YIKAMAKLA TARIM İLACININ SADECE YÜZDE 40′ I GEÇİYOR
Vatan gazetesinde Mine Şenocaklı’ ın Prof. Dr. Kenan Demirkol ile sohbeti:
TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyesi Prof. Kenan Demirkol:
Yüzde 60’ı meyve sebzeyi tahta fırçasıyla bile fırçalasanız gitmiyor, kalıyor!
Unutmayın, çocukluk çağı kan kanserinin en önemli nedenlerinden biri sebze meyvedeki tarım ilacı kalıntısı!
Dünkü konuşmamızda Türkiye’de demir eksikliğine bağlı kansızlığın çok yaygın görüldüğünü, sebebinin de az et yemek olduğunu söylemiştiniz. Diyelim ki et yemiyoruz, demiri başka hangi gıdalardan alabiliriz?
Yumurta çok önemli bir protein kaynağı. Zaten en değerli protein yumurta proteini olarak geçer. Aynı zamanda yumurta Omega 3 ve demir açısından da iyi bir kaynaktır. Yalnız yumurtadaki demirin emilimini, yine yumurtadaki bir başka madde engelliyor. Ama siz yumurtayı menemen tarzında, yani domatesin ekşiliğiyle veya ekşi başka bir şeyle yediğiniz zaman o demir emilebilir hale geliyor. Mesela yumurtanın yanında zeytinyağlı, limonlu 3-5 zeytin de yerseniz yumurtadaki demir emilir hale geliyor.
– O zaman demiri alıyoruz, öyle mi?
Evet. Yumurta kolesterol açısından sakıncalıdır lafı da yalan. O yüzden rahat rahat her yaştaki insan yiyebilir.
– Onu artık sanırım herkes biliyor. Yumurta suçsuz, aklandı!
Ve gerçekten her öğrenci evden çıkmadan mutlaka günde bir veya iki yumurta yemelidir. Hem tok tutuyor, hem de demir, Omega 3 ve hayvansal protein açısından çok zengin.
– Yeri gelmişken Omega 3 neden gerekli hocam?
Bir kere tüm hücrelerimizin zarı Omega 3’le kaplıdır. Eğer yeterince Omega 3 almazsak araşidonik asit onun yerini alır. Araşidonik asit, tüm stres hormonlarının hammaddesidir. Dolayısıyla tüm hücrelerimiz hemen parlayabilen, ters ve aşırı reaksiyon gösterebilen hücrelere dönüşür. Bu yüzden kalp krizine bağlı ani ölümler ortaya çıkabilir. Çünkü damarda herhangi bir yaralanma olursa, onu tek veya iki trombosit tamir edeceğine, yüzlercesi aktifleşerek, tamir edeceğim diye damarı tıkayıp enfaktüse yol açabilir. Sonra, Omega 3 kansere karşı koruyucudur, kanı sulandırıcıdır, ruhsal açıdan da çok önemlidir. Amerika’da bazı kliniklerde ruhsal hastalıklar sadece Omega 3 verilerek tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Omega 3 aynı zamanda demir gibi zihinsel performans açısından da çok önemlidir.
Kalkan balığını yılda bir kereden fazla yemeyin!
– Omega 3 yumurtada var, balıkta var… Bugünlerde keşke ucuz olsa da herkes bol bol kalkan yese…
Yok, kalkan yılda bir kezden fazla yenmemeli. Çünkü kalkan, mezgit gibi balıklar dip balıkları olduğundan, içlerinde ağır metal bulundurma riskleri daha yüksek. Hamsi, istavrit, çinekop gibi yüzey balıklarını yerseniz daha iyi…
– Hem de ucuzlar, ne iyi…
Öyle. Bu arada Omega 3 başta balıkta var. Ama biz hep şunu unutuyoruz; hiç balık görmeyen toplumlar bugüne kadar nasıl varlıklarını sürdürdü? Omega 3 aslında inekte de, koyunda da var. Ama eğer merada otluyorlarsa var. Ahırlarda, yemle beslenen hayvanlarda yok. Çünkü Omega 3’ün esas kaynağı yeşillik. Balıkta da zaten, yosun yediği için veya yosun yiyen küçük balıkları yediği için Omega 3 var. Eğer inek, koyun, keçi merada otluyorsa, tamamen yeşillikle besleniyorsa, sütünde de, etinde de Omega 3 var. Ama maalesef Karadeniz’de bile hayvan ahıra girdi. Çünkü tüccarlar artık ahırın kapısına teslim ediyor yemleri. O nedenle mera hayvancılığı ancak çok fakir yörelerde kaldı, çok azaldı.
– Ama biliyorsunuz, bunları söylediğinizde, “Dünyada 1 milyar aç insan var, onlar nasıl hayvansal protein alacak” deniyor.
Bir kere ineğin de, tavuğun da sadece protein kaynağı olarak görülmesi çok vahşice bir yaklaşım. Diğer taraftan dünyada açlığı önleyecek modelin küçük çiftçilik olduğunu 2006 yılında Asya Kalkınma Bankası söylemek zorunda kalmıştı. 2009 yılında da Dünya Bankası aynı sonuca vardı. Dünyadaki 1 milyar aç insanı doyurmanın tek yolu küçük çiftçiliği canlandırmak.
– Neden hocam? Ve tabii nasıl?
Çünkü niye aç bu insanlar? Bir kere o 1 milyar insanın 700 milyonu çiftçi. Artık üretimlerini satamadıkları için, paraları olmadığı için açlar. Dünyada gıda arzında bir eksiklik yok. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün açıklamalarına göre, dünyada 10 milyar insanı besleyecek kadar gıda var. 7 milyarı değil, 10 milyarı! Sadece İngiltere’de bir yılda son kullanma süresi geçtiği için, ambalajı açılmadan çöpe atılan gıda miktarı 18 milyon ton. Avrupa Parlamentosu’nda, gıda israfıyla ilgili olarak geçen yıl gayri resmi olarak yapılan toplantıda, “Eğer bütün dünya AB kadar açgözlü olsaydı, dünyayı beslemek için 3.5 dünya gerekirdi” sonucuna varılmıştır. Bir yılda sadece İngiltere, Danimarka ve Almanya’nın israf ettiği gıdalarla tüm Afrika kıtası doyabilir! Bir de bunun sağlık ayağı var tabii… Merada otlayarak beslenen hayvanın etini yiyemediğimiz için, yine aynı şekilde gezen tavukla ya da doğal beslenmediğimiz için hastalanıyoruz.
– Ben organik meyve sebze almaya çalışıyorum. Ama henüz bu pazarlar yaygın değil, doğal olarak biraz da fiyat farkı var tabii… Çok çocuklu bir aile için organik beslenmek zor olabilir. Ama talep olursa, pazarlar da çoğalır, fiyatlar da düşer…
Organik yemekle çok doğru yapıyorsunuz. Bakın, çocukluk çağı kan kanserinin en önemli nedenlerinden biri tarım ilacı. Yani yapay ot öldürücü ilaçlar, böcek öldürücü ilaçlar, fare öldürücü ilaçlar… Bunların tümü hormonal ya da endokrin bozucular sınıfına giriyor. Ve siz endüstriyel tarım yaptığınızda bunlara ihtiyaç duyuyorsunuz. Çünkü monokültür tarımda, yani siz kilometrelerce sadece buğday, sadece mısır ektiğinizde toprağı o kadar zorluyorsunuz ki yabancı ot da daha fazla türüyor, böcek de… Dolayısıyla daha fazla tarım ilacı kullanıyorsunuz. Halbuki küçük çiftçilikte bu problemler çok daha az oluyor. Hatta elle bile toplanabilecek miktarda az oluyor.
– Ve geleneksel yöntemler var…
Evet. Yüzyıllardır bizim çiftçilerimiz bu zararlılara karşı tamamen doğal ilaçlar geliştirmiştir. Ama bunu sanayi ölçekli tarım alanlarında uygulama şansınız yok. O halde biz kanser olma pahasına bir tarım sürdürüyoruz. Tarım ilaçları çocukluk çağında kan kanseri yapıyor dedik ama onunla kalmıyor. Kullanılan tarım ilacı, örneğin vücuttaki östrojeni taklit eden bir kimyasal ise kadınlarda meme kanseri, erkeklerde de prostat kanserine yol açıyor. Peki ne pahasına? Doymamız pahasına mı? Hayır! Biraz önce söyledim, “Dünyada açlığı gidermek istiyorsanız küçük çiftçiliğe özen gösterin” diyor Dünya Bankası. Demek ki doyma pahasına değil bu işler. Demek ki birilerinin para kazanması uğruna oluyor. Dünya tarım ilacı piyasası, yıllık 40 milyar dolarlık bir piyasa. İşte o 40 milyar doları birileri kazansın diye tarım ilacı kullanılıyor.
– İyi de bu sağlık, ucunda hastalık var?
Bakın bir TV programında kanserle uğraşan bir tıp profesörü, “Ne olmuş yani, tarım ilacını yıkarsın geçer!” dedi. Yıkamakla tarım ilacının yüzde 40’ı geçiyor sadece. Yüzde 60’ı tahta fırçasıyla bile fırçalasanız gitmiyor, kalıyor. Bütün sebze meyveler için aynı şey geçerli. Çünkü sistemik kullanılıyor tarım ilaçları, sebze meyve kökten ilacı alıyor artık.
– Bir arkadaşım, “Pişirince geçiyor ama değil mi tarım ilacı?” diye sormuştu…
Olur mu öyle şey! Ne pişirerek ne kaynatarak hiçbir şekilde gitmez. O yüzden mutlaka organik pazarlardan ya da küçük köy pazarlarından alışveriş yapmalıyız. Örneğin ben pazar günleri Kasımpaşa’da kurulan Kastamonu pazarına gidiyorum.
Ayçiçek yağındaki tehlike!
– Hocam, üç gün önce küresel ısınma diye başladık konuşmaya, sorularım yüzünden nerelere geldik. İyi de oldu ama yine küresel ısınmayla bitirebilir miyiz konuyu… “Eğer önlem alınmazsa 2055 yılında Anadolu Sahra Çölü’ne dönecek ve artık tarım yapmamız hayal olacak” dediniz. Peki ne yapmalıyız?
Küresel ısınmaya karşı dünyadan ayrı, tek başımıza bir önlem alma şansımız yok ama diğer faktörleri, yani toprak erozyonunu, suyun gereksiz yere ziyan edilmesini, suyun HES’ler aracılığıyla ticaretleştirilmesini, birtakım patronların egemenliği altına girmesini engelleyebiliriz, engellemeliyiz.
– Ya plastik şişelerde içtiğimiz su?
BM Su Masası’na göre, su çok değerli bir şeydir, herkesin doğal hakkıdır, o yüzden satılabilir! O kadar tezat var ki! “Suyu satın, çünkü çok değerli” diyorlar! Hadi o da kabul. Ama suyu satacağınız plastik şişeyi üretmek için içindeki suyun 10 katı fazla su harcıyorsunuz, ona ne demeli? 1.5 litrelik bir pet su şişesinin üretimi için tam 10 litre su harcanıyor. Bakın, şu ana kadar dünya suyunun yüzde 9’u özelleşti. Bu yüzde 9’la elde edilen bir yıllık gelir, petrolden elde edilen gelirin yüzde 60’ına ulaştı!
– Aslında bütün bunlar devlet politikasıyla engellenebilecek şeyler?
Tabii ki öyle. Oysa Tarım Bakanlığı ayrı telden çalıyor, Sağlık Bakanlığı ayrı telden… Ne yapıldığı belli değil. Geçenlerde bir toplantıda Tarım Bakanlığı’nın bir temsilcisi, “Ayçiçeğini bu kadar ürettik, harika bir noktaya geldik” dedi. Ben de sordum, “İnsanları daha fazla kanser yapmak için mi başardınız bunu?” diye… Çünkü ayçiçek yağı hem ısıtıldığı zaman gelişen transyağ asidi açısından hem de Omega 3’ün emilimini engellediği için kanser yapabiliyor. Özellikle bağırsak ve meme kanserinde ayçiçek yağının etken olduğu düşünülüyor. Akdeniz havzasında en çok ayçiçeği yağı kullanan ülke İsrail, en çok kanser görülen ülke de İsrail! En çok ayçiçek yağı kullanan ikinci ülke ise Türkiye, tabii en çok kanser görülen ikinci ülke de! Biz hâlâ bunları tartışamıyoruz. Hâlâ anavatanı Anadolu olan zeytinyağını devlet teşviği içerisine alamadık. Oysa gıdada ne kadar doğala dönersek, o kadar insan açlıktan kurtulur, çünkü küçük çiftçiler aç. Ve biz de hastalıktan kurtuluruz.
Ayçiçek yağındaki tehlike!
Hocam, üç gün önce küresel ısınma diye başladık konuşmaya, sorularım yüzünden nerelere geldik. İyi de oldu ama yine küresel ısınmayla bitirebilir miyiz konuyu… “Eğer önlem alınmazsa 2055 yılında Anadolu Sahra Çölü’ne dönecek ve artık tarım yapmamız hayal olacak” dediniz. Peki ne yapmalıyız?
Küresel ısınmaya karşı dünyadan ayrı, tek başımıza bir önlem alma şansımız yok ama diğer faktörleri, yani toprak erozyonunu, suyun gereksiz yere ziyan edilmesini, suyun HES’ler aracılığıyla ticaretleştirilmesini, birtakım patronların egemenliği altına girmesini engelleyebiliriz, engellemeliyiz.
Ya plastik şişelerde içtiğimiz su?
BM Su Masası’na göre, su çok değerli bir şeydir, herkesin doğal hakkıdır, o yüzden satılabilir! O kadar tezat var ki! “Suyu satın, çünkü çok değerli” diyorlar! Hadi o da kabul. Ama suyu satacağınız plastik şişeyi üretmek için içindeki suyun 10 katı fazla su harcıyorsunuz, ona ne demeli? 1.5 litrelik bir pet su şişesinin üretimi için tam 10 litre su harcanıyor. Bakın, şu ana kadar dünya suyunun yüzde 9’u özelleşti. Bu yüzde 9’la elde edilen bir yıllık gelir, petrolden elde edilen gelirin yüzde 60’ına ulaştı!
Aslında bütün bunlar devlet politikasıyla engellenebilecek şeyler?
Tabii ki öyle. Oysa Tarım Bakanlığı ayrı telden çalıyor, Sağlık Bakanlığı ayrı telden… Ne yapıldığı belli değil. Geçenlerde bir toplantıda Tarım Bakanlığı’nın bir temsilcisi, “Ayçiçeğini bu kadar ürettik, harika bir noktaya geldik” dedi. Ben de sordum, “İnsanları daha fazla kanser yapmak için mi başardınız bunu?” diye… Çünkü ayçiçek yağı hem ısıtıldığı zaman gelişen transyağ asidi açısından hem de Omega 3’ün emilimini engellediği için kanser yapabiliyor. Özellikle bağırsak ve meme kanserinde ayçiçek yağının etken olduğu düşünülüyor. Akdeniz havzasında en çok ayçiçeği yağı kullanan ülke İsrail, en çok kanser görülen ülke de İsrail! En çok ayçiçek yağı kullanan ikinci ülke ise Türkiye, tabii en çok kanser görülen ikinci ülke de! Biz hâlâ bunları tartışamıyoruz. Hâlâ anavatanı Anadolu olan zeytinyağını devlet teşviği içerisine alamadık. Oysa gıdada ne kadar doğala dönersek, o kadar insan açlıktan kurtulur, çünkü küçük çiftçiler aç. Ve biz de hastalıktan kurtuluruz.