AŞI HABERLERİNİ NASIL VERME(ME)Lİ?
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Tolga Binbay‘ ın yazısı:
Şu pandemi günlerinin pek de kaçılamayacak sonuçlarından birisi de bilimin gelip toplumsal oturma odasının tam ortasına büyük bir gürültüyle yerleşmesi oldu. Bilime toplumsal yaşantıda yer açılması elbette “kötü” bir gelişme değil ama bu yerleşme öyle bir patırtıyla oldu ki bilim resmen piyasanın ve alabildiğine liberal bir körlüğün önüne atıldı. Çıplak ve sere serpe; sanki isteyen, istediği gibi oynasın diye!
Ne demek istediğimi yakın bir örnek üzerinden anlatmaya çalışacağım.
Biliyorsunuz, salgın sürüyor ama Türkiye’de salgına, hastalığa dair “bilimsel” veri bulmak çok da kolay değil. Öyle olunca hem tereddütler oluşuyor hem de dolaylı verilerle herkes “ahkam” kesiliyor. Bu süreçte, biliyorsunuz, herkes artık halk sağlığı uzmanı, herkes enfeksiyoncu, herkes virolog!
İlgimizi çekecek araştırma sonuçları da bizim buralardan değil “dışarı”dan çıkıyor. Gerçi Türkiye “akademisinde” COVID makalesi olmayan neredeyse kalmadı (ben de dahilim bu toplama) ama nitelik öyle şahane falan değil. Dostlar “alışverişte” görsün ya da daha doğru bir anlatımla “eh, veri ayağımıza kadar geldi, bari bir yayınımız daha olsun” mantığıyla yürüyor işler.
Yine de ara sıra “nitelikli” ya da “nitelikli olmayı hedefleyen” araştırmalar da yapılıyor, yayımlanıyor Türkiye’de.
Öte yandan bilimsel bilgiyi sunmak, paylaşmak, çıkarımlarda bulunmak da ayrı bir iş, ayrı bir beceri. Yani araştırma yaparsınız ama mesela yayımlamazsınız. Araştırma yaparsınız ama elde edilen sonucu anlamlı biçimde sunamazsınız. Laboratuvardan toplumsal konulara geçtikçe bu sunma, anlamlandırma sorunu da büyür. Neyi, nasıl sunduğunuza dikkat etmeniz gerekir; yani “bilim, bilim” diye inat ediyorsanız. Ama işler genel de pek öyle yürümüyor.
Çünkü verileri öyle bir yayımlarsınız ki bulduğunuzun tam tersi bir sonuç anlaşılabilir: Örneğin “Depresyonda çocukluk çağı travması ailevi kalıtım kadar belirleyici değil” dediğinizde travmaların etkisini “gömmüş” olursunuz. Hâlbuki genetik özellikler depresyon riskini örneğin 10 kat arttırırken çocukluk travmaları da 6 kat arttırmaktadır. Genetik daha mı belirleyicidir? Kelimenin “düz” anlamıyla “evet” öyledir. Ama her ikisi de çok önemli risk faktörleridir. Hatta çocukluk çağı travması çok daha önemli olabilir: Çünkü değiştirilebilir, önlenebilir!
Bir de bu sonucu bir gazete haberine şu şekilde taşıdığımızı düşünün: “Depresyon riskinde genetik ile cinsel travma arasında büyük fark!” Böylece travmayı iyice önemsizleştirebilirsiniz. Aslolan genetiktir der gibi!
Bu duruma bilime travma yaşatmak da diyebiliriz, veriye takla attırmak da!
İşte geçtiğimiz günlerde, bir araştırmanın, hem de Türkiye’de yapılmış bir araştırmanın sonuçlarının haberleştirilme “tercihi” böylesine bir takla attırma durumuydu ve bilimin, artık piyasa mı dersiniz, kapitalizm mi dersiniz, emperyalizm hayranlığı mı dersiniz, her neyse işte onun tarafından ezilişinin de göstergesi gibiydi.
Araştırma, çalıştığım, akademisyeni olduğum (yani umarım, olmaya ve de öyle kalmaya çalıştığım) kurumda, Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yapılmıştı. Sağlık çalışanlarında aşı uygulamaları sonrasındaki bağışıklık yanıtları izlenmiş ve karşılaştırılmıştı. Basın açıklamasından bir alıntıyla söylersek: “Araştırma 3538 Dokuz Eylül Üniversitesi sağlık çalışanı arasından seçilen 548 kişide gerçekleştirilmiştir. Sağlık çalışanlarının aşı yapılma durumu, antikor düzeyi ve hastalığa yakalanma durumları 1 yıl süreyle izlenecektir.”
Araştırma halen devam ediyor ve Mart 2022 tarihinde bitmesi planlanıyor. Ama ara sonuçlar bir şekilde paylaşılmak istenmiş. Basın açıklaması da bunun için yapılmış.
Yapılmış çünkü, “ilk sonuçlara göre antikor düzeylerinin Dokuz Eylül Üniversitesi sağlık çalışanlarının iki doz CoronaVac aşısından 4 ay sonra anlamlı şekilde düştüğü ancak %89’unda halen yeterli düzeyde olduğu” saptanmış [burada vurguları ben ekledim].
Araştırma, 3. doz aşı (CoronaVac ya da Biontech) olanların antikor [bağışıklık] düzeylerini de izleme almış: “Çalışmanın bu bölümünde sağlık çalışanlarının %100’ünde antikor düzeyinin arttığı ve yeterli düzeyde geliştiği saptanmıştır.” Yani iyi, güzel.
3. doz aşı yapılan herkeste “yeterli” bağışıklık yanıtı saptanmış olmakla birlikte araştırmacılar şöyle bir fark da bildirmişler: “Sağlık personelinin 3. doz aşısını CoronaVac olarak yaptıranlarda aşıdan en az 7 gün sonra antikor düzeyinin 7,5 kat arttığı; BioNTech olarak yaptıranlarda ise 106 kat arttığı saptanmıştır.” Buradaki vurgular ise basın açıklamasına ait, bana değil.
İşte Diken haber sitesi “bu farkı” çok önemsemiş. Anadolu Ajansı’nın haberinden yaptığı haberin başlığını da “BioNTech ve Sinovac arasındaki büyük fark” olarak vermeyi tercih etmiş.
Doğru mu?
Nereden baktığınıza bağlı olarak “belki evet”… Ama kesinlikle yanlış!
Yazının başında da vurgulamıştım: Bilim, bilim olmaktan çıkarılarak ya da çeşit çeşit siyasetin kazanından geçirilip amorflaştırılarak yerleşti evlerimize, ufkumuza, salgının gündemine. Bilim kılığında film izliyoruz çoğu zaman. Salgının her aşamasında bu böyle oldu ama film işi sanırım en çok aşılar için söz konusu oldu.
Diken habere şöyle girmiş: “İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi’nde sağlık çalışanlarına üçüncü doz aşı sonrası yapılan antikor çalışması sonucu Sinovac ve BioNtech aşıları arasında büyük fark olduğu tespit edildi.”
Haberin devamı ise meselenin hiç de böyle “ima” edildiği gibi olmadığını bizzat araştırmayı sunan Prof. Dr. Bülent Kılıç’ın ağzından anlatıyor: “Şöyle bir spekülasyon vardı, ‘İki doz CoronaVac aşılarının hiçbir etkisi yok. Mutlaka herkese sıfırdan iki doz BioNtech yapalım’ Bu araştırma, bunun doğru olmadığını gösteriyor. Daha önce yapılan aşıların bir yararı olduğunu, üçüncü doz, sadece tek bir doz mRNA aşısıyla bile çok yüksek miktarda antikor oluştuğunu gösteriyor. Dolayısıyla o spekülasyonu yok etmiş oluyor.“[Vurgular haber sitesine ait.]
Yani ister CoronaVac olsun ister BionTech, aşı her halükârda işe yarıyor ve 3. doz aşı da bağışıklığı güçlendiriyor.
Söylenen bu.
Ama haber sitesi CoronaVac’ı “işe yaramaz” gibi göstermeye meyletmiş. Toplumu uzun süredir (Ocak ayından bu yana) meşgul eden ve Prof. Dr. Kılıç’ın vurguladığı gibi “spekülasyon” dolu bir konuda, spekülasyonu gideren bilgiyi spekülatif biçimde vermeyi tercih etmiş. Bravo!
Hatırlayalım, Ocak ayında çok benzerini Reuters de CoronaVac’ın Brezilya sonuçları için yapmıştı.
Ve haberler de piyasanın nereden üfürdüğüne göre değişebiliyor.
Mesela yukarıdaki bilgiler şu şekilde de verilebilirdi: “Coronavac BionTech’i uçurdu!”
Ve araştırma sonucu da şu şekilde yorumlanabilirdi: “BionTech’in güçlü bir antikor yanıtı oluşturması için öncesinde CoronaVac uygulamasının çok büyük etkisi var.”
Değil mi?
Kaynak: https://haber.sol.org.tr/yazar/asi-haberlerini-nasil-vermemeli-313976
***
EK 1 (22.9.2021): OSMAN MÜFTÜOÜLU Aşının muhtevasını açıkladı.
Kaynak: https://twitter.com/drahmetrasim/status/1440779850575269896?s=20
***
Konuyu güzel değerlendir mişsiniz, tebrikler.
Ortada aşı yok. Olmayan, üretilemiyen sıvılara aşı diyerek insanlar nasıl kandırılıyor, aldatılıyor ve de hastalandırılıyor.
Gribe karşı aşı üretilemez.
Büyük yalan makineleri neden süreki devrede ve de gündemde?
Gripten korunacak hiç mi başka yol yok?
Halkın sağlığı = AŞI MI sadece.
Ayıptır, günahtır vallahi.
Sahtekarlıktır vallahi!
Şu 100 senelik geçmişi olan gribe karşı bile aşı geliştirilememişken kornanın aşısının olması ve salgını bitireceğinin söylenmesinin mantığı nedir?