ORADA BİR SANATORYUM VARDI UZAKTA… ŞİMDİ YOK
Medimagazin’ deki “Göğüs hastalıkları hastanesi sular altında kaldı” başlıklı haber beni bundan 25-26 sene öncesine götürdü.
1984′ de göğüs hastalıkları uzmanı olduktan sonra askerlik görevini Çamlıca’ da yaptım. Oradan da 1985 senesinde mecburi hizmet kurasında çıkan Daday’ da o zamanlar SSK’ ya bağlı olan Ballıdağ Hastanesine gittim.
Cerrahpaşa’ dan da tanıdığım Dr. Erol Subaşı başhekimdi. Hastaneye tahminen 10 km kadar uzaktaki Daday’ da muayenehanesi de vardı.
Ben de göğüs hastalıkları uzmanı olarak çalışmaya başladım. Dr. Selahattin Yurtdaş ise pratisyen hekim olarak görevliydi. Bir süre sonra Dr. Erhan Kefman da bize katıldı. Bir ara Ankara’ dan göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Numan Numanoğlu (şimdi Ankara Tıp’ ta profesör) da geldi fakat çok kısa bir zamanda işini ayarlayıp Ankara’ ya döndü.
Ben hastanenin hemen yanındaki lojmanda kalıyordum. Oğlum Umut 4 yaşlarında idi; kızım doğmamıştı. Karım Feryal zaman zaman yanıma geliyordu fakat çoğu kez yalnızdım. Böyle olmasını biraz da ben istiyordum.
Günlerim hastanede yatan hastalara -çünkü gelen giden yoktu ki poliklinik yapalım- bakarak, doçentlik sınavına hazırlanarak ve yayın yaparak geçiyordu. Hastane aslında 300 yataklı idi ama genellikle 100 civarında hasta oluyordu; hatta bazı dönemler 40-50 hasta bile olabiliyordu.
Hastaların hepsi verem teşhisi konmuş veya veremden şüphe edilip tedavi için sevk edilen hastalardı ve Diyarbakır’ dan Adana’ dan Samsun’ dan… Anadolu’ nun her yerinden geliyorlardı.
Aslında Cide’ li olan ünlü yazarımız Rıfat Ilgaz da bir süre bu hastanede yatmış. Arşivden onun filmlerini bulup baktığımı çok iyi hatırlıyorum.
Hastanenin en büyük dezavantajı yol güzergâhında olmaması idi; kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde idi. Buraya özellikle gelmek gerekiyordu. Önce Kastamonu’ ya, oradan minibüsle Daday’ a ve oradan da taksi ile hastaneye ulaşılıyordu.
Hasta ziyaretçilerinin buraya gelmesi o zamanın şartlarında çok zor, hem zaman alıcı hem masraflı idi. Hastalar hep bundan şikâyet ederlerdi.
Hastane personelinin hemen hepsi de Daday veya Kastamonu’ lu idi. Genelde çalışkan insanlardı ama içlerinde uyanık-kaytarıcı ve içkiye düşkün olanlar da vardı. Arada ufak tefek olaylar da oluyordu.
Hastane bina olarak Daday kasabasının hemen yakınındaki dağların yamacında, çam ağaçları arasında muhteşem bir konumdaydı. Kalorifer tesisatı iyi idi; hiç üşüdüğümü hatırlamıyorum. O zamanlar kış aylarının neredeyse tamamında yerlerin karla kaplı olduğunu hatırlatmak isterim.
Hastanenin etrafında futbol, basketbol, voleybol oynamaya uygun alanlar ve çok geniş bahçesi vardı ama ben pek gitmezdim. Doçentlik imtihanı için sabahtan akşama kadar okuyup yazıyor, çalışıyordum. Orada iken bazıları derleme de olsa 8-10 tane yayın yaptım.
Bir sene kadar sonra Dr. Erol Subaşı mecburi hizmetini tamamlayıp İstanbul’ a dönünce tek uzman hekim olarak başhekimlik görevini de üstlenmek zorunda kaldım. Hastane müdürü Çetin Boztepe’ nin yardımları ile durumu idare ettim; çünkü hiçbir idarecilik tecrübem yoktu ve bu benim hiç de hoşlanmadığım bir işti.
Domates, soğan, patates alınacak bana soruyorlardı. Personel arasında kavga oluyor ben uğraşıyordum. Sabahtan akşama kadar çoğunun ne olduğunu anlamadan, bilmeden onlarca imza atıyordum. Çok şükür bugüne kadar bir sorun çıkmadı.
Ballıdağ’ a ilk gittiğim günden itibaren buradan İstanbul’ a nasıl dönerim diye uğraştım. Niyetim İstanbul’ a Süreyyapaşa’ ya veya Yedikule’ ye tayin yaptırmaktı.
Birkaç defa Ankara’ ya gittim geldim. Kayseri milletvekili rahmetli Sedat Turan ile görüştüm. Hatta bir tanıdık vasıtası ile SSK Genel Müdürü Fikret Yağmuroğlu’ na da ulaştım. İkisi de yaparız, hallederiz dediler ama hiçbir şey çıkmadı.
Bu arada önce Ankara’ da Almaca’ dan yabancı dil imtihanına girdim; başarılı oldum. 1986 senesinde de Cerrahpaşa’ da Feyza Erkan ve Sabriye Demirci ile beraber doçentlik imtihanına girdim. Liseden de arkadaşım olan Feyza ve ben doçent olmaya hak kazandık; Sabriye’ yi döndürdüler.
Ben iki seneyi orada paşa paşa tamamladıktan sonra O zamanki kürsü başkanımız Prof. Dr. Faruk Yenel’ in yardımıyla uzman doktor olarak yuvama yani Cerrahpaşa göğüs hastalıklarına döndüm.
Ballıdağ maceram da böylece sona ermiş oldu.
Gelelim neticeye
Ballıdağ Sanatoryumunun binası mükemmeldi fakat ulaşımının zorluğu yüzünden hastane olmaya uygun bir yer değildi. Zaten faaliyete geçtiği günden itibaren buraya hem hastaların gelmesi sorun olmuş ve hem de gelen doktor takımı burada kalmak istememişti.
Hastanenin hekimsiz ve hastasız denecek kadar boş kaldığı çok dönemler olduğunu anlatırlardı.
Ben de burada sanatoryum da olsa bir hastanenin efektif çalışmasının zor olduğunu görüp bunu Genel Müdürlüğe bir rapor olarak da göndermiştim.
Ballıdağ belki yatılı okul veya bir tür dinlenme kampı olarak işe yarayabilir. Polis okulu olacağı söylentilerini en de işitmiştim ama haberden de öğrendiğime göre 4 seneden beri öyle bomboş duruyormuş.
Devlet böyle güzel bir tesisten hastane olarak değil ama mutlaka bir türlü faydalanmalı. Böylece iş imkânları kıt olan Daday ve çevresi için de istihdam yaratılmış olur.