Klinik değerlendirmede yüksek riskli oldukları için kemoterapi uygulanan meme kanserli hastaların yarıya yakınının bu tedaviye ihtiyaçları olmadığı bildirildi. Genomik test sayesinde kemoterapi kararının, tedavinin fayda ve riskleri tam ve doğru olarak anlatıldıktan sonra hastanın onayı ile alınmasının doğru olacağı kanaatindeyim.

Omega 3’ den zengin gıdaların kalın bağırsak kanserini hem önlediği hem de kanser teşhisinden sonra hayatı uzattığı ama omega 3 alımı ile tüm sebeplere bağlı ölümler arasında herhangi bir ilişki olmadığı bildirildi. Omega 3 sağlıklı ve uzun yaşamak için elzem olan faktörlerden sadece biridir, kanseri önlemez, kanser riskini azaltır.

Bir laboratuvar araştırmasında hünnap isimli yemişin rahim ağzı ve meme kanseri hücrelerinin canlılığını miktara ve zamana bağlı olarak baskıladığı gösterildi. Elbette mevsimi geldiğinde hünnap yiyin çünkü hem lezzetli hem de vitamin ve minerallerden zengin bir yemiştir ama bu araştırmaya güvenip de hünnap yemenin kanseri önleyebileceği fikrine kapılmayın.

Diyabet teşhis edilen hastalarda kanser görülme riskinin diyabeti olmayanlara göre daha yüksek olduğu bildirildi. Bunda şaşıracak bir şey yok çünkü her iki hastalığın da kökeninde “kronik enflamasyon” yatıyor. Bunun sebebi ise beslenme hataları sonucu bağırsaklarda yaşayan bakterilerin tür ve miktarlarının bozulmasıdır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) daha önce kanserojen ilan ettiği kahveyi temize çıkardı ve kahve kanser yapmaz hatta karaciğer ve rahim kanserlerinin önlenmesinde rolü vardır dedi. DSÖ’ ü tabii ki dinleyin, ne diyor okuyun ama her dediğini hemen kabul etmeyin. Açıklamalarını iyice tartın biçin, düşünün… “DSÖ’ dür ne dese yeridir” sözümü unutmayın.