ERKEN TEŞHİS HAYAT KARARTIR
Dikkat: Yazının sonunda ek var!
***
Geç gelen teşhis geç gelen adalet gibidir.
İşe yaramaz.
Peki ya erken teşhis?
Uzaktan gelen davul sesi gibidir.
Kulağa hoş gelir, türlü-çeşitli sıkıntılara sebep olabilir.
***
Habertürk’ te Kürşat Oğuz’la sohbetimiz:
Beslenme ve endüstrileşmiş tıpla ilgili söyledikleriyle, yazdıklarıyla seveni kadar düşmanı da olan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, yazılarını bir kitapta topladı: Hasta Etmeyin Adamı!
Küçükusta ile kitabını ve tıbbın bilmediğimiz gerçeklerini konuştuk.
Rutinden farklı şeyler söylüyorsunuz. Sadece doğru olduğu için değil, bazen muhalefet olsun diye de yapıyorsunuz bunu…
Doğru, konu tartışılsın diye. Bazen insanlara çok absürd gelen şeyler söylüyorum. Söylediğimin mantığı var ama değişik tarzda ifade edince, insanlara saçma geliyor. Standart bir tıp dergisindeki başlık gibi koysam veya öyle konuşsam kimse dinlemiyor. Ama “ben bir bilim travestisiyim” dediğin zaman herkes işe karışıyor.
Tıp bilim değil mi? Pek çoğu kesin kuralları olduğunu savunur.
Hiç öyle değil. Her gün kitaplar çıkıyor, binlerce araştırma yapılıyor ama tıp ve sağlık konusunda bildiklerimiz son derece az.
Bu, doktor-hasta ilişkisine nasıl yansıyor?
Tıp, sağlık, insan, matematiğe dökülebilecek bir şey değil. Hastanın sadece kan değerine, üresine, şekerine, kolesterolüne bakarak bir şey söylersem yanlış olur. Vücut ruhu olan bir şey. Hastaya önce insan olarak bakmak lâzım. Ama şu da var. Eskiden doktor dediği dedikti. Süleyman Demirel gibi “İlacı verdimse ben verdim” diyebilirdi. Şimdi diyemiyor. Yeni anlayışa göre hastayla doktor tedaviyi tartışıyor. Seçim bir yerde hastaya bırakılıyor. 30 yıldır doktorum. Senin hastalığın gibi olan belki binlerce hasta gördüm. Bunu hastaya sormam abes. Neyi doğru görüyorsam yapabilmeliyim.
O güven yıkılmış demek ki…
Tamamen yıkıldı. Sebebi de tıbbın içine paranın iyice girmiş olması. Çok kâr getiren bir sektör. Tıpta eroinden, silah ticaretinden bile yüksek kâr getirisi var. Ve tıp, aynı din gibi kötüye kullanılmaya müsait. İnsanları hastalık ve sağlık bakımından kandırmak çok kolay.
Sağlık sömürüsü yapılıyor yani…
Aynen öyle.
Kim yapıyor bunu? Doktorlar, ilaç firmaları…
Hepsi. Tıp her gün müthiş ilerliyor, diyoruz ama tezata bak ki hastalıklar da müthiş artıyor. Hükümet hâlâ “Şehir hastaneleri, doktor sayısını artıralım” diyor. Oysa ilerleyen tıpta hastalıkların azalması gerekiyor değil mi? Ben şöyle diyorum: Tıp o kadar ilerledi ki, artık insanların hasta olmaması mümkün değil! Doktora gidiyorsan, sende mutlaka bir şey bulur. Film çeker, MR, anjiyo yapar mutlaka bir yerinde bir şey çıkar.
‘ERKEN TEŞHİS HAYAT KARARTIR’
Eskiden daha az doktora giderdik…
Mutlaka. Zaten eskiden hastalıklar daha azdı ve büyük çoğunluğu enfeksiyondu; veba, tüberküloz, kolera gibi. Bunların büyük kısmı da sadece insanlara temiz su vermekle önlenebilirdi. Şimdiki kadar kanser var mıydı eskiden?
Belki vardı da anlamıyorduk?
Hayır. Bugün kime sorsan, birinci derece akrabaları arasında kanser olmayan yok. Kalp hastası, tansiyon, diyabet, alerjisi olmayan yok. Neden bu kadar arttı?
Teşhis kolaylaştı…
Bugün tıbbın en önemli problemlerinden biri aşırı teşhis. Bu şu demek; bir hastalık teşhis ediyorsun ama bunu teşhis etmenin hastaya hiçbir faydası yok. Diyor ki sana, “Prostatında kanser var”. Böyle olunca onu tedavi ettirmeden durman mümkün değil.
Herhalde.
Ya kemoterapi, ya ışın kullanıyor ya da ameliyat oluyorsun. Bunların hepsi de kendi başına ciddi travma, yan etki, ölümcül riski olan işlemler.
Yani yapılmaması mı lazım?
Tıbbın yapması gereken, kanseri erken teşhis etmek değil, hangi kanserlerin tedavi edilmesi gerektiğini belirlemek. Çünkü bugün 80 yaşında ölen erkeklere otopsi yapıp baktığında içlerinde prostat kanseri olmayan yok.
Prostat kanserinden ölen yok mu?
Var da… Kanserler iki tip. Bir kısmının adı kanser. Biz hücre bazında mikroskopta veya biyopside bakıp, bu adam kanser diyoruz. Ama hastanın tedavi edilip edilmeyeceğini sadece hücresel teşhise göre söylemek son derece yanlış. Çünkü kanserlerin bir kısmını, bütün kriterlere uymasına rağmen hiç tedavi etmeye gerek yok; olduğu gibi kalıyorlar. Veya 1 mm iken teşhis etmekle 5 santime geldiğinde teşhis etmek arasında tedavi ve hasta bakımından hiç farklılık olmuyor. Bir grup kanserler ise kendiliğinden geriliyor. Bir kısım kanser de var ki, sen erken teşhis ettim diye düşündüğün, sevindiğin zaman bile o kanseri erken teşhis etmiş olmuyorsun. O kanser, 1 mm iken bile beyine, iliğe, kemiğe yayılmış oluyor. Kanserde erken teşhis hayat kurtarır diye bir slogan var ya, tam tersi: Kanserde erken teşhis hayat karartır!
Bir hastalığı bilmekle bilmemek arasında fark yok mu?
İki tür hastalık var. Biri gelip geçici, bilmeye gerek yok. Sen zatürree olmuşsun, ilacını veriyoruz, bir haftada geçip gidiyor. Ama bazı hastalıklar ömür boyu sürüyor. Şeker, kalp, böbrek yetmezliği gibi. Böyle hastalara hastalığını çok iyi öğretmek lâzım. Hastalıkların tedavisinde önemli olan ilaç veya başka malzemeler kullanmadan önce, birtakım çevre, hayat tarzı düzenlemesiyle bu hastalığın düzelip düzelmediğine bakmak. Ki birçok hastalık böyle düzelir. 50-60 sene önce bir kalp hastası var mıydı?
‘BESLENME GEZİ’Sİ YAPMAK LAZIM!’
İnsanların yüzde 70’i şehirlerde yaşıyor. Şehir yaşamının zararlarını bertaraf etmek için ne yapacağız?
Günümüz insanının hareketi sıfır denecek kadar az. Her gün 1 saat vücutlarımızın her tarafını hareket ettirmeliyiz. İkincisi beslenme. Hastalıkların belki yarısından fazlası beslenmeyle alâkalı. Beslenme deyince de iki şey var. Biri, yediğimiz içtiğimiz şeylerin sağlıklı olup olmadığı. İşlenmiş gıdaysa, içinde kimyasal varsa, süt – yoğurt – peynir – yumurta olması gerektiği gibi değilse, nasıl beslenirsen beslen işe yaramaz.
O zaman şu soruyu soruyorlar: Nereden bulacağız bunları?
Çok güzel bir soru bu. Sen devletten talep etmezsen sana kimse bunu vermez.
İnsanlar beslenme için ayaklanacak mı yani?
Evet. Mesela bir “beslenme Gezi’si” yapmak lâzım…
‘BUNLAR BESLEME UZMANLAR’
Siz göğüsçüsünüz. Beslenme veya kiloya neden taktınız?
Medyada insanların tamamen yanlış yönlendirildiğini gördüm. Bunlara beslenme uzmanı değil, “Besleme uzmanlar” diyorum. Çıkıp UHT süte methiyeler düzüyor. “İçinde mikrop yoktur, kutudadır, şahanedir. Çocuklarınıza ötekini içirmeyin” diyor. Öteki süte “Sokak kadını” der gibi, “Sokak sütü” diyor. Hepimiz sokak sütüyle büyüdük ya. Onun bunun çocuğu muyuz? Annemiz yoğurdu kendi yapardı. Bakkaldan yoğurt aldığımızı hatırlamam.
Yoğurt çalmak denirdi.
Evet. Kaymağı olurdu. Yoğurt, ekşir, sulanır. Şimdiki yoğurtlar evladiyelik. Yoğurt al, sen yemezsen çocuğun yesin, o yemezse torununa kalır. Bozulmuyor. Veya uzman çıkıyor diyor ki, çocuklarınızın okul çantasına meyve suyu koyun. Olacak şey mi? Isıl işlemlerden geçiyor, içine katkı maddeleri konuyor. Onu bırak, meyvenin suyunu sıkıp içmek bile yanlış. Evde çocuğa portakal suyu sıkıyorsun ya, sıkma sakın. Çünkü senin posa diye attığın kısımlar çok faydalı. Posalı beslenmek kanserden de koruyor, şekerin emilimini azalttığı için diyabet ve obeziteden de koruyor. Meyve suyu içenler ve meyve yiyenler araştırması yapıldığında, suyunu içenlerde obezite, diyabet, kalp hastalıkları daha fazla görülüyor. Çünkü sen bir oturuşta 4 portakal yer misin? Hayır. İnsanın, çocukların özellikle, çiğneme alışkanlıkları bozuluyor. Her şeyi hazır, su, çorba, blendırdan geçirilmiş halde yemeye başlıyorlar. Bir beslenme uzmanının ne demesi lazım? Çocuğun çantasına mevsimine göre portakal, elma, armut koy. Bunları gördükçe şu işle ilgileneyim dedim. Çıktığım her program veya yazdığım her yazıda bir öğretim üyesi olarak değil de, sağlıklı beslenmek ve yaşamak isteyen sıradan vatandaş Ahmet efendi olarak konuşuyorum.
Siz bunları söyleyince tehdit gelmiyor mu?
Geliyor tabii. Seni vuracağız, diyen yok ama dolaylı yoldan geliyor. Küsenler, darılanlar; sen kim oluyorsun da her konuda konuşuyorsun, diyenler… Ben rahim ağzı kanseri ile ilgili de konuşuyorum. Bunu teşhis ve tedavi eden biri değilim. İşin temel prensibini gündeme getiriyorum.
“NE SAĞA NE SOLA BULAŞTIM”
Yazar Ahmet Rasim’le isminizin bir ilgisi var mı?
Yok. Babam musiki ve edebiyatı çok severdi ama. Kız kardeşimin adı da Neveser; neveser makamından geliyor. Babam ud ve keman, dedem ud çalardı. Ben de darbuka çalardım. Ortaokulda uda başladım.
Nerelisiniz?
1955, Kayseri doğumluyum. 1965’te geldik İstanbul’a.
Nereye?
Laleli’ye. O zaman oturma muhitiydi. Çocukken bu Millet Caddesi’nde top oynardık. Arada bir Bakırköy-Aksaray minibüsleri geçerdi. 50 sene önce işte, düşün.
Nerede okudunuz?
İlkokuldan sonra İstanbul Erkek Lisesi’ne gittim. Önce Alman Lisesi’ne gittim aslında. Paralıydı. O zaman servis falan yok, okul da çok erken başlıyor. Gitmek çok zor geliyordu. Biz de Kayseriliyiz ya, biraz parayı sever babam. Ertesi yıl kız kardeşim de İstanbul Erkek Lisesi’ni kazandı. Babam “Hem kız kardeşine göz kulak olursun, hem de okula vereceğim parayı sana veririm” dedi. Oraya geçtim. 1973’te bitirdim, aynı sene Cerrahpaşa’ya girdim.
Doktor olmak hedefiniz miydi?
Hayır. 1973’te girdiğim üniversite sınavları iptal edildi. Sorular çalınmıştı. O dönemde ODTÜ kendi sınavını yapıyordu. Oraya da girip endüstri mühendisliğini kazanmıştım. Sınav yenilenene kadar 4 ay ODTÜ’de okudum. Türkiye’nin çok karışık olduğu dönemler. ODTÜ de olayların merkeziydi, devamlı yürüyüşler… Yurtta kalıyorduk.
Eyleme falan katıldınız mı? Sağ-sol…
Hayatım boyunca ne sağa ne sola bulaştım.
‘KİLON FAZLAYSA ŞANSIN DAHA FAZLA”
Özellikle kadınlarda zayıflık çok mu kutsallaştırıldı?
Kadınların çoğu diyetisyenlere, “2 kilo fazlam var, endeksim 0.5 puan yüksek” diye gidiyor. Kafayı taktığı için kiloyu zaten veremiyor. Kilo, vücut kitle endeksi ile sağlığın alâkası yok. Sağlıklıysan kilon 60 da olsa, 100 de olsa önemsiz. Zaten tıpta “obezite paradoksu” diye bir şey çıktı. Sağlıklı beslenen, şayet kilosu fazla ise kanser, kalp, diyabet, zatürree, astım gibi hastalıklarda tedaviye çok daha iyi cevap veriyor. Ameliyattan, yoğun bakım ünitesinden kurtulma ihtimalleri zayıflara göre çok daha fazla. Ama sağlıklı şişmanlık kavramı önemli. Şeker yiyerek şişmansan olmaz.
Beslenmede ırksal özellikler ne kadar belirleyici?
Çok belirleyici. Irklara göre karar vermek lâzım. Vücuttaki birçok sistem ırklara göre farklı özellik gösteriyor. Laktaz eksikliği diye bir şey var. Bazı insanların bağırsaklarında laktaz enzimi olmadığı için sütte bulunan laktoz şekeri parçalanamıyor. O durumda da karında gaz, şişkinlik, bulantı ortaya çıkıyor. Bu, Asya ırkında çok görülen bir özellik. İskandinavlar’da yok. Onun için Türkler belki de bu yüzden ayranı, kefiri, yoğurdu keşfetmiş. Neden? Süte mikrop koyduğunda mayalanıp ekşitiyorsun ya, o sütteki mikroplar bu laktaz enzimini yapıyor. Onun için süt içtiği zaman karnı şişen, ağrıyan adam yoğurdu, ayranı, kefiri hiçbir rahatsızlık duymadan yiyebilir.
***
EK (20.8.2023): Oslo Üniversitesi tarafından yürütülen kapsamlı bir çalışmanın son bulguları, yaygın olarak kullanılan kanser tarama testlerinin gerçek faydaları konusunda bir tartışma başlattı. JAMA Internal Medicine dergisinde yayınlanan araştırma, sağlık alanındaki popüler slogan olan “tarama hayat kurtarır” sözünü mercek altına alarak, taramaların çoğu kanser türünde yaşam süresini uzatmayabileceğini ortaya koydu. Çalışma, 18 uzun vadeli randomize klinik çalışmanın ve 2,1 milyondan fazla katılımcının kapsamlı bir incelemesini içeriyor.
“Tarama gerçekten hayat kurtarıyor mu?”
Profesör Michael Bretthauer ve ekibi, yaygın olarak kullanılan 6 kanser tarama testinin etkisini değerlendirmek için 18 uzun vadeli klinik çalışmadan elde edilen verileri derledi. Bunlar arasında meme kanseri için mamogramlar, kolonoskopi ve sigmoidoskopi gibi kolorektal kanser tespiti için farklı yöntemler, akciğer kanseri için BT taramaları ve prostat kanseri için PSA testleri yer alıyordu. Çalışma katılımcıları en az 9 yıl boyunca takip edildi.
Sonuçlar, sigmoidoskopi yoluyla kolorektal kanser taramasının ömrü yaklaşık üç ay uzatabileceği olası istisnası dışında, bu tarama testlerinin yaşam süresini uzattığını iddia etmek için yeterli kanıt olmadığını ortaya koydu.
Sağlık hizmetleri mesajları ve politikaları için çıkarımlar
Çalışmanın bulguları, kanser tarama testlerini aktif olarak teşvik eden sağlık kuruluşları, kurumlar ve politika yapıcılar için sonuçlar doğurmaktadır. Bretthauer, “Kanser tarama testlerini hayat kurtarıcı olarak tanıtan kuruluşların gelecekte bu mesaj konusunda biraz daha dikkatli olmaları gerektiğini düşünüyorum” dedi.
Kaynak: https://jamanetwork.com/journals/jamainternalmedicine/article-abstract/2808646
Makale: Testing Whether Cancer Screening Saves Lives Implications for Randomized Clinical Trials of Multicancer Screening
***
Teşekkürler Hocama…Allah razı olsun..
Müthiş..!! Teşekkürler
Hocam, ellerinize, aklınıza sağlık; iyi ki varsınız. Allah razı olsun. Hep doğru bildiklerinize devam edin lütfen…Selamlarımla.