KAYSERİ’DE BAZI ‘İLK’LER

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
Mehmet Şahin

Prof. Dr. Mehmet Şahin’ in yazısı:

Birinci Dünya Harbi sonrasının ‘Mütareke Dönemi’nde tüm Anadolu halkı son derece fakir, yorgun, ümitsiz ve çaresiz bir duruma üşmüştür. Genç nesil harplerde yok olmuştur. Büyük ölçüde azalmış olan Anadolu nüfusu, kadın, yaşlı, çocuk, hasta ve harp malullerinden ibarettir. Binlerce harp kaçağı dağlarda yaşamakta ve eşkıyalık yapmaktadır. Tarlalar ekilip biçilememekte, sermaye, esnaf ve tüccar yokluğundan üretim ve ticaret yapılamamaktadır.

Her gün Anadolu’nun bir köşesinin işgal edildiğine dair haberler gelmektedir. Çukurova’yı işgal eden Fransızlar, Anadolu’nun içlerine doğru yayılmak için Ermeni çetelerini kullanmakta ve bunların terörü Develi köylerine kadar dayanmış bulunmaktadır. Sıtma, verem, zatürre, trahom gibi hastalıklar her tarafta kol gezmekte, doktor ve ilâç yokluğundan insanlar kırılıp gitmektedir.

Anadolu’nun çok büyük bir kısmında olduğu gibi Kayseri’de de henüz elektrik yoktur. Elektrik olmayınca, motor da yoktur ve motorla çalışan hiçbir şey yoktur. Doğal olarak fabrika da yoktur. Yok denecek düzeydeki üretim ise insanların ve hayvanların kas gücüyle yapılmakta, un değirmenleri de suyla çalışmaktadır.

İlk Un Fabrikası

İşte, bu şartlar altında Hunat Medresesi Müderrisi ve Kapalı Çarşı’da, zücaciyecilik yapan 1884 doğumlu Muhaddiszade Âlim Bey (Âlim Muhaddisoğlu) Kayseri’ye bir un fabrikası kuruyor. Bu fabrikanın kuruluş hikâyesini Âlim Beyin kızı 1914 doğumlu ve şimdi 97 yaşında olan İlmiye Bergman Hanımdan dinliyorum:

“Ben henüz okula başlamamıştım ve sanırım 1919 yılıydı. Molu âilesinin Boğazköprü ile şimdiki Molu Çiftliği’nin arasında bir yerde, Karasu’nun üstünde büyük bir su değirmeni vardı. Annemin dedesi Molulu Ârif Ağanın çocukları ve torunları bu değirmenin hissedarlarıydı. Dolayısıyla onun torunları olan annem Sîmüten Hanım ve Ârif dayım da hissedardı. O tarihte Ârif dayım babamla birlikte zücaciyecilik yapıyordu. Değirmenin suyu çok güçlü akar ve kocaman değirmen taşlarını çevirirdi. Babam bu değirmeni bir un fabrikası haline getirmek istemiş ve hissedarlarla bir noter mukavelesi yaparak, kurulacak fabrikanın üçte bir hissesi karşılığında, değirmeni onlardan almış.”

“Daha sonra babam İstanbul’dan Süreyya Bey isminde bir mühendis getirtti. Eski su değirmeninin yanına büyük bir bina inşa ettiler ve fabrikanın makinelerini oraya yerleştirdiler. Güçlü değirmen suyundan sağlanan muharrik güçle yandaki binanın içinde bulunan makineleri çalıştırdılar.”

“Süreyya Beyler bize komşu oturuyordu. Onun eşi ve çocuklarıyla birlikte fabrikaya giderdik. Karasu’da muazzam bir su akıyordu. Biz çocuklar suda yüzen ördeklerle oynar ve ördek yumurtası toplardık.”

“Babamlar burada un üretip halka ve askeriyeye vermeye (satmaya) başladılar. Böylece Kayserililer ilk defa fabrika unu ile tanışmış oldu. Ben bu fabrikadan çuvallarla gelen unların Kayseri’deki depoya dağlar gibi yığıldığını hatırlıyorum. Millî Mücadele döneminde buradan cepheye de un gönderilmiş olması muhtemeldir.”

“Bu tesîsin kârlı olduğunu gören Molu Değirmeni’nin bazı hissedarları Cumhuriyet kurulduktan sonra maalesef ortaklık mukavelesini bozmak ve tesîse yarı yarıya ortak olmak istemişler. Babam da ortaklık mukavelesini önlerine koymuş. Fakat galiba bir-iki hissedar razı olmamış ve bazı çirkin davranışlarda bulunmuş. Bunun üzerine babam 1924 veya 1925 yılında bu tesîsi kapattı ve ortaklığı tasfiye etti.”

İlk Elektrikle Aydınlatma ve İlk Sinema

İlmiye Hanım, Kayseri’deki başka ilkleri de anlatmaya devam ediyor:

“Babamla birlikte çalışan dayım Molulu Ârif Bey 1922 yılının İlkbaharında evlendi. Bu münasebetle, Mühendis Süreyya Bey ‘Un Fabrikası’ndan bir jeneratör getirdi, İçerişar’daki Molu Konağı’nın avlusuna kurdu. Evin sofasını ve harem tarafındaki gelin odasını ampullerle donatıp elektrikle aydınlattı. Bütün Kayserililer elektriğin nasıl aydınlattığını görmeye geldi ve böylece, sanırım ilk defa ampulü ve elektrikle aydınlatmayı tanımış oldu.”

“Kayseri’de ilk sinema filmini de Mühendis Süreyya Bey oynattı. Muhtemelen yine 1922 yılında idi, çünkü ben daha ilkokula başlamamıştım. Kiçikapı’da, Millet Caddesi ile Kazancılar’a giden caddenin köşesinde, eski İş Bankası’nın bulunduğu yerde metruk bir Ermeni kilisesi vardı. Kilisenin arkasındaki papaz evi de sonradan Hacı Mansur İlkokulu olmuştur.”

“Bu kilisenin avlusu sandalye, kanepe vs ile tanzim edilmiş ve duvarına da beyaz bir perde çekilmişti. Mühendis Süreyya Bey orada, Şarlo ve Caki Koğan’ın oynadığı, yaramaz bir çocuğu anlatan sessiz bir sinema filmi gösterdi. Bu filmi Süreyya Beyin âilesinden ve bizim âilemizden 15–20 kadar seyirci izledi. Hepimiz sinemayı ilk defa orada gördük, çok şaşırdık, kahkahalarla ve büyülenmiş gibi seyrettik.”

İlmiye Hanımın verdiği bu bilgilerden sonra internetten bir araştırma yapıyorum ve Mühendis Süreyya Beyin gösterdiği filmin Charles Chaplin’in (Şarlo’nun), ilk çocuk artistlerden Jackie Coogan ile oynadığı, 1921 yapımı, ‘Yumurcak’ (The Kid) adlı bir sessiz komedi filmi olduğunu anlıyorum.

Yorum

İlmiye Hanımın bu anlattıkları Kayseri tarihi açısından son derece önemlidir. Yukarda belirttiğim gibi, çok büyük bir yokluk, kıtlık, çaresizlik, maddî ve manevî çöküntü döneminde Muhaddiszâde Âlim Bey tarafından Kayseri’ye bir un fabrikasının kurulması ve hele bunun Hunat Medresesi müderrisi olan bir zat tarafından yapılması olağanüstü büyük bir olaydır.

O tarihte Kayseri’de elektrik yok ve doğal olarak motor gücüyle üretim yapan herhangi bir işyeri veya tesis de yok. Bu tesis, Kayseri’ye modern teknoloji ürünü ilk makinenin, ilk jeneratörün, ilk elektriğin, ilk motorun geldiği ve makinelerle ilk üretimin yapıldığı yerdir. Dolayısıyla, bu tesîsin Kayseri’ye kurulan ilk fabrika olduğu anlaşılmaktadır. Âlim Beyin, 1946 yılındaki maalesef çok erken vefatına kadar geçen sürede Türkiye’nin en önemli işadamlarından biri haline gelmesi de ayrıca incelenmesi gereken çok önemli bir konudur.

Mühendis Süreyya Bey’in jeneratörle yaptığı ilk aydınlatma ve ilk sinema gösterisi de İlmiye Hanımın çok güçlü ve pırıl pırıl hafızasının bize sunduğu fevkalâde önemli ve ilgi çekici birer tarihî olaydır.

Keşke milletimizin yazma ve tarihe not düşme alışkanlığı daha güçlü olsa ve bu olaylar zamanında yazılmış hatıratlardan bize intikal etseydi. O takdirde, “Acaba İlmiye Hanımın hafızası bazı konularda ve tarihlerde yanılıyor olabilir mi? Batı Dünyası ile çok yakın ilişkileri nedeniyle, her teknolojik yeniliği Kayseri’ye ilk önce Rumlar ve Ermeniler getirdiğine göre, elektriği ve sinemayı da, daha önceki bir tarihte onlar getirmiş miydi? Acaba Süreyya Bey ‘The Kid’ filmini Kayseri’de başkalarına da göstermiş miydi?” gibi sorular ortadan kalkardı.

Umarım bu sorulara bir cevabı olanlar, vakit geçirmeden ve bu dünyadan göçüp gitmeden önce yazmak suretiyle tarih kültürümüze katkıda bulunurlar veya tarihçilerimiz bu tür konuları da araştırmaya başlarlar.

Siz de yorumunuzu paylaşın: