BEN BİR GARİP KELOĞLANIM

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
keloğlan

Prof. Dr. Cankat Tulunay’ ın “Bilim, bilimsel araştırma, bilimsel yayın nedir, ne değildir?” başlıklı yazıma cevabı:

Sayın Küçükusta,

Sizin nazarınızda benim yayınlarımın bilimsel olmadığına üzüldüm. Sizin bilimsel yayından neyi kastettiğinizi  bilemem (Zaman gazetesindeki yazınızın çoğuna katılmam mümkün değil).  Bizim bildiğimiz  uluslararası kriterler göre bilimin gelişmesine katkıda bulunan yayınlar bilimsel yayınlardır ve bilime katkıda o yayınların başkaları tarafından ne kadar kullanıldığı (cite edilmesi) ve sizin yayınınız üzerine yapılan yayınlardaki katkınızın ne kadar olduğudur. Bilimsel yayın yalnız makale demek değildir. Bu kitap, derleme, patent vs olabilir.

Tek bir yayınınız olmasını tarihe geçecek bir başarı olarak tanımlamanız çok doğru. Demek ki İstanbul Üniversitesi akademik yükseltmeler için bizlerin bilmediği kriterler uyguluyor.

İlişikte konu ile ilgilenen arkadaşlara belki bir katkısı olabilir diye İngilizce bir rapor sunuyorum. Yazı maalesef İngilizce.

Selamlar

Dr. F. Cankat Tulunay

BEN BİR GARİP KELOĞLANIM

Bu da benim Hocama cevabım:

Çok değerli Hocam,

Size ve düşüncelerinize saygım sonsuz; birçok konuda ortak düşüncelere de sahibiz ama bu sizin her görüşünüzü kabul edeceğim manasına da gelmiyor.

Bilimsel yayından ne kastettiğimi Zaman gazetesindeki makalemden tüm ayrıntıları ile yazmıştım(1). Burada sadece bilimsel araştırma ile klinik çalışmanın birbirinden çok farklı şeyler olduğunu söyleyip geçeceğim.

Bilimin gelişmesine katkıda bulunan yayınlar geniş manada bilimsel yayın olarak adlandırılabilir fakat bu doğru bir tarif olmaz. Bu, her resim yapana ressam demek ve mesela Kenan Evren ile Picasso’ yu aynı kefeye koymak gibi bir şeydir.

Bilim adamı kime denir?

Sizinle muhtemelen “bilim adamı” tarifinde de aynı fikirde değiliz. Ben bu konuda şöyle düşünüyorum:

Bana göre bir tıp fakültesinde üç farklı grupta öğretim üyesi olmalıdır:

BİR: Esas olarak eğitime katılanlar: Bilim öğretenler veya hocalar

İKİ: Esas olarak sağlık hizmeti verenler: Bilimi uygulayanlar veya hekimler

ÜÇ: Esas olarak bilimsel araştırma yapanlar: Bilim üretenler veya bilim adamları

Bunların çalışma sahaları elbette ortaktır ve sınırları tabii ki kesin olarak ayrılamaz ama temel görevleri birbirinden “tamamen” farklıdır.

Bu üç farklı işi yapanların birbirlerine karşı bir üstünlüğü ve zayıflığı gibi bir şey de söz konusu değildir. Bunlar bir bütünün parçalarıdır; biri olmadığında öteki bir işe yaramaz.

Yani, bilimsel araştırma yapan daha üstün, sağlık hizmeti veren veya eğitimci daha değersizdir şeklinde bir yorum yanlış olur. Her üçü de birbirinden ayrı ve her üçü de çok önemli ve “mukaddes” vazifelerdir.

Ben üniversitelerdeki “öğretim üyeleri bilim adamı değildir” derken hiçbir şekilde onlara hakaret etmiş veya onları aşağılaşmış olmuyorum. Hatta aksine bir hasta için bilimi uygulayanların çok daha önemli olduğunu birçok yazımda belirttim. Benim yaptığım bir “görev ayırımıdır”; o kadar.

Bilimi öğretmek veya bilimi uygulamak bilim adamlığı değildir. Sadece bilim üretenlere bilim adamı denmelidir.

Ben “bilim adamı olmadığımı” bildiren de pek çok yazı kaleme aldım; üniversitede sadece bilim uygulamaları (hasta bakımı) ve eğitime (bilim öğretimi) katıldım. Bunun için bana bilim adamı denmesini gerçek bilim adamlarına saygısızlık olarak görürüm.

Benim düşünceme göre iyi bir eğitici ve iyi bir hekim olmak için bilimsel yayın da yapılabilir ancak bu hiçbir şekilde şart değildir. Hatta tam aksine bu üçünü birden yaptıklarını iddia edenler aslında bu üç işi de layıkıyla yapmıyorlar demektir. Asıl acı olan da bu durumun farkında dahi olmamalarıdır.

Profesörlük bilim adamı unvanı değildir; bu öğretim üyeliğinde bir kademedir. Hiçbir bilimsel yayın yapmadım ama öğretim üyesi olarak eğitime elimden gelen katkıları yaptım ve çok da iyi yaptığımı sanıyorum.

Sizin bana önceki mektubunuzda gönderdiğiniz bilimsel yayınların özetlerini okudum. Gerçekten kusuruma bakmayın ama ben bunları “asla ve kata” bilimsel araştırma ve yayın olarak kabul etmiyorum. İsteseydim sizin bana gönderdiğiniz örneklerdekine benzeyen “onlarca” çalışma yapıp yayınlayabilirdim.

Atıf sayısının hiçbir şekilde bir yayının bilimsel yayın olduğunun delili olduğunu düşünmediğimi ve bu görüşünüze de hiç katılmadığımı da vurgulamak isterim.

**

Gönderdiğiniz yazı için neden “maalesef İngilizce” dediğinizi de anlayamadım. Böyle bir yazı, dünyanın bilim dili İngilizce olduğuna göre elbette İngilizce olmak zorunda. Bilimsel araştırma yapanlar ve bunu yayın haline getirenler de pek tabii bu yazıyı anlayacak kadar İngilizce bilmek durumundadır.

Gelelim neticeye

Değerli Hocam, sizinle prensipte birçok konuda hemfikiriz ama şu da bir gerçek ki temel kavramlarda birimiz yerde birimiz gökteyiz.

“Tek bir bilimsel yayını olan, onda da 5. isim olan gafil, sen kimsin, hangi hakla konuşuyorsun, neye dayanarak fikir ileri sürüyorsun” diyebilirsiniz.

Ben hiçbir şey değilim: Ben bir garip Keloğlanım.  

Selam ve saygılarımla.

Dr. Ahmet Rasim Küçükusta

KAYNAK:

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/11/19/yazilar/zaman-gazetesi/turkiye-de-bilimsel-arastirma-da-yapilmiyor-bilimsel-yayin-da/

Yazı için 2 yorum yapılmış:

  1. Ali Nihat Annakkaya dedi ki:

    Hocam düşüncelerinize büyük oranda katılıyorum…
    Bana göre öğreten, uygulayan ve bilim adamlığı katagorileri doğrudur….
    Ancak insanlar zamanla bu katagorilerden birinden birine geçebilir…
    Üniversitelerde önce uygulayan sonra hem uygulayan hem öğreten olunur…Bu 2 sini aynı anda başaran nadir insanlarda yok değildir. 3. sünün ise gerçekten diğer 2 si ile birlikte yürümesi ülkemizde insan üstü olmayı gerektirir. Bunun yanında nadir de olsa işe uygulama ile başlayan ve daha sonra öğreten olan bazı akademisyenlerin ilerleyen süreçte bir konuda bilim adamı yolunda adımlar attığı 3. katagoriye geçtiği örnekleri bence mevcuttur. Ancak bunların sayısı sizinde belirttiğiniz gibi çok çok azdır.
    Son olarak sizin tabirinizle bende bir garip keloğlanım….
    Saygılarımla….

  2. Yaşar Velidedeoğlu dedi ki:

    Ben bir hiç’im…

    Doğduğumda bir hiç’tim.
    Okudum,öğrendim,gördüm ki,ben bir hiç’im.
    Kainattaki varlıklar içinde ben bir hiç’im.
    Dünyayı yerinden oynatabilecek insanlar içinde ben bir hiç’im.
    Aha geldim gidiyorum,anladım ki ben hala bir hiç’im.
    Ya siz ?

    Hangi eserinizle yazıldınız insanlık tarihine ?

    Ne mutlu hiç olduğunu idrak edebilenlere…

    Uzm.Dr.Yaşar VELİDEDEOĞLU

Siz de yorumunuzu paylaşın: