KÖHNEMİŞ SİSTEM!

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Çocuk İmmünoloji-Allerji Uzmanı Prof. Dr. Alişan Yıldıran‘ ın yazısı:

“Ülkemizin iki önemli sorunundan birincisi: Hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması, ikincisi ise büyük ekonomik giderlere ve bağımlılığa yol açan hayati aşı ve ilaçlarla, teknolojide bağımlılığın kırılması. Bu iki soruna çözüm bulmak amacıyla iki kurum kuruldu. Türkiye Sağlık Enstitüleri (TÜSEB) ve Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi (SBÜ)” (1).

Muhterem Yeşilçimen hoca uzun yazısının hülâsasını ilk iki cümlesinde zaten çıkarmış.
“Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adama, bu kadar üniversiteye rağmen neden bu haldeyiz? Altyapısı bile olmayan üniversitelerde ….” diye sorarak devam etmiş.

Bendenizin Sağlık Bilimleri Üniversitesi hakkındaki menfî görüşüme cevaben yazdığı yorumda da “Köhnemiş sistemin değişmesi gerekiyor” serlevhası ile üniversitelere iyice bir giydirdikden sonra “Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor. Yapılacak iş basit: ‘Bilim ve Teknoloji Merkezleri’ kurmak için zaman kaybetmeden üniversiteleri ve milli eğitimi, sanayi ile entegre olacak şekilde baştan aşağı değiştirmek” bunun yolunu da “Beyin hücreleri ne kadar yetenekli olursa olsun beyin değildir. Beyin; sorunları idrak eden, araştıran, çözen ve yöneten akıldır. Beynimizi üstün kılan, vücudun mükemmel çalışmasını sağlayan beyin hücrelerinin arasındaki network yani iletişim ağıdır. Öncelikle yapılması gereken iş, nitelikli beyin hücrelerinden bu anlamda bir beyin oluşturmaktır. İkinci aşamada yapılacak operasyon ise bu özelliklere sahip beyin naklidir” şeklinde öneriyordu (2).

Muhterem Yeşilçimen’in yazılarındaki fikirlerin kısm-ı âzamîsinin altına imzamı atıyorum ancak, beyin nakli olarak tavsif etdiği çözümün ütopik olduğu kanaâtindeyim. Sebebine gelince;

Bir= Köhnemiş sistem, 1839’dan beri devamlı taarruza maruz kalan, en iyi yetişmiş insanlarının hemen tamamını, ardından beş milyon metrekarelik topraklarının 5/6’sını (Bkz: Yılmaz Öztuna), ardından 2006 yılına kadar istiklâlini (Bkz: Engin Ardıç), lisânını, millî birliğini, dâr-ül fünûnunu, dâr-ül bedâîsini, en mühimmi dînini ve dolayısı ile ahlâkını, gayr-i müslimleri ile sermayesini (Bkz: Tamer Korkmaz) kaybetmiş; çözüm diye gayr-i millî uygulamalara maruz kalmış bir ülke ve toplumundan bahsediyoruz.
İki gün evvel, Muhterem Kemal Özer tam da bu konu ile alakalı çok çarpıcı bir yazı kaleme aldı (3); meâlen 13 sene okumaya mecbur edilen 19 yaşına geldiğinde OKUMA YAZMA BİLMEK dışında HİÇ bir vasfı olmayan diplomalı cahiller yetiştirildiğinin pek kimse farkında değil, farkında olanların ise şimdilik yapabileceği bir şey yok.

Bu durumda Muhterem Yeşilçimen’in “beyin nakli” önerisi türkleri ıslah etmek için batıdan damızlık erkek getirme iddiasına benzetilebilir (4). Halbuki, beynin plastisite diye bir kabiliyeti vardır. Otistik bir beyin bile olması gereken melekelerini temrin ile geri kazanabilir. Toplumumuzda da bu plastisite fazlası ile vardır.

İki= Birinci maddede naçizâne işaret etmeye çalışdığım gibi, memleketimizin en önemli sorunu “hastalıkların önlenmesi” ve “teknolojik bağımlılığın kırılması” değil; merhum Ali Fuat Başgil’in tarif etdiği kafası çalışan, lisanını ve tarihini iyi bilen, ahlaklı, seciyeli gençler yetişdirmekdir. Mevzu-u bahis maddeler de önemlidir ancak, TÜSEB ve SBÜ gibi birbiri ile hiç alakası olmayan, hele bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi akademik ünvan ulûfecisi olacağı anlaşılan bir kurumla değil, moleküler biyoloji ve genetik ile ilgili bir kaç yüz milyon dolarlık bir yatırım ve 40-50 kişilik bir ekible 5-10 yıl içinde çözülebilecek oldukca basit bir meseledir. Sağlık Bakanlığı dört yıl içinde aşı üreteceğiz diye herhalde bu iki kuruma güveniyor, ama aşı üretmek değil mukozal aşı ve biyolojik saldırıları önleyecek moleküler teknolojiyi gelişdirmek gerekiyor. Bu da, SBÜ gibi alt yapısını EAH’ne yani klinik bilimlere dayayan kurumlarla olmasa gerekdir. Tübitak-Mam, Gebze ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüleri ilmî açıdan başarılı kurumlarımıza örnekdir.

Üç= Bilim sadece sağlık alanından ibaret değildir. Gölcük depreminde Haydarpaşa asker hastanesinde idim, oradaki insanlar Osmanlıdan kalma eski binaya kaçıyorlardı, neden dersiniz? Bir de bizim üniversitenin komik binalarına bakın! Elinizi kaldırdığınızda tavana değer. Amerikan filmlerindeki üniversite binaları hukuk sistemlerinde olduğu gibi Osmanlının tarzı örnek alınarak inşa edilmişdir.

Dört= “… bu kadar üniversiteye rağmen…” Bindokuzyüzyetmişlerde ülkemizde üç büyük vilayetimiz dışındaki Erzurum, Trabzon ve Samsun’da üniversiteler kuruldu, bunların ikisinde uzun müddet çalışmış biri olarak bu üniversitelerin bulundukları bölgeler için fevkalade bir nimet olduğu kanaâtindeyim. Ancak, aynı başarının günümüzde 200 küsura ulaşmış üniversite, yüze ulaşmış tıp fakültesi ile temin edilebileceğini zannetmek ise cehaletdir. Sebebleri ayrı bir yazı konusu.
Bunlara 2500 akademik kadrolu sadece klinik tıb ile uğraşan 59 tane hastanesi olan dünyada bir örneği olmayan bir ucubenin eklenmesi, vah vah!…

Beş= Sağlık alanında içtimâî ve iktisâdî olarak çok başarılı olunsa da “Hastaneye müracaat sayısı 2009’da 245 milyon iken, 2014’de 450 milyona çıkması, bunların 90 milyonunun acil servis müracaatı” (2) yanlış giden bir şeyler var demekdir. İnsanlarımız bir zamanlar modernlik addedilen doktora gitmeyi nerede ise bir eğlence haline getirmiş, bu hastaların en az ¾’ü’nün sanal hasta olduğu ve doktorlar ve tıbdan fayda değil zarar gördüğü kanaâtindeyim. ABD’de her yıl milyonlarca insan tıpdan zarar görmekdedir (5).

Altı=Bu konularda çözümü üniversitelerin üreteceğini düşünmek mantıksızdır. Çözümün ancak güçlü bir irâde ile (başkanlık) meşhur Eton koleji ayarında bir iki lise, Stanford ayarında BİR tek üniversite kurmak ve 30 sene sabretmek ile naçizâne mümkün olacağı kanaâtindeyim.

(1) http://ahmetrasimkucukusta.com/2016/01/07/misafir-yazar/beyin-nakli-nasil-yapilir/
(2) http://ahmetrasimkucukusta.com/2014/11/05/misafir-yazar/muhterem-cumhurbaskaninin-yanildigi-kanaatindeyim/
(3) http://www.yenisoz.com.tr/bu-cocuklarin-hali-ne-olacak-nabi-hocam-makale-9082
(4) http://dunyagerceklerim.blogspot.com.tr/2012/10/turkleri-slah-etmek-icin-damzlk-erkek.html
(5) http://www.webdc.com/pdfs/deathbymedicine.pdf

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. BİLİM DÜNYAMIZ FARA BAKAN TAVŞAN GİBİ…

    Çözümü, farklı düşünen insanlar bulacaktır. Farklı fikirleri bilim dünyası tartışacak, milli irade de imkan ve ihtiyaçlara göre karar verecektir. Sömürü sistemi de engellemek için çalışacaktır. Her yönden güçlü olan kazanır. 4 asırdır oynanan oyunları anlayıp buna göre strateji geliştiremediğimiz için kaybettik.

    Tartışma yeri medya ve kongrelerdir. Ancak küresel iradenin medyası ve düzenlediği kongrelerde çözüm aramak aptallıktır. Milli medya ve milli kongrelere ihtiyaç duyuyoruz.

    Dış güçlerin uydurduğu sanal gündemlere, geyik mevzulara ve kurgulanmış haberlere yüzlerce yorum yapılırken bilim ve teknoloji konusunda yorum yapamayan bilim ve aydın dünyamızın fara bakan tavşan gibi donup kalması, zihinsel dünyamızın bitkisel hayatta olduğunu gösteriyor. Bu yüzden öncelikle beyin nakli gerekiyor. Bilim dünyamızın bayi toplantısı denilen kongrelere gösterdiği ilgiyi kendi ülkesinin bilim ve teknolojideki geriliğe göstermesinin yolu da yine beyin naklinden geçiyor. Belki o zaman yardıma koştuğumuz Koreyi taklid etmeyi akıl ederiz. Belki o zaman aşağıdaki sorunlara çözüm buluruz.

    Her yıl 4 milyar doları aşıya, 4 milyar doları şeker ilaçlarına, 4 milyar doları da kansere ödüyoruz. 150- 200 tane uçak için ödenecek para ne kadar? Son 10 yılda cep telefonlarına ve geyik muhabbete ödediğimiz çeyrek trilyon doları, Bilim ve Teknoloji Merkezleri için harcasaydık ve şimdiye kadar satın aldığımız teknolojik ürünleri, tam tersine biz üretip doğal pazarımız olan İslam alemine satar hale gelseydik, bunları yıllardır bize satanlar ne yapardı? Adamlar buna müsade eder mi? Tabii ki etmez.

    İşte bu oyunu anlatmaya çalışıyoruz. Da Vinci şifresini çözmek bu nedenle önemli. Bu şifreyi çözemediğimiz için kendini bilim adamı zanneden yüzbinlerce insanımız yıllardır havanda su dövüyor. Herkes bilim yapacağız diye kıt kaynakları, kuruş para getirmeyen sözde araştırmalara gömüyor. Arabın gülyağı misali, her yerine sürüyor, çarçur ediyor. Trilyon dolarları cebe indiren batı dünyası da bizim bu ahmaklığımızı, bu zavallı halimizi zevkle izliyor.

    Dünyadaki donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarı yılda dört trilyon dolara yaklaşıyor. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, halkımız sadece telekominikasyonda şimdiye kadar 250 milyar dolar harcadı. Nasıl mı? Geyik muhabbetle! Her yıl yeni modelini aldığımız telefon, ayfon, aypedlerle… Peki, bir karış boyumuz mu büyüdü? Sosyal ilişkilerimiz mi düzeldi? Tam tersine, konuşma adabından uzak bir topluma dönüştük. Üretmeden, keşfetmeden, hazıra konduğunuz, tükettiğiniz her şey sizi de tüketir, ülkeyi de. Bu harcamalar, ne yazık ki akıl ve bilim olarak geri dönmüyor. Peki neden?

    Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Bilimde kendi kendini tatmin. Yapılan anlamsız araştırmalar ve ithal edilen akıllı telefonlar kendini tatminden başka bir işe yaramıyor.

    Yaşamsal sorunlarımız çözüm beklerken, başkalarının güdümündeki araştırmalarla oyalanmamız, sürüngenliğin ve bağımlılığın asıl nedeni. Dün Hintlilere logaritma cetvellerini ezberleterek beyinleri körelten anlayışın bugünkü yöntemi çok farklı. Çağımızda asgari ücretli köleleştirmenin en kestirme yolu bu. Modern sömürgecilik işte bu! Adamlar, bizi otla çöple, alternatif masallarla meşgul ederken milyarlarca dolarlık yapay kalp cihazlarını, ilaçları ve yüksek teknolojiyi bize satarak köşe oluyorlar. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor.

    Bilim dünyamız medyada bıcır bıcır konuşma yeteneğini bu konularda gösterse sorun çözülecek ama para ve gezmelere gitme dışındaki konular onu ilgilendirmiyor. Bu yüzden bilim deyince hemen para diyor.
    Önce parayı haketmesi gerektiğini bilmiyor.
    Para kazanmanın yolu önce bilim ve teknolojide keşif, patent, projeden geçiyor, onu da bilmiyor. Hastalıkları önlese tasarruf edilen hastalık harcaması kendi cebine girecek ama onu da beceremiyor. Tek bildiği diplomalı işsiz üretmek, sürüngenliğin nedeni bu.

Siz de yorumunuzu paylaşın: