimi, bilimsel tartışmayı, bilimsel araştırmaların nasıl yapıldığını, bizim neden bilim ve teknolojide nal topladığımızı bu dersle öğrensin. Toplumun bu derece bilinçli ve bilimsel olması istenmiyor ki bu ders okutulmuyor. Çünkü o zaman halkımız her şeyi sorgular:

    Neden bilimsel sömürge olduğumuzu, neden aşı üretemediğimizi, domuz gribi aşısından Van depreminin derecesine kadar neden hep başkasının eline ve ağzına baktığımızı sorgular. Bu ise itaat sisteminden yarar sağlayanların işine gelmez. Bu yüzden, bu dünyanın sorunlarını çözmek yerine, öbür dünyanın konularıyla ve televole ile medyada halkı uyutmak gerekir ve öyle de yapılıyor.

    Öncelikle, her konuda halkın kafasını karıştıran tartışmalara ve çelişkilere medyada son vermek gerekir. Medyada, çelişkilerin körüklenmesinin amacı; zihinsel kaos yaratmak ve toplumu çaresizliğe düşürüp istenilen şekle dönüştürmektir. Panik olan insan, yan etkisi yokmuş diyerek otlara sarılır. Halkın sihirli bitkilerle ve mucize gıdalarla uyutulması ayrı bir sektör yaratır. Otu çöpü başka türlü satamazsınız. Ülkeleri ve milletleri yönlendirme ve zihinsel yolla ele geçirmenin en ucuz ve en etkili yolu, zihinsel savaş yani algı savaşıdır. 3. Dünya savaşı böyle yapılıyor. Lütfen oyuna gelmeyelim.

    Sözün özü;
    İçtihat ve konsültasyon kendi kuralları içinde adabına göre yapılır. Halka açıklama ise birlik ve sükunet içinde yapılır, her kafadan çıkan farklı sesle kargaşa içinde yapılmaz. Medyada yapılan bu tartışmaları, halkın anlamasını ve analiz etmesini istiyorsak, öncelikle bilimsel değerlendirme dersini okullara koydurmak için mücadele etmeliyiz, tabii müsade ederlerse. Bu yöntemi öğretmeden halkın bilimsel tartışmaları anlamasını istemek, bilmediği dilde halka yayın yapmaktır. Neden böyle yapıyoruz?

Siz de yorumunuzu paylaşın: