HÜCRESEL TIP
Prof. Dr. Canan Karatay‘ ın yazısı:
MOLEKÜLER TIP HÜCRESEL DÜZEYDE ŞİFA SAĞLAYARAK
HÜCRELERİ İYİLEŞTİRİR
KİŞİLERİ SAĞLIKLI KILAR
Hücrelerin giderek yapı ve programlanmış olan doğal işlevlerinin bozulması, kronik sistemik inflamasyon başlaması ve kronik dejeneratif hastalıkların temelinin atılmasının nedenidir. Sistemik kronik inflamasyonu başlatarak, kronik
dejeneratif hastalıklara davetiye çıkaran en sorumlu hormon da İNSÜLİN HORMONUDUR!
Bu gerçeği senelerden beri açıklıyoruz, anlatmaya çalışıyoruz. İnsan vücudunu bir bütün olarak ele aldığımız zaman, şeker hastası olmayan kişilerde bile, İNSÜLİN HORMONUNUN hücrelerimizi nasıl bozduğunu, nasıl tahrip ederek kronik inflamasyonu başlattığını başka bir açıdan açıklamak istiyorum. Hücresel düzeyde gelişen bozuklukları açıklamak istiyorum.
Şeker hastası olalım olmayalım, İNSÜLİN hormonunu ZIPLATAN besinlerin başında her türlü şeker, mısır şurubu şekeri 1, bal, pekmez, meyvelerde bulunan MEYVE ŞEKERİ FRÜKTOZ, bütün rafine olmuş ve işlem görmüş karbonhidratlar, tam buğday ekmeği, çavdar ekmeği, yulaf, glutensiz diye piyasada bulunan ekmekler ve unlar, pirinç, bulgur, her türlü şekerli gazlı içecekler, ASPARTAM içeren, bütün sun’i yani yalancı yapay tatlandırıcılar ve de tabii ki trans yağ içeren, çin tuzu, yani MONO SODYUM GLUTAMAT-MSG içeren, zehirli kimyasal katkı boyaları vs. maddelerini içeren YALANCI, gerçelik ve gereli besin ögelerinden tamamen arındırılmış olan, paketlenmiş hazır yiyecek ve içecekler gelmektedir.
Paketler de ve kutularda bulunan fabrika çıkışlı gıdalar yalancı gıdalardır. Yalancı olan bu gıdaların hiç birinin besleyici, iyileştirici, yaraları tamir edici, halsizliği giderici özellikleri yoktur.
Ayrıca, tümü nörotoksiktir, vücutta kompleks bir yapı olan hormonal ve enzimatik dengeyi alt üst etmektedir. Hücrelerin çekirdeklerinde bulunan telomerleri kısaltmaktadırlar. Hücre çekirdeklerinde bulunan, telomerlerin kısalması, mitokondriyaların azalması, yok olması, ve bozuk çalışmaya başlaması sonucu vücutta sistemik olarak, yani bütün sistemlerde kronik inflamasyonu başlamasına neden olmaktadır.
Sık sık hastalanmalar, hastalık ve şikayetlerin azalarak sürekli tekrarlamasının temel nedeni, sürekli yenilenmeye ve iyileşmeye programlanmış olan hücrelerimizin bu doğal ve rutin işlevlerinin bozulmasının sonucudur.
Bir örnek vermek gerekirse, hücre zarlarına yerleşen, doğal olmayan, hücrelerin kesinlikle işlevlerini bozan, hücrelerimizi dumura uğratan, tüm hazır yiyeceklerde bulunan TRANSYAĞLARDIR:
1 ‘Corn Syrup Is More Toxic Than Refined Sugar, Researchers Conclude January 21, 2015
Dr. Robert Lustig, Professor of Pediatrics in the Division of Endocrinology at the University of
California, has been a pioneer in decoding sugar metabolism
2
TRANSYAĞLAR bozulmuş olan yağlardır, margarinlerdir, kızartma yağlarıdır, süt tozu dahil her türlü protein tozlarıdır. Yaşayan, canlı bir vücutta hiç bulunmaması gereken, sağlığımızı temelden hücrelerimizin düzeyinde bozan zehirlerdir.
TRANSYAĞLARLA aynı şekilde hücrelerin doğal çalışmasını bozan, solumalarını engelleyen bir çok etkin madde ve çevresel faktörler de bulunmaktadır. Sürekli olarak, uzun süre aşırı miktarda insan vücudu yukarıda saydığımız, hangi zararlı ve zehirli etkenlere maruz kalıyor, farkında mıyız ?
Senelerden beri dile getiriyoruz ya? Dilimizde tüy biti ya? Tekrar olsa da bir kez daha hücrelerimizi temelden bozan, hayatımızı, sağlığımızı mahveden, erken yaşlanma ve erken ölümlere neden olan, kanıtlanmış olan bir çok çeşitli etkenleri, bir kez daha açıklayalım:
Öğrenmenin en temel kuralıdır:
‘Repitition and concentration’-tekrar etme ve konsantre olma!
1. Besin türleri:
• HER TÜRLÜ ŞEKERLER/TATLILAR
• TÜM UNLU GIDALAR/NİŞASTALAR/
• HER TÜRLÜ EKMEKLER /SİMİTLER/BİSKÜVİLER
• TÜM ŞEKERLİ GAZLI İÇECEKLER/KOLALAR.
Bromürlü bitkisel yağlarla doludurlar. Bromür vegatable oil-yani BVO, şekerli bütün içeceklerde topaklanma ve tortu oluşmasını önlediği için kullanılmaktadır.
• TAZE SIKILMIŞ MEYVA SULARI : SIVI FRÜKTOZ-MEYVE ŞEKERİ- YÜKLÜDÜRLER
• HAZIR MEYVA SULARI : SIVI FRÜKTOZ-MEYVE ŞEKERİ- BVO YÜKLÜDÜRLER
• PİRİNÇ PİLAVI/PATETES/MAKARNAENERJİ ÇUBUKLARIASPATAM VE BVO yüklüdürler.
• ENERJİ İÇECEKLERİ-ASPATAM VE BVO yüklüdürler.
2. Çevresel faktörler
• Pestisitler, Herbisitler, fungisitler. Bütün tarım zehirleri.
• Böcek ilaçları
• Evlerde aşırı düzeyde kullanılmakta olan temizlik malzemeleri, temizlik ve yıkamada kullanılan deterjanlar çamaşır suları, ve sıvı sabunlar.
• Odalara, lavabolara sıkılan güzel kokular.
• Kozmetikler, kremler, 70-90 faktörlü (?) güneş kremleri.
• Hava kirliliği, özellikle sigara ve sigaramın dumanı.
• Yüzme havuzlarında bulunan klorür.
• Diç macunlarında bulunan florür.
• Yeni alınmış mobilyalarda, arabaların iç mekanlarında bulunan bromür.
• Yanmayan ürünlerde bulunan bromür.
• Son yıllarda da insanları korkutarak, panikleterek, zorlayarak kitlesel bir
şekilde kollara vurulan , öldürücü sıvılar.
• Koruyucu amaçlarla gebelik süresinde kollara vurulan en zehirli sıvılar
• Bromür ve titanyum dioxide içeren kağıt maskeler, ıslak mendiller vs.
• Bütün elektromagnetik alanlar
• Tetkik amacıyla sıklıkla uygulanan tomografiler, MR tetkikleri, mamografiler, Pet Skenler (?).
• Torbalarla kullanılan binlerce kimyasal ilaç.
• STRES
Yukarıda listelediğimiz besinler hormonal ve enzimatik ve hücresel düzeyde ne gibi sağlık sorunlarını başlatıyor?
Bir kez daha açıklamakta fayda görüyorum:
Saydığımız bu besinler kana geçer geçmez kan şekerini yükselttir ve MASTER HORMON İNSÜLİNİNİN SALGILANMASINI KAMÇILAR. MASTER HORMON İNSÜLİNİNİN asıl görevlerinden biri de biliyoruz ki kan şekerini, vücutta yağ olarak depo etmesidir.
KISACA İNSÜLİN HORMONU YAĞLARI DEPO EDEN HORMONDUR.
İnsülin Master hormondur, MASTER HORMON İNSÜLİN’in en önemli görevi, yükselmiş olan kan şekerini (normal ve şeker hastası olmayan kişilerde de) TRİGLİSERİDLER denilen en tehlikeli kan yağına dönüştürerek vücudumuzda depo etmektir.
Yüksek kan trigliseridleri en zararlı yağlardır. Şeker hastası olalım olmayalım, kanda insülinimiz azıcık dahi yükselince, tüm diğer hormonlar azalmakta ve hormonal tüm dengeler alt üst olmaktadır.
Akut ya da kronik stres sırasında, vücumuzda özelikle kronik stres sırasında, stres hormonu KORTİZOL sürekli salgılanır. Mental yani ruhsal stres, ya da fiziki stres (danalar gibi koşma örneğin) sırasında da sürekli KORTİZON hormonu salgılanır.
KORTİZON hormonu da İNSÜLİN hormonunu yükseltir! Böylece vücutta hormonal ve enzimatik düzeyde olumsuz bir kısır döngü başlamış olur.
MASTER HORMON İNSÜLİNİN TEMEL ve ANA GÖREVİ işte, bütün iç organlarda, kalpte, damarlarda, baldırlarda, memelerde, göbekte, kalçalarda, ensede, küçük dilimizde, bağırsaklarda, böbreklerimizde yağların birikmesi ve depo edilmesidir. Zayıf olsak bile karaciğer yağlanmasının nedeni de İNSÜLİN HORMONUDUR. Bu nedenle zayıflamak, ilaç alarak zayıflamaya çalışmak hiç bir zaman sağlıklı olmak değildir. Bunu da ciddi olarak vurgulamak isterim.
Vücutta biriken, obezite nedeni de olan yağlar, yani bilimsel adıyla TRİGİSERİDLER de maalesef bu sefer, 20 TÜRLÜ KRONİK İNFLAMASYON yapan hormonları üretirler. Bu şekilde biz farkında bile olmadan, ben sağlıklı bir
kişiyim, hiç bir sorunum yok desek bile, hücrelerimizde, mitokondriyalamızda, telomerlerimizde bozukluklar başlamıştır ve sinsi bir şekilde hücrelerimizde tahribat oluşmaktadır.
ÖNCE ZARAR VERME (?)
TRİGLİSERİDLER BİR ENDOKRİN ORGAN OLARAK KABÜL
EDİLMEKTEDİRLER2
.
2 Obesity as a Chronic Disease: Epidemiology, Morbidity, and Mortality (Slides With Transcript)
Samuel Klein, MD Faculty and Disclosures
KOLESTEROL ise senelerden beri uygulanmakta olan genel algılama ve aldatmanın aksine YAĞ bile değildir. Kolesterol vücudumuzda bulunan her hücrenin zarlarının kolonlarıdr, yapı taşıdır. Her hücrenin güçlü olması, virüslerin, bakterilerin, toksinlerin, hücre içine girmelerini engellenmesi amacıyla hücre zarlarında, yani hücre
sınırlarında düşmanlara karşı hücrelerimizi korumak için KOLESTEROL gereklidir.
KOLESTEROL, sağlam binalarda bulunan kolonlar gibi, hücre zarlarının, kolonudur, oda diye kabül edersek hücrelerimizin yıkılmalarını ve yok olmalarını önler ve korur.
YÜKSEK KAN ŞEKERİ TRİGLİSERİD-SELLÜLİT- KARACİĞER VE İÇ ORGAN YAĞLARI 20 TÜRLÜ KRONİK İNFLAMASYON YAPAN HORMONUN ÜRETİLMESİ.
VÜCUDUMUZA BİRİKMİŞ, ve DEPO EDİLMİŞ OLAN ORGAN VE VÜCUT YAĞLARI, YANİ TRİGİSERİDLER , HANGİ HASTALIKLARA NEDEN OLUYOR?
SIRALAYALIM:
Tepeden tırnağa bütün dokularımızda, organ ve hücelerimizde kronik inflamasyonun
başlama nedenidir.
Bütün kronik dejeneratif hastalıkların temelinde de sistemik kronik inflamasyon bulunduğunu hatırlatmak isterim. vücutta bulunan tüm , doku, organ ve hücrelerin çalışmasının duruma uğradığı bozukluklar nelermiş, bir göz atalım!
1. Beynimizden başlayacak olursak; felç, idiyopatik kafa içi tansiyon yüksekliği,
parkinson ve Alzheimer hastalığı, MS, depresyon, gibi bütün kronik
nörodejeneratif hastalıklar.
2. Gözlerde katarakt, glokom ve retina hastalıkları, sarı nokta.
3. HASHİMATO diye adlandırdığımız, tiroidit yani kronik tiroid iltihabı, tiroid
nodülleri, hipotiroidi, hipertroidi.
4. Damar sertliği, ateroskleroz ve kalp krizi gibi kalp ve damar hastalıkları.
5. Kanın yoğunlaşması, kanın pıhtılaşma proteinlerini artması
6. Trombositlerin birbirine yapışıklıklarının artması. Pıhtı oluşma riski.
7. Diyabet 1 ve 2, şeker hastalığı, akut ve kronik pankreatit.
8. Dislipidemiler, kan yağlarının dengesinin alt üst olması.
9. Yüksek Tansiyon, vertigo.
10. Jinekolojik bozukluklar: kısırlık, polikistik over, adet bozuklukları.
11. Küçük yaşlarda ergenliğin başlaması, erken adet görme, erken menapoz.
12. Erkeklerde saç dökülmesi sonucu erken yaşlarda alnın açılması, sperm azlığı
ve kısırlık.
13. Osteoartrit dediğimiz, diz eklemlerinde deformite ve ağrılar, römatoid artrit.
14. Filebit dediğimiz, venöz staz ,diğer bir deyişle, bacaklarda bulunan toplar
damarlarda kan dolaşımının yavaşlaması, varislerin oluşması.
15. Gut hastalığı, kanda ve eklemlerde ürik asid yüksekliği belirtisi, çeşitli
eklemlerde bu nedenle ağrılar.
16. Egzema gibi, çeşitli cilt hastalıkları, ciltte siğillerin oluşması, topuk dikenlerinin çıkması
17. Başta meme olmak üzere, rahim, rahim ağzı, prostat, böbrek, kolon, yemek
borusu, pankreas ve karaciğer KANSERLERİ. (kanserler artık şeker hastalığı
gibi, METABOLİK bir hastalık olarak ele alınmaktadır!)
18. Safra kesesi taşı ve kronik iltihabı.
19. Karaciğer yağlanmasına bağlı kronik karaciğer hastalığı, siroz, karaciğer
kanseri.
20. Akciğer fonksiyonlarının bozulması, hipoventilasyon.
21. Uyku apnesi.
22. Her türlü cilt hastalıkları.
Bu hastalıkların hiç biri yaratılan yanlış algıların aksine GENETK DEĞİLDİR yani DIŞ ETKENLERE BAĞLIDIR yani EPİGENETİKTİR.
ÖNEMLİ NOKTA:
Bu hastalıkların hepsini önlemek elimizdedir. Hastalanmış isek de hastalığın
ilerlemesini durdurmak da elimizedir. Hastalıkları sonlandırarak da şifa bulmak kendi elimizdedir.
Kimsenin elinde değildir. Hayat boyu kullanılması önerilen kimyasal ilaçlarla da şifa bulmak mümkün değildir.
Çok çeşitli olan bu hastalıkların temelinde ortak neden, ortak bir sebep bulunmaktadır. Başından beri vurgulamaya çalıştığımız, aşırı şeker ve rafine karbonhidratların tüketilmesinin neden olduğu hücrelerde gelişen KRONİK
İNFLAMASYONU başlatan nedendir. Bu gerçek, 2003 yılında, L Cordain ve arkadaşlarının yayınlamış olduğu çalışmada bilimsel ve kapsamlı olarak açıklanmaktadır 3
.
Cordain ve arkadaşları, özetle tüm bu hastalıklara, HİPERİNSÜLİNEMİK HASTALIKLAR adını vermişlerdir.
Cordain ve arkadaşları 1700 ‘li yıllardan beri şeker tüketimin nasıl giderek arttığını ve şeker tüketiminin artışına paralel olarak kronik dejeneratif hastalıklarının artışının paralel olduğunu bilimsel olarak göstermişlerdir.
Temel olan aslında son derece kolay ve basit olanı uygulamaktır. Bu nedenle, dismetabolik ve kardiyometabolik bozuklukların düzeltilmesi şarttır. Adam gibi beslenme ve yaşama prensipleri, dismetabolik ve kardiyometabolik, kronik inflasmayon yapan risk faktörlerini azaltarak, hastalıkların asıl kökünü kurutmaktadır.
Kronik dejeneratif hastalıkların hiç biri de ilaç eksikliğinden değildir (!)
Bilinenin ve kabül edilenin aksine, bozuk olan metabolizma, doğru prensipleri uygulayarak düzelir ve hayat boyu devam etmez. Hayat boyu onlarca ilaç kullanmanın da hiç bir faydası yoktur, olmamaktadır zaten.
Kimyasal ilaçlarla yalnız şikayetler söndürülmekte ve belirtileri baskı altına alınmakta ve yakınmalar bir nebze hafiflemektedir. Oysa, şikayetlerin azalması, hücresel düzeyde oluşmuş olan temel bozukluğun düzeldiğinin göstergesi değildir.
3 L. Cordain et al. Hyperinsulinemic diseaseas of civilization (more than just Syndrome X).
Comparative Biochemistry and Physiology Part A 136 (2003) 95-112
Kişinin kendisini geçici olarak da biraz iyleşmiş olarak hissetmesi, şikayetlerinin temel nedeni olan bozuklukların ortadan kalktığı anlamına gelmemektedir.
Bu bağlamda bataklığın kurutulması önemlidir, çeşitli kimyasal ilaçlarla sineklerin teker teker öldürülmesinin kıymeti harbiyesi yoktur.
Amaç kilo vermek de değildir, vücut hücreleri sağlığına kavuşup normal bir şekilde çalışmaya başlayınca metabolizma da giderek normale dönecek ve, KRONİK İNFLAMASYON yavaş yavaş giderek azalacaktır.
Vücudumuz kendini düzeltmeye, toparlamaya, ana rahminden itibaren iyileştirmeye proglamlanmıştır. Temel fabrika ayarlarımız bu şekildedir. Ana rahmine düştüğümüzden itibaren fabrika ayarlarımızın bozulmaması gerekmektedir.
ÖNCE ZARAR VERME, bu anlamda irdelenmelidir.
Hücresel olarak sağlıklı olan bir organizmada, verilen kilolar ya da karaciğer yağlanmasının giderilmiş olması kalıcı olacaktır. Kişiler dinçleşecek, güçlü ve sıhhatli olacaklardır.
Yaşadığımız çağda, moleküler, yani hücresel düzeyde tanı ve tedavi şart olmuştur.
ŞEYH EDEBELİ:
‘Toprak sağlıklı olmadıkça, ektiğiniz hiç bir tohum yeşermez’ der.
Vücudumuzun da bir toprak olduğunu unutmayalım. Toprağımızı sağlıklı kılalım ki sağlıklı yaşayalım.
Dünya kurulduğundan beri milyonlarca virüsler ile simbiyoz olarak yaşamaktayız, hastalanmadan tabii. Virüsler canlı olan hücrelerimizin içine girdikleri zaman hayat bulurlar ve hastalık yapar ve salgına neden olurlar.
Hücre zarlarımız güçlü ve sağlıklı olursa hiç bir virüs hastalık da yapamaz, salgın da yapamaz. Çünkü hücrelerimizim içine girip de canlanamazlar!
KISSADAN HİSSE:
Bir vücudun, dokuları, organları ve hücreleri sağlam değilse eğer, hücreler iyi bir şekilde soluyamıyor, hücre çekirdeklerinde bulunan mitokondriyalar etkili ve yeterli bir şekilde oksijen alamıyor ve enerji üretemiyorlarsa eğer; KOLA VURULAN HİÇ BİR SIVININ hasta olmayı ve salgınları önlemesi mümkün değildir!
KOLA VURULAN SIVILARIN HİÇ BİR FAYDASI OLMADIĞI GİBİ, doku, organ ve hücrelerin normal fizyolojik işlevlerini bozmaktadır. ÖLÜM DAHİL, SON DERECE CİDDİ SAĞLIK SORUNLARINA NEDEN OLDUKLARI DA ARTIK BİLİNMEKTE VE KABÜL EDİLMEKTEDİR.
Örnek verecek olursak, gebelik süresinde, şeker yüklemesi yapılması, ve gebelik süresinde TETANOZ aşısı yapılması, toksik olduklarından dolayı, anneye ve ana rahminde gelişmekte olan fetusda doku, organ ve hücrelerine son derece zarar vermektedir. Fetusun doku, organ ve hücrelerinde normal gelişme engellenmektedir.
Bebeklerimiz, çocuk ve gençlerimiz bu nedenlerden dolayı çeşitli hastalıklardan kurtulamamaktadır.
Yeni doğanın topuk kanını almak bu nedenlerle gereksiz bir uygulamadır. Yeni doğanın topuk kanını alarak, bebekleri hastalıklardan koruduklarını ileri sürenler büyük yanılgı içindedirler. ROKOFELLER tıbbının gereksiz dayatmasından başka bir şey değildir.
Ellerinize sağlık kıymetli hocam. Bizi yazılarınızdan mahrum bırakmayın…
Acaba doğduğu dakikada parenteral yolla k vitamini ve hepatit b aşısına maruz kalan yenidoğanın, DNA metilasyonu bozularak yani epigenetik etki ile gene silencer veya enhancerlar vasıtası ile mesela SMA geninde değişiklik ortaya çıkıyor olabilir mi?
Görülme sıklığı 10-100binde bir olan bu hastalığın son iki senede ülkemizde yılda 150 civarında (1/1000) görülmesi buna bağlı olabilir mi?
Bundan o pahalı ilaçları satanlar fahiş kâr ediyor olabilir mi?
Hiç kliniği olmayan (hipotoni, fasikülasyon, nörofilament artışı) bebeklere ayda bir intratekal tedavi asepmtomatik hasta tedavisi diye yutturuluyor olabilir mi?
Bebek ve çocuklarda karaciğer gelişimi 5 yaşlarında tamamlanıyor. Diğer organların gelişmesi de devam ediyor.
Hala organları tam gelişmemiş olan bebek ve çocuklara yapılan aşılar faydalı olabilir mi?
Kimi kimden koruyoruz acaba?
63 yıllık hekimim son 20-30 yıl öncesine kadar SMA diye bir olgu bilmezdik:
İkisi de yenidoğancı olan Değerli Prof. Dr. Türkan Dağoğlu’nun talebesi Prof. Dr. Fahri Ovalı’nın kaleminden (2018):
Ülkemizde yılda yaklaşık 1.300.000 doğum olduğu düşünülürse, ihtiyaç duyulan 3.düzey yoğun bakım yatağı sayısı 1300 civarındadır. Ancak Sağlık Bakanlığı kayıtlarına göre, halen tescilli bulunan toplam yenidoğan yatağı sayısı 10.000, 3.düzey yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı ise 6.200 civarındadır ve bunların da 4.000 tanesi özel hastanelerde bulunmaktadır.
(https://www.medipol.edu.tr/sites/default/files/document/SD_48_24-25.sayfalar_Fahri_Ovali.pdf)
İhtiyaç 1300, mevcud 4000!…
Şimdi şapkayı önümüze koyup düşünelim, NELER OLUYOR?
Türk Neonatoloji Derneği’nin yılda bir yayınlanan bülteninin 35. (son) sayısında sahife 53-54-55’deki tablolarda aralarında hiç bir özel merkez bulunmayan 56 adet yenidoğan merkezinin verilerine göre 2023 yılında 40000 hasta yatmış ve bunların 2000’i vefat etmiştir.
Ovalı’nın verdiği rakamlara göre özel merkezlerin yatak sayılar 56 merkezin toplam yatak sayısına oranladığımızda ülkemizde yılda yaklaşık on yenidoğan bebeğin biri hastaneye yatmakta, 1000 bebeğin 30’u kaybedilmektedir…
Yenidoğan bebek hayatın sadece ilk 28 günü demekdir.