RT* MUTEMETLERİNİN VAZGEÇİLMEZİ: KIZAMIK
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Sağlık Bakanlığı ilgililerinin mutlaka okumaları gereken bir makale.
Her şeyi ve her şeyin en iyisi, en doğrusunu bilen akademisyenlerin okumalarına gerek yok.
***
Prof. Dr. Alişan Yıldıran‘ ın yazısı:
Bir kaç yıldır yaşadığımız SARS-Cov-2 kâbusunu, hes kodu, maske, kapanma, yasaklar, gereksiz yere burun kökünden alınan ve bilerek 30 yerine 45 döngü ile yapılan PCR, gereksiz entübasyonlar, avuç dolusu yutturulan haplar, ülke ve hane ölçeğinde ekonominin aldığı hasarlar, b(f)ilim kurulu ve üyelerinin her uzatılan mikrofona tutarsız açıklamaları, en kötüsü ‘aşı’ bile olmayan bir uygulamanın bir de sorumluluk almaksızın önce bir, sonra bilmem kaç doz uygulanması vs vs. Herhalde unutmamışsınızdır.
Üstelik bu daha başlangıçmış, yeni bir salgının eli kulağında imiş, öyle diyolla…
Tabii toplumda belli bir tecrübe husule geldi, yeni bir salgında herkesin kolunu bu kadar kolay uzatmayacağı ortada. Ancak meşhur darb-ı meseldir ‘Hâfıza-i beşer nisyân ile mâluldür’. Yani her şey unutulur.
Mutemet
İnternetin olmadığı zamanlarda maaşlar Ziraat Bankası’na yatırılır, ilgili kurumun mutemet (îtimât edilen) memuru bankadan aldığı maaşları getirir, maaş günü personele dağıtırdı, bunun için de her memurdan belli bir yüzde alma hakkı vardı, ayrıca ödenemeyen kuruşlardan da epeyce bir para edinirdi.
Hah işte RT’nin de akademik ortamlarda böyle mutemet elemanları vardır. Bunların içinde kaâle alınması gereken en önemlileri ecnebilerin skeptik dedikleri David Gorski ve Steven Novella’dır, ülkemizdekilerin ismini bile anmaya değmez, çünkü oturup doğru dürüst bir yazı bile yazamaz, yazılarımıza cevap bile ver(e)mezler. Belki Hawai’deki çocuk enfeksiyoncusu hanımefendi yazar da bize de cevap hakkı doğar.
Bir de bu mutemetlerin kullandığı belli mutemet argümanlar vardır. Bunların başında da meşhur ‘kızamık’ ve ‘toplum bağışıklığı’ gelir.
Çünkü kızamık yüksek ateş ve bariz bir döküntü yapar. Günümüzün ‘ateş’den (1)** deli gibi korkan anneleri ve her ateşi olan çocuğa antibiyotik yazan doktorları için çok iyi bir öcüdür yani….
Toplum Bağışıklığı
Toplumun belirli bir oranı bir hastalığa karşı bağışıklanmışsa (dikkat! aşılanma ile aynı şey değil), o topluluğun geri kalan bireyleri de böylelikle enfeksiyondan korunmuş olmaktadır.
RT mutemetlerinin en sık kullandığı korkutma ve hatta suçlama taktiğidir, ve elbette doğru değildir (2). Aşısızların aşılılarca oluşturulmuş toplum bağışıklığına bir nevi “parazitlik” yaptıkları ve diğer herkesi tehlikeye attıkları salakça (afedersiniz-bilimle ilgisi olmadığı için böyle söylemek zorundayım) söylenmektedir.
Toplum bağışıklığı (herd immunity) tabiri ilk defa A.W. Hedrich tarafından 1933’te, Boston bölgesinde 1900 ve 1930 yılları arasındaki kızamık epidemiyolojisi için kullanılmıştır. Çocuklarda kızamık geçirenlerin oranı %68’e çıktığı zaman salgınların durduğunu tespit etmiştir (3).
Klasik aşılarla toplum bağışıklığı, bilhassa adjuvanlardan kaynaklanan aşıların genel sorunları sebebi ile, temin edilemez (4).
Şayet aşılar doğal bağışıklık kadar etkili olsa idi, bu durumda %68’lik bir aşılama oranı ile salgınların önlenilebilmesi gerekirdi. İşte bu sebeple mutemet elemanlar devamlı herkesi aşılamaya çalışırlar ki karşılaştırmalı çalışma yapılabilecek sıhhatli kimse kalmasın, ne kadar bilimsel değil mi dostlar?
Bunun şahane bir örneği de (5) artık dünyaca meşhur olan Dr. Anders Tegnell sayesinde toplum bağışıklığının Sar-Cov-2 sürecinde kendiliğinden ortaya çıkacağını iddia eden ve bunu yaşayarak ortaya koyan İsveç örneğidir. Esasen aynı şeyi İngiltere’de Boris Johnson da yapmaya kalkdı ama, adamcağız neredeyse bunu canı ile ödeyecekdi.
Müteveffa Sir Graham Selby Wilson
Esasında yıllardır virüsler nedir, D’herrelle’in bakteriofajları keşfinden sonra RT virüsleri nasıl manipüle etdi, replicable-transmissible proteinler (mesela amiloid), bunların RNA ile, RNA’nın hücresel mekanizmalarla, eksosomlarla alakası nedir? gibi konuları anlamaya çalışırken tevâfuk, dünyaca meşhur, 1929’da yazdığı mikrobiyoloji ders kitabı hala okunan (6) Dr. Wilson ile müşerref oldum. Kızamığın ehemmiyetini anlatdığı konuşmasında muhtemelen kendisinden önceki nesilden olan ve meşhur anti-vaccinist bilim adamı Charles Creighton’ın da tesiri ile kızamığın çiçek aşısından evvel hafif bir hastalık olduğunu, yaygın çiçek aşılamasından sonra önem kazandığını, yine de diğer enfeksiyon hastalıkları gibi 20. Asır ortalarına doğru dramatik bir şekilde mortalitesinin azaldığını, İngiltere’de mortalitenin milyonda 318’den milyonda 2’ye indiğini belirtiyor (7). İlginç, size ne öğretiyorlar? Mortalitesi (ölümcüllüğü) 1000’de 2 miydi?!…
Hiç Sir Wilson’un adını duymuş muydunuz, duyamazsınız çünkü, alanında en iyilerden, meşhur Medical Research Council’in müessir üyelerinden birisi ve sırf onu ikna edemedikleri için İngiltere’de kızamık aşısı bir türlü mandatory hale getirilememiş, Wakefield olayı ile de kızamık aşı oranları bu ülkede hep düşük kalmışdı. Bütün bunları 2017 tarihli ‘The spectre of controversy: measles vaccination and the British state’ başlıklı doktora tezinden okuyabilirsiniz (8).
Toprağı bol olsun Sir Wilson’un diğer kitabı ‘Hazards of Immunization-Aşılamanın tehlikeleri’nde daha o zaman aşılardaki toksinlerden, kirleticilerden bahsetmiş olmasına ne demeli (9)?
Unutmadan, enfeksiyon hastalıklarının mortalitesinin 20. Asır ortalarına kadar yani aşıların yaygın uygulanmasından daha evvel (polio aşısı 1954, kızamık aşısı 1963) fevkalade düşüş gösterdiğini 10 no’lu kaynakdan teyid edebilirsiniz teyitçi arkadaşlar (10)!…
Mottomuz ne idi ‘Aşılar hayat kurtarır’. Kim söylemiş, hatırlamıyorum!….
Saul Krugman ve Willowbrook çalışması
Esasında bu konuda kitap yazmak lazım ama kısaca hatırlatmalıyım, çünkü ihtisasa başladığımda enfeksiyon hastalıklarını öğrenmek için aldığım kırmızı kaplı kitap ‘Krugman’ hâlâ aklımda. Meğer bu adamcağız şöhretini her türlü ahlakî değeri hiçe sayarak engelli çocuklar üzerinde kızamık ve hepatit aşılarını 14 yıl çalışması ile elde etmiş iyi mi (11)?
Ülkemizde Yoğun Bakım Gerekdiren Kızamık Vakaları ve Sığınmacılar
Kızamık hakkında çok okudum, yazmak istediğim pek çok şey var ama maksadımız ahaliyi haberdâr etmek, ukalalık değil.
Yeni yayınlanmış bir makalede, Şanlıurfa’da 2019 yılının ilk altı ayında (neden sadece ilk altı ay, hakem bu soruyu sormuş mudur sizce?) çocuk yoğun bakım ünitesinde yatarak takib edilen 14 hasta olmuş, bunların beşi yabancı, tamamı aşısız, onbiri aşı takvimine göre aşısız (<1y), tamamı klinik bulgu ve serum kızamık IgM seviyesinin artışı ile teşhisi konulmuş. Hastaların ikisi engelli, biri ağır kalp hastası, biri ağır malnutrisyon (beslenme yetmezliği) biri ise albinizm yani primer immün yetmezlik, ölen sadece iki hasta var ve bunlar da ağır malnutrisyonulu ve albinizmli çocuklar (12). Yani neymiş, altda yatan bir primer ve/veya Sekonder immün yetmezliği olan hastalar ağır hasta oluyor ve bunların bile küçük bir kısmı ölüyormuş, yani evrim mantığı ile güçlü olan yaşıyormuş değerli evrimci kardeşim.
Aşı Felsefesinin Kökeni Frankenstein mı?
İngilizcenin büyük şairi John Milton’un ‘Kayıp Cennet’ şiirinden aldığı ilhamla İlahî otoriteye dine karşı gelen ‘Frankenstein’ı yazan Mary Shelly (13) çiçek aşısının babası Edward Jenner ile aynı dönemde yaşamışdı ve Toygar Akman’ın ‘hayal bilim’ dediği fakat inatla kurgu-bilim diye tercüme edilen science-fiction böylece ortaya çıkdı. Hemen ardından meşhur (bazıları öjenik, çoğu fabian (14)) Jack London, H.G. Wells, Jules Verne, Aldous Huxley, George Orwell onu ve fikirlerini takib etdi.
Bütün bu kişilerin Darwin ile bir şekilde alakasının ve/veya akrabalığının olması da bahs-i diğer (15).
Yine bir fabian olan meşhur George B. Shaw’ın adı geçenlerin zıddına, aşı hakkındaki şu görüşünü de zihni berrak olup, el-ayak-ağız hastalığı resimlerini kızamık diye pazarlayan big pharmaya mutemetlik yapmayan meslektaşlarıma hatırlatmalıyım: ‘Nothing but the natural ignorance of the public, countenanced by the inoculated erroneousness of the ordinary general medical practitioners, makes such a barbarism as vaccination possible…….Recent developments have shown that an inoculation made in the usual general practitioner’s light-hearted way, without previous highly skilled examination of the state of the patient’s blood, is just as likely to be a simple manslaughter as a cure or preventive. But vaccination is nothing short of attempted murder. A skilled bacteriologist would just as soon think of cutting his child’s arm and rubbing the contents of the dustpan into the wound, as vaccinating it in the same (16). Adamcağızda Sir Wilson gibi hâlâ Allah korkusu varmış yani…
Kaynaklar:
(1) https://personel.omu.edu.tr/docs/ders_dokumanlari/10163_46890_534.pdf
(2) https://ahmetrasimkucukusta.com/2016/05/28/misafir-yazar/asi-lobisinden-itiraflar/
(3) Hedrich AW. American J Hyg. 17:613-630. “Estimates of the child population susceptible to measles, 1900-1931.
(4) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/11587808/
(5) https://ahmetrasimkucukusta.com/2020/12/12/misafir-yazar/bos-inanc-bilim-ve-akil-karsitligi/
(6) https://www.amazon.com/Topley-Wilsons-Microbiology-Microbial-Infections/dp/0470686383
(7) https://jamanetwork.com/journals/jamapediatrics/article-abstract/500099
(8) https://pure.manchester.ac.uk/ws/portalfiles/portal/177286495/FULL_TEXT.PDF
(9) https://jamanetwork.com/journals/jama/article-abstract/337988
(10) https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/11099582/
(11) https://www.forbes.com/sites/leahrosenbaum/2020/06/12/willowbrook-scandal-hepatitis-experiments-hideous-truths-of-testing-vaccines-on-humans/?sh=1d3fee66279c
(12) https://dergipark.org.tr/en/pub/otd/issue/73947/1166772
(13) https://www.nottingham.ac.uk/english/documents/innervate/16-17/14.-lorriman-v-q33391.pdf
(14) https://lilliputian.me/2020/03/virus/
(15) https://blogs.dickinson.edu/romnat/2011/06/10/erasmus-darwin-and-the-frankenstein-mistake/
(16) https://www.goodreads.com/quotes/946199-nothing-but-the-natural-ignorance-of-the-public-countenanced-by
*RT Rockefeller Tıbbı
** Mütevazî makalemi okumanızı istirham ederim efendim.
***
EK 1 (19.6.2023): Yıl 2023! İstanbul’da 2 çocuk KIZAMIK sebebi ile hayatını kaybetti. Hem de Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren yaygın ve yüksek dozda uygulanan bir aşısı olan bir hastalıktan. Türkiye kızamık vakalarında Avrupa ülkeleri arasında üçüncü sıraya oturdu. 4 ayda bin 440 vaka tespit edilirken, vakaların 242’si yoğun bakımlık oldu. Hastalığın göçmenler ve mültecilerde görüldüğünü ya da sadece onlar sebebi ile yayıldığını düşünüyorsanız da yanılıyorsunuz. Cerrahpaşa’da tedavi gören 22 vakanın sadece üçü yabancı uyruklu, diğerleri Türk ve bu çocukların 11’i de aşısız. Anlayacağınız kızamığın ‘hortlamasının’ bir nedeni de aşı karşıtlığı. Peki neden aşı yaptırmıyorlar? Uzmanlar, Bakanlığın acilen yasal düzenleme seçeneği de dahil olmak üzere bu konuda önlem almasını istiyor.
Çok faideli bir yazı olmuş, kaleminize sağlık.
Bu Böyle Gitmez!
Bir önceki yazıda kapitalist rekabetçi eğitim koşullarından bahsedip geçmiştik.
Burayı biraz açmak ve bu sistemin insanlık için ne kadar zararlı olduğundan bahsetmek gerekiyor.
Eğitimin, hayatın ilk 20 ya da 25 yılını içine alacak şekilde zorunlu hale getirilmesi insanlık tarihinin dönüm noktalarından biridir.
Bu doğal bir durum değildir. Tarih boyunca, hiçbir dönemde, insan böyle sistemli bir dönüşüme maruz bırakılmadı. Ve bu dönüşüm kitlelerden destek görmedi.
İnsan türünün en güçlü, en enerjik, en özgür, en mücadeleci, hayal gücü en kuvvetli kesimi olan gençler bütün bu güçleri iğdiş edilmek üzere okul adı verilen fabrikalara doldurulmaya başlandılar yüz yıl önce.
Tarihin en büyük hamleleri, meydan okumaları gençlerin bugün iğdiş edilmiş güçleri sayesinde başarılabilmişti oysa.
Mecburi eğitimin olmadığı zamanlarda dünya şaşırtıcı ölçüde becerikli, meraklı, girişimci, özgün ve bağımsız insanlarla doluydu.
Bu insanlar çocukluk çağındayken iğdiş edilmek üzere toplama kampını andıran okullara dolduruldular. Birkaç yüzyıl önce tabiata ve topluma meydan okuyarak yeni bir şeyler peşinde koşan akranlarına karşılık yüzyılımızın gençleri not peşinde koşar hale getirildiler.
Diktatörlerin güç kullanarak yapmaya çalıştıkları kontrollü “değişim” okul yoluyla kansız bir şekilde yapılmaya başlandı.
Okulun yapmaya çalıştığı şey basitçe organizasyondur. Geleceğin toplumunu organize etmek eğitim sistemlerinin görevidir. Geleceğin toplumu için özgür kafalara değil, uşak ruhlu tüketicilere ihtiyaç vardır. Bugün toplumların eğitimli sınıfları büyük ölçüde böyledirler.
Bu yüzden okul bir asır önce, devletler eğitim işine girmeden, sermayeyi elinde tutan kişilerce bir fabrika gibi düzenlendi.
Okul dediğimiz yapı bir sosyal mühendislik alanıdır.
Okul bu mühendisliği, büyüme döneminde insan gelişimine müdahale ederek yapıyor. Öğrencileri 22 yaşına kadar gerçek hayattan kopararak, hayat hakkında hiçbir şey bilmez hale getirmek, kültürel bir soykırımdır ve buna dur denmelidir.
Bir usta başı ya da patron etrafında örgütlenen fabrika gibi okullarda öğretmenler etrafında inşa edilmiştir. İnsanlar orada emir almayı, kuralları sorgulamamayı, kendilerinden ne isteniyorsa onu yapmayı deneyimleyerek modern toplumunun hiyerarşisini öğrenirler.
En büyük kaygı, performans kaygısıdır. Okul sadece aldığınız notlara göre değerlendirildiğiniz ve aldığınız notlar ölçüsünde saygın kabul edildiğiniz bir yerdir.
Notlar öğrencileri utandırmak için açıktan ilan edilerek öğrenciler utanç ile rekabetçi yarışa katılma arasında bir tercih yapmaya zorlanır.
En büyük hedef güce sahip olma hedefidir.
Okul içindeki eğitim, herkesten üstün olma, herkesi geride bırakma gibi güç merkezli düşüncelere göre yapılandırılmıştır.
Bir öğrenci için sınıf arkadaşları ya da akranları aynı zamanda rakibi olan kişilerdir. Rekabet, dayanışmanın, dostluğun gelişmesine ya da derinleşmesine mâni olarak yüzeysel insanların yetişmesini sağlar. Rekabet çatışma yaratır. Çevresindekileri geçme dürtüsü gelişmiş insanlardan oluşan bir toplumda dayanışma, içtenlik gibi duygular azalır. Tıpkı Gelin Evi ya da Yemekteyiz programlarındaki profiller gibi…
Eğitim sistemi için en uygun kişilik tipi, güç arzusu yüksek olan,çıkarından başka bir şey düşünmeyecek, güce ulaşmak için her fedakarlığı yapabilecek, günde on iki saat masa başında oturmak gibi gayri insani şartlar içinde yaşayabilecek karakterde kişilerdir.
Bir insanı on altı yıl boyunca güce tapacak ve sadece çıkarına göre hareket edecek şekilde biçimlendirdiğinizde ortaya bir Frankeştaynçıkıyor, tıpkı bugünkü gibi!
Bugünkü eğitim sisteminde en yukarıya çıkabilen kişilik tipi budur. Çünkü sistem daha insancıl olanları, onurluları, dayanışma duygusu yüksek olanları, toplumsal adalet için hareket edenleri, mütevazi olanları eleyecek şekilde dizayn edildi.
En hırslıların, güç budalası olmuşların yönetim mekanizmalarını ele geçirdiği bir dünya yaşanabilir olma özelliğini yitirmiş bir dünyadır. Çünkü bu dünyada her şey güce ve çıkara göre belirlenir. Bu güçlülerin ve çıkarcıların dünyasıdır. Merhametli, mütevazi ve kendisini düşündüğü kadar başkasını da düşünenlere yer yoktur. Dünyamızın acil sorunu da budur. Sorunun kaynağı ise okula yüklenilen misyondur.
Gerçek eğitim ancak kişinin kendinin farkına varması temeli üzerine kurulabilir. Dolayısıyla bugünkü “eğitim sistemlerinin” çoğunluğunun eğitimle, aydınlanmayla hiçbir alakası yoktur.
İnsani yönün el değmeden bırakıldığı (hatta bozulduğu) sadece bilgi aktarımına dayalı bir eğitimden insanlığın geleceği için olumlu bir sonuç çıkması için şansa ihtiyaç vardır.
Okullardan yeni dünyanın uşak ruhlu, tüketici, çıkarcı, hırslı ve güce göre şekil değiştiren bencil bireyleri yetişiyor. Çünkü “sermaye” iş gücü ve tüketim gerekiyor.
Modern toplumlarda eğitime önem veriliyor gibi yapılmasının arkasında aydınlanmış, özgür insanlar yetiştirmek değil, toplumsal muhalefeti daha doğmadan yatağında boğmak gibi bir amaç da var.
Cumhuriyet döneminin “okullaşma” projesinin sebebi hikmeti de buydu: Sosyal mühendislik.Yeni okul yeni insan demekti. Tabii ki herhangi bir insan değil, yönetmek istedikleri insan!
Özellikle Kemalistlerin “okul dogmasından” hala kurtulamamış olmaları; okulu, öğrenmenin yegâne mekânı görme saplantıları, okulun düşünme melekeleri ü
zerindeki tahribatını da gözler önüne seriyor.
Eğitim meselesini, okulu putlaştırma hatasına düşmeden yeni baştan düşünmek ve kurgulamak gerekiyor.
Ali Osman Aydın-YeniAkit