CANKAT HOCA ÖNDERİMİZDİR
Çok değerli Hocam,
Anlaşılan o ki yazım sizi kızdırmış; öyle bir amacım yoktu ama demek ki olabiliyor. Hele de size hakaret etmek aklımın ucundan bile geçmez. Haddim de değil üstelik. Benim “samimi eleştirilerimi” hakaret olarak kabul edip etmeme hakkınız da vardır elbette ve buna da saygı duyarım.
Sizin de benim tüm yazılarımı “iyi niyetle” kaleme aldığıma inanmanızı isterim. Polemik yani “kalem kavgası” kavga edenler için olduğu gibi okuyucular için de çok faydalıdır, bilgilendiricidir, zihin açıcıdır.
“Sizi yakından tanıyıp uyaranlar” dedikleriniz bence sizi yanıltmışlar. Bahsettiğiniz zevatın kimler olduğunu bilmiyorum, beni yakından tanıyacaklarına da imkân ve ihtimal vermiyorum. 31 senelik karım bile henüz beni hâlâ tanıyamadığını söyler; onlar da kim oluyormuş!
Gelelim maddelere şimdi de:
BİR: Zaman gazetesinin size referans olup olmayacağı tabii ki sizin bileceğiniz bir iştir. Cevabımda, Zaman gazetesinde yayınlanan ve bilimsel araştırmaları tarif eden bir yazımı hatırlatmak istemiştim sadece. “Mühim olan yazının kendisidir; yazının yayınlandığı yer değildir” diyip geçmek istiyorum; bu ayrıca bir polemik konusudur.
İKİ: Bilimsel yayın ve bilim adamlığı konusunda aynı fikirde değiliz ama mektubumun hiçbir yerinde “Siz bilim adamı değilsiniz” şeklinde bir ifade kullanmadım. Yazıyı dikkatle okursanız “genel olarak” bilim adamı sözünden ne anladığımı ifade etmeye çalıştığımı anlarsınız.
“Bilimi öğretmek veya bilimi uygulamak bilim adamlığı değildir. Sadece bilim üretenlere bilim adamı denmelidir” sözümde ısrarlıyım.
ÜÇ: Mektubumun hiçbir yerinde size “Profesörlük bilim adamlığıdır” dediniz demiyorum ki!
Bana göre “Profesörlük, doçentlik öğretim üyeliği unvanlarıdır”. Bu unvanları almak için de adayın yayın sayısı veya kalitesine değil, “iyi öğretici olmanın şartlarına” sahip olup olmadığına bakılmalıdır.
Yayın sayısı, kalitesi, atıf sayısı “öğreticiliği” göstermez; en fazla öğreticilik için gerekli maddelerden biri olabilir. Nobel ödülü bile bunun kriteri değildir. Zaten Sağlık Bakanlığı da –çok doğru bir iş yaparak- Nobel alacak öğretim üyelerine sadece 1000 puan yani 140 lira veriyor. (Adam zaten 1 milyon Euro almış, bir de SGK’ nin kasasından para mı çıksın yani? Ben asıl Nobel ödülünün vergisinin ne kadar olduğunu merak ediyorum).
Doçent olabilmek için ben de birçok yayın yaptım. Ben bunları o zamanlar gerçekten bilimsel araştırma ve kendimi de bilim adamı sanırdım ama bunların sadece “kâğıt parçası” olduğunu idrak edince, bu tür ıvır zıvır şeylerle zaman geçirmek, ona buna zarar vermek, devlet malını israf etmemek için yayın yapmayı bıraktım.
Benim profesör olmak gibi bir derdim de beklentim de yoktu. Unvanların “boş” olduğunun çoktan farkına varmıştım. “Profesörlük zamanın geldi, hadi sen de dosyanı hazırla” dediklerinde, hâlimden memnun ve mutlu yaşıyordum.
Nasıl yaptım hatırlamıyorum, o zamana kadar “laf olsun torba dolsun” diye yazıp çizdiklerimi bir dosyaya koyup jüriye gönderdim. Şimdiki aklım olsa göndermezdim. Gaza gelmiş olmalıyım.
Diğer arkadaşlarım benim dosyamın en az üç misli büyük olan ve içinde bilimsel araştırmaları ve yayınları bulunan dosyalarını yüklenip “ne olur ne olmaz” hesabıyla kendileri jüriye “bizzat elden” götürdüler.
Bana da bir süre sonra “profesör oldun” dediler. “İyi, madem öyle, vatana millete hayırlı olsun” dedim ben de.
Jüri heyeti hangi gerekçelerle beni profesör yaptı bilemem. “İyi çocuk” diye veya “Arkadaşları oldu, bu da olsun n’ olucak” diye veya “Yayını yok ama yayın yapma potansiyeli var” diye düşünmüş olabilirler; bunu onlara sormak lâzım.
Eğer onlar da benim gibi düşünüp yani “Profesör olmak için yayın şartı abesle iştigal etmektir. Bu adam iyi bir öğreticidir” diyerek bana bu unvanı vermişlerse, işte o zaman onlara sadece “Helâl olsun” demek ve ellerinden öpmek gerekir.
Faydalı bir iş yapıyor ve genç akademisyenlere sırrımı açıklıyorum: Gerekli “kâğıt parçalarını” toplayıp hakkıyla doçent ve “kâğıt parçaları” toplamadan haksız yere profesör oldum, daha doğrusu yapıldım.
DÖRT: Sizin örnek olarak verdiğiniz yayınlarınız –tüm yayınlarınız için konuşmuyorum- tekrar söylüyorum “bilimsel araştırma değil, yüzlerce benzeri olan klinik çalışmalar” dır. Bu tabii ki benim fikrim ve bunun hiçbir şekilde sizin umurunuzda olması da icap etmiyor.
Bu yayınlarınızı değerlendirmek için bilim adamı olmaya gerek yok, çünkü bunlar bilimsel araştırma değil, klinik çalışmalardır. Ben bir “klinisyenim” ve bunları değerlendirmek de bizzat benim, yani klinisyenlerin işidir.
Kusura baktığım yok: Kimsenin işine –benim bile- yaramayacak yayınlar yapacağıma, zamanımı öğrenmeye, öğretmeye ve hastalarıma ayırmayı daha doğru ve faydalı buluyorum.
BEŞ: “Atıf sayısının yayının bilimsel yayın olduğunun ispatıdır” dediniz dediğimi nerden çıkardığınızı bilmiyorum ama “Bence de akademik yükseltmelerde atıf sayısının kriter olarak alınması çok yanlıştır” sözünüze yüzde yüz katılıyorum.
ALTI: O yazıyı okumadığımı nereden biliyorsunuz?
Ben sadece “bilimsel yayın yapmadığımı” söylüyorum. Bilimsel yayınları okumak, bilimi takip etmek başka bir şeydir; üstelik de bu benim hobimdir.
Gelelim neticeye
YEDİ: Değerli Hocam, gol atmak galip gelmek gibi bir niyetim yoktur. Ben bildiklerini çekinmeden yazan, söyleyen biriyim. Bu tartışmadan dolayı elbette mutluyum fakat sizi kızdırdığım için üzgünüm.
Sizi eleştirmem size hakaret etmek değildir. Verdiğiniz örnekler için “Bunlar süper bilimsel yayınlar” desem memnun mu olacaktınız?
Siz de beni eleştiriyorsunuz, eleştirmeye de devam edin lütfen, ben mutlu oluyorum. Doğruyu, güzeli, iyiyi “şakşakçılıkla değil” böyle bulabiliriz.
Benim size her zaman sonsuz sevgi ve saygım var.
Siz benim örnek aldığım Hocam ve Önder’ imsiniz.
Saygılarımı sunar, ellerinizden öperim.