DÜNYA YALAN DEMEK KOLAY! YA MASKELER?
Prof. Dr. Gülümser Heper‘ in yazısı:
Kapitalist tıbbın en önemli pazarlama stratejilerinden birisi, toplumda tedavi edici hekimlikten beklentileri yüksek tutmaktır. Her yeni geliştirilen ilaç veya girişim, bir öncekinin başarısı ile kıyaslanır ve adeta mucize sonuçlar sunulur. Yeni metot ya da ilaç öyle bir pazarlanır ki bırakın hastaları hekimler dahi bu yeni metodu veya ilacı uygulamak için adeta yarışa girerler. Araba, telefon, bilgisayar gibi tüketim malzemelerini pazarlamada artık bizlere bile masum görünen bu stratejilerin içine insan sağlığı sokulduğunda masumiyetten bahsetmek mevzubahis olamaz. Birileri canıyla uğraşırken bir diğerinin umut pazarlaması ne yazık ki insanlığın en önemli yıkımlarından birisi oldu ve olacak.
Zaman içerisinde tedavi edici kapitalist tıbbın, insan sağlığını pazara çıkaran bu yaklaşımını yenemeyeceğimi, birçokları gibi ben de anladım. İşte bu aşamadan sonra ısrarla koruyucu hekimliğin insan sağlığındaki önemini ön plana çıkarmaya çalıştım. Aklımca kısmen doldurulmuş alandaki boşluktan faydalanarak bir mücadele başlatmaya niyetlendim. Ancak Covid-19 pandemisi ile birlikte tıbbın koruyucu stratejilerinin en acımasız boyutta pazarlanabileceğini, hatta yeni bir dünya kurulabileceğini gördüm ve anladım. İşte bu noktada sözün ötesine geçtim. Artık kapitalizm tedavi edici hekimliğin alanının dışına taşmış; koruyucu hekimliği pazara açmış ve insanlık virüs emperyalizmi aracılığıyla esir alınmıştı.
Covid-19 pandemisi sırasında, en sıcak tartışmalardan birisi maskenin koruyuculuk oranı oldu. Halk sağlığı konusunda konuşan birçokları, halen maske giyme, sosyal mesafeye uyma ve geliştirilmekte olan aşı konularında hararetle konuşmaya devam ediyorlar. Ancak ne Covid-19 hastalığının şiddetini azaltmada sağlıklı yaşam kurallarının rolünü ne de maskenin koruyuculuğunu tartışmaktan, bilerek imtina ediyorlar. Hele hele maske takma ve çıkarmanın profesyonel bir iş olduğunu hiç gündeme dahi getirmiyorlar.
Maskelerin koruyucu etkisinin tartışması, Covid-19 pandemisinden çok önce tartışılmaya başlanmıştır. Neredeyse yüz yıl önce cerrahi maskeler, cerrahi sırasında hastaları korumak için kullanılmaya başlandı. Ancak yüz yıldır bu rutin uygulamanın gerekli olup olmadığı geniş çapta tartışılmakta. Ancak bu tartışmaların çoğu kamunun bilgisinden uzakta.
2016 yılında yayınlanan bir makale, temiz cerrahi alan operasyonlarında cerrahın maske takmasının veya takmamasının enfeksiyon gelişmesinde bir etkisi olmadığını ileri sürdü.
Bir başka çalışmada otörler, soğuk algınlığı dönemlerinde sağlık personelinin hastalıktan korunma amaçlı maske kullanmasının etkisi araştırdı. Grip salgını dönemlerinde ardışık 77 gün boyunca maske takan ve takmayan sağlık personeli arasında enfeksiyon hızı ve semptomları kıyaslandı. İşyerinde maske takan grupta daha yüksek oranda baş ağrısı semptomu görülmekte ancak soğuk algınlığı kapma hızlarında bir farklılık izlenmemekteydi.
Bir başka çalışma, sağlık personelini enfeksiyondan korumada bez maskelerin etkinliğini araştırdı. 1607 sağlık personelinde yapılan çalışmada nihai hedef, soğuk algınlığı semptomları ve laboratuvar destekli solunum sistemi enfeksiyon parametreleriydi. Sonuçta bez maske kullanan grupta medikal maske kullananlara göre daha yüksek oranda soğuk algınlığı benzeri semptomlar gelişti. Bez maskelerdeki nem birikmesi, tekrar kullanım ve kötü filtrasyon dizaynının yüksek enfeksiyon oranlarından sorumlu olduğuna karar verildi.
Mayıs 2020’de beş uzman The New England Journal of Medicine’de toplumsal alanda maske kullanımının gerekliliğini tartıştı. Makalenin 2. paragrafında daha önce hemen hiç tartışılmayan birçok gerçek vurgulandı. Kullanılan ifadeler aynen şöyle:
“Bizler, maske giymenin, enfeksiyondan korumada olsa bile çok az etkisinin olduğunu düşünüyoruz. Halk sağlığı otörleri, 1.8 metre mesafede semptomatik Covid-19 hastasıyla bazılarına göre 10 dk bazılarına göre 30 dk bazılarına göre ise birkaç dk yüz yüze temas ile enfeksiyonun bulaştığını söylüyorlar. Toplumsal alanlardaki etkileşim ile Covid-19’a yakalanma şansı neredeyse minimal düzeydedir. Çoğu durumda, yaygın maske kullanılması talebi, pandemilerdeki anksiyeteye ikincil gelişen refleks bir reaksiyondur”.
Anlaşılacağı üzere, maske Covid-19 salgınında sembolik bir rol üstlendi. Bu sembolik yaklaşımın en büyük zararlarını sağlıkçılar gördü. Üstelik maske kullananlar kendisini güvende ve iyi hissetti. Maskeyi hastalıktan koruyan bir tılsım gibi düşündüler.
Evdeki temasın önemini algılayan bazı otörler ise yazdıkları editoryal mektuplarda market, alışveriş merkezlerinden ziyade evde maske kullanımını vurgulamaya başladılar. Onlar, Covid-19 enfeksiyonu kapmada, hasta kişilerle temasın süresi ve yoğunluğunu öncelediler. Aynı evde yaşayan insanlarda hastalık kapma riskinin %40’a ulaşacak kadar yüksek olduğunu, daha az yoğunluklu temas koşullarında ve sürelerinde bu riskin ancak %5’ten az olduğunu söylediler.
Tartışılması gerekli bir başka konu ise virüs bulaşında, damlacık ve maske porları (delikleri) ilişkisi. Damlacık ve virüs çapları arasındaki uçurum boyutundaki farklılığı bilmek zorundayız. Bilindiği üzere SARS-CoV-2 orta büyüklükte bir virüs ve bakterilerden çok daha küçük. Maskelerin damlacıklarla bulaşı engellediği yönündeki genel bir kanaat mevcut. Cerrahi maskelerin ve bez maskelerin, solunum sisteminden saçılan damlacıkları bloke etmede etkili olduğunu biliyoruz. Ancak virüsler sadece damlacıklar içerisinde bir yaşam sürdürmüyorlar. Ne yazık ki damlacıklar çok daha küçük parçalara buharlaşıyorlar. Buharlaşan partikülleri bloke etmede ne yazık ki bu türden maskelerin hiçbir etkinliği yok.
Gelelim asıl konuya. Yani maskenin profesyonel kullanımına. Maske takma zorunluluğu yaptırımı bizde adeta bir trajedi boyutuna ulaştı. Çantamızdan enfekte ellerimizle arayıp çıkardığımız, ya da kolumuzda gezdirdiğiniz ya da günlerdir değiştirmeden taktığımız bir maske ile görüntü veriyoruz. Bu yollarla cezai yaptırımlardan kaçmaya çalışıyoruz. Üstelik toplum son derece gergin; maske takan, takmayana adeta düşman oluyor. Maske takanların çoğu bu ağır trajedide malzeme olduklarını dahi fark edemiyor. Zira bu şekilde kullanımın enfeksiyon bulaşını bırakın azaltmayı, artıracağından dahi şüphelenmiyor.
Gelelim maske takmanın ve çıkarmanın profesyonel yönüne. Öncelikle maske takmadan önce ellerimizi su ve sabunla yıkamak zorundayız. Ağız ve burnumuzu maske ile kapatıp; yüzümüzle maske arasında açıklık olmamasına dikkat etmek zorundayız. Maskemize dokunacaksak elimizi su-sabun ya da el dezenfektanları ile yine temizlemek gerekli. Maske nemlenir nemlenmez atmalıyız ve en çok bir kez kullanmamız lazım. Maskemizi çıkarırken bağcıklarından çıkarıp, enfekte tıbbi materyal kutularına atmak ve tekrar elimizi yıkamak zorundayız.
Ancak toplumumuzda bu kurallar için ne bir bilinç, ne ekonomik kaynak ne de sosyal hayatla bağdaşma mevcut. Maske kullanımında bu kurallara uyan tek bir kişi dahi bulmamız mümkün değil. İddiayla söylemem gerekirse bırakın halkı hekimler dahi bu profesyonellikte maske kullanamıyorlar.
Kısacası koca bir maskeli yalan üzerine kurgulanmış sözde koruyucu hekimlik stratejilerinin içerisinde ağır bir yıkım yaşıyoruz. Biz hekimler “Dünya yalan” sözünde belki felsefi bir derinlik bulup rahatça terennüm edebiliriz. Ancak maske yalanına nasıl ortak olabiliriz inanın aklım almıyor…
Kaynak: https://www.veryansintv.com/dunya-yalan-demek-kolay-ya-maskeler
MASKELİ BALO!
Bir milletin çocuklarında millî duygular olması ve böyle yetişdirilmesi (maalesef gitdikce dibe vurmuş durumda), bu çocuklar ilerde etkili pozisyonlara geldiklerinde siyasî yapıları ne olursa olsun VATAN mevzubahis olduğunda ‘VATANINI SEVMEK’ asgarî müştereğinde bir araya gelmelerini temin eder. Aksi takdirde o ülke çöker!!
VATAN NASIL SEVİLİR? Herkesin papağan gibi aynı lafları söylemesi ile değil, kafasını yorarak, elini taşın altına koyarak, zarar görmeyi göze alarak!
Değerli Gülümser Hanımda son zamanlarda gördüğüm açık fikirlilik ve ezber dışına çıkış gibi, fakiri pek mütehassis eden bu durumu vurgulamak isterim.
Ancak, ‘Kapitalist tıb’ eksik bir tanımlama, tam karşılığının ‘Rockefeller Tıbbı’ olduğunu bunu dünya münevverlerinin böyle kabul etdiğini (1), memleketimizde ise bundan (isim hariç) ilk bahsedenin bildiğim kadarı ile değerli Gazanfer Aksakoğlu olduğudur. Kendisi daha 2001’de bu durumu aşı bilim kurulu üyeliğinden ayrıldığında (atıldığını sanıyorum) yazmışdı (2). Mensubu olduğu Dokuz Eylül Üniversitesinin yanlış hatırlamıyorsam 2001’de yayınladığı bu yazıya linkden erişilebiliyordu. Daha sonra aynı yazı 2003’de Toplum Hekim dergisi tarafından da yayınlandı (3). Neyseki buna erişilebiliyor.
Maske konusuna gelince; ülkemizin bu konuda maalesef yanlış yönlendirildiği kanaatindeyim. Sokaklardaki estetik dışı, ucube maskeli görüntüler iç acıtıcı.
Maske ve mesafenin bir solunum yolu virüsünü önlemesi pek mümkün değildir, bunları söyleyen kişiler ise el temizliğine (hiyjen aynı manaya gelmez) nerede ise hiç temas etmiyorlar (televizyon seyretmediğim için yanılıyor olabilirim tabii). Gülümser hanım bilimsel dayanaklarını gayet güzel belirtmiş.
Ancak maskenin vereceği hipoksi, hiperkapni gibi zararları anlatmamış maalesef.
Anlayamadığım nokta bu ülkede bu kadar tecrübeli anestezi, yoğun bakım uzmanı bu uygulamaya hiç mi itiraz etmiyorlar (VATAN konusu!)? Halbuki dünyada çok büyük protestolar var ve bu durum anaakım medyada sansürleniyor, youtube’dan kaldırılıyor (4).
Dünyanın gelişmiş kabul edilen ülkelerinde maske dayatması yapılmamakda (örnek Almanya), okullar açılmakda, günlük hayata devam edilmekdedir.
Ülkemizde de artık bu içtimaî paranoyaya bir son verilmesi gerekmekdedir.
(1) Bkz: İvan Ilich, Medical nemesis
(2) http://webb.deu.edu.tr/halksagligi/doc/yazilar/ga-uluslararasibagisiklamapazari.pdf
(3) https://www.belgelik.dr.tr/ToplumHekim/kayit_goster.php?Id=1778
(4) https://www.coronagercegi.com/post/maske-zararli