Bazı ilaçların kimyasal olarak değişime uğramadan ve çoğu durumda üremeleri etkilenmeden bağırsak bakterileri içinde depolandıkları gösterildi. Bu, bazı insanların ilaçlardan neden daha çok faydalandıklarını ve neden farklı yan etkiler yaşadıklarını da açıklayabilir. İlaç tedavisinde mikrobiyomun da dikkate alınması gerektiği anlaşılıyor. İşimiz zor vesselâm!

Prebiyotiklerin, endişe ve kaygıyı azalttığı ve bağırsak sağlığını desteklediği gösterildi. Beslenme ve hayat tarzıyla alakalı unsurların sıhhatimize ve hastalıklara tesirlerini inceleyen çalışmalardan çok faydalı sonuçlar çıkacağına inanıyorum. Bu araştırmayı sizlere duyurduğum için strese girecek psikiyatrist arkadaşlara probiyotik ve prebiyotiklerden zengin bir diyet tavsiye ediyorum.

Karbonhidrattan zengin aşırı işlenmiş beslenmenin bağırsaklardaki mantarları da etkilediği belirlendi. Mikobiyomdaki değişiklikler, serum trigliserit düzeylerindeki artışlarla ve metabolizmada rol oynayan çeşitli hormonlarla bağlantılıydı. İşlenmiş gıdaların sağlığımızın en büyük düşmanı olduğunu unutmayın.

Obezite ve metabolik sendrom ile bağırsak geçirgenliği ve mikrobiyota değişiklikleri arasında “seviyeli” bir münasebet vardır. Bağırsakların bariyer fonksiyonu, bağırsak sızıntısı ile bağlantılı metabolik sağlığın korunmasında birincil itici güçtür. Bütün olay bağırsakların “sızdırmasıyla” başlar. Bağırsaklarımıza gözümüz gibi bakalım, en küçük bir sızıntıya bile fırsat tanımayalım.

Mikrobiyota KOVİD’de de olduğu gibi enfeksiyonlara yakalanma, ağır hastalık ve ölüm risklerinde belirleyici olabilir. KOVİD’de bozulmuş olan mikrobiyotanın beslenme veya icabında probiyotik ve prebiyotiklerle düzeltilmesi tedavide çok işe yarayabilir. Bağırsaklarımıza gözümüz gibi bakmamız şarttır!