İKİNCİ BİR BEYNİMİZ VAR
Bağırsak mikrobiyotası, dünyaya geldiğimizde vücudumuzda olmayan bir organ; doğumun üçüncü gününden itibaren oluşuyor. Bu organ kişinin kimlik kartı gibi düşünülebilir.
Varlığını yeni fark ettiğimiz kalp, akciğer, böbrek, beyin veya dalak gibi bir “organımız” var. Bu yeni organın diğerlerinden en önemli farkı anne karnında iken bu organa ait tek bir hücre bile bulunmaması ve dünyaya geldikten sonra gelişmeye başlaması.
Bu, öyle ufak tefek bir organ da değil. Onlarca trilyon hücreden oluşuyor, ağırlığı da iki kilogramı buluyor. Bu yeni organın adı “bağırsak mikrobiyotası”.
Bağırsaklar ikinci beyin unvanını hak ediyor
Bağırsak mikrobiyotası o kadar önemli bir organ ki buna “ikinci beyin” ismini teklif edenler bile var ve hiç de haksız değiller. Beyin ve bağırsaklar fetüste benzer hücrelerden gelişirler; zamanla bir kısmı merkezi sinir sistemini oluşturmak üzere farklılaşırken bir kısmı da bağırsaklardaki sinir sistemini oluşturur.
Beyin ve bağırsaklar birbirine “vagus” adı verilen sinirle bağlıdır ve her iki organ birbirlerine bu sinir aracılığı ile çeşitli uyarılar gönderirler. Bağırsaklar ve beyin arasındaki etkileşim aslında herkes tarafından bilinir.
Heyecanlandığımız zaman karnımızın ağrıması, sinirlenince midemize kramplar girmesi gibi ama bağırsaklardan beyine uyarılar gitmesi veya bağırsakların beyni etkilediğine dair bilgiler çok sınırlıdır.
Depresyon ve anksiyete gibi hastalıkların bazı hastalarda şişkinlik, gaz, ağrı, dışkılama bozuklukları gibi mide-bağırsak şikâyetlerinden sonra belirmesi de bağırsak-beyin etkileşimine ait örneklerdir.
Mutluluk hormonu kaynağı
Beynimizde olduğu gibi bağırsaklarımızda da nöronlar yani sinir hücreleri var. Bağırsaklarda bulunan bu nöronlardan bazıları beyinde de bulunan ve halk arasında “mutluluk hormonu” adıyla bilinen “serotonin” sentez ediliyor. İşin ilginç tarafı ruh halimizin kontrolünde, depresyon ve agresyonda rolü olan serotoninin bağırsaklarda beyinden daha fazla bulunuyor.
Bağırsak mikrobiyotası nedir?
İnsan vücudunda 100 trilyon hücre bulunduğu tahmin ediliyor; bundan 10 misli fazla miktarda mikrop da vücudun deri, ağız, vajina, bağırsaklar gibi çeşitli bölgelerinde yerleşmiş bulunuyor.
Bu mikroplar bulundukları yerlere göre daha önce o bölgenin “florası” olarak adlandırılırdı; flora yerine artık “mikrobiyota” tabiri kullanılıyor.
“Bağırsak mikrobiyotası” dendiği zaman bağırsaklarımızda yaşayan tüm mikropları anlıyoruz.Bağırsak mikrobiyotasında en azından 1000 farklı türden bakteri ve bunlara ait 3-20 milyondan fazla gen (insan genlerinden 150 misli fazla) bulunuyor ve bunların ağırlığı iki kilogramı buluyor.
Mikrobiyom
BİR: İnsan olduğumuzdan çok mikrobuz – Vücudumuzdaki hücrelerin sadece yüzde 43’ü insan hücresi
İKİ: Geriye kalan kısmını mikrobiyomumuz oluşturuyor, bunlara bakteriler, virüsler, mantarlar ve tek hücreli arkeler dahil.
ÜÇ: İnsan genomu, gen adı verilen ve bizi biz yapan 20 bin talimattan oluşuyor.
DÖRT: Ancak mikrobiyomumuzdaki tüm genleri topladığımızda ortaya iki ila 20 milyon mikrobiyal gen çıkıyor.
BEŞ: İkinci genom diye bilinen bu gen topluluğu, alerji, obezite, uzun süreli sindirim sistemi problemleri, Parkinson, kanser ilaçlarının işe yarayıp yaramaması ve hatta depresyon ve otizmle ilişkili.
Beyin, bağırsaklardaki bakterilere nasıl tepki verebilir?
BİR: Bir yol, sindirim sistemini beyne bağlayan bir bilgi otobanı diye anılan vagus siniri.
İKİ: Bakteriler, aldığımız gıdalardaki lifleri kısa zincir yağ asitlerine dönüştürüyor ve bunun tüm beden üzerinde etkileri olabiliyor.
ÜÇ: Mikrobiyom bağışıklık sistemini etkiliyor, bağışıklık sistemi bazı beyin hastalıklarıyla da ilişkilendiriliyor.
DÖRT: Bağırsak bakterilerinin, sinir hücrelerindeki DNA’nın nasıl çalıştığını değiştiren mikroRNA adlı genetik kod şeritleri kullandığına dair artan kanıtlar var.
Bağırsak mikrobiyotası bir organ olarak kabul ediliyor
Bağırsak mikrobiyotasının vücudun çeşitli fonksiyonlarının yerine getirilmesindeki vazifeleri onun ayrı bir “organ” olarak kabul edilmesine neden oluyor. Bu, dünyaya geldiğimizde sahip olmadığımız bir organ.
Bebek anne karnında steril bir ortamda gelişir ve ilk mikropları dünyaya gelirken annenin doğum kanalından, vajinasından, derisinden, memesinden ve soluduğu havadan alır. Bağırsak mikrobiyotası, doğumun üçüncü gününde bebeğin beslenme şekline göre değişir. Anne sütü emen bebeklerin bağırsak mikrobiyotasına “bifidobakteriler” hâkim olur.
Üç yaşına gelindiğinde bağırsak mikrobiyotası artık belirlenmiş ve erişkinlerinkine benzer bir hâle gelmiştir; ve bu ömür boyu sürer.
Kişinin kimlik kartı gibi
Bağırsak mikrobiyotası, parmak izi, retina gibi kişilere özgü bir kimlik kartı olarak da görülebilir. Diyetteki ögelere geçici veya sürekli olarak alışkanlık kazanır: Değişikliklere uyum sağlasa da dengesi özel durumlarda bozulabilir; buna “disbiyosiz” denir.
Bu, fonksiyonel ve enflamatuar bağırsak hastalıkları, alerjiler, obezite ve diyabet ile ilişkilendirilir. Prebiyotik, probiyotiklerin bağırsak mikrobiyotasına müspet etkileri vardır. Faydalı mikroplar için besin olan prebiyotikler, bu mikropların üreme ve aktivitesini artırıp, fonksiyonlarının daha iyi olmasını sağlar.
Yoğurt, kefir, turşu gibi fermente yiyeceklerde bulunan probiyotikler bağırsak mikrobiyotasının dengesini ve çeşitliliğini sağlarlar.
Hocam yazılarınızı zevkle okuyup bilgileniyorum. Kalbimde küçük bir plak var, ona ne yapilabilir? Eski bir represant olarak teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.