YÖK BAŞKANI NE DİYOR?
Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen’ in yazısı:
Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyoruz. Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş.
Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 – 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi.
Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85.
Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor.
Ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor.
Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor.
Göl olacak bölgeye havaalanı yapanlar, bizim üniversitelerimizde yetişiyor. Daha dün inşa edilen apartmanlar bugün çürük diye yıkılıyor. Bu binaları ve Uşakta çöken rektörlük binasını yapanlar nerede yetişti? Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor.
İthal ürünlerle caka satmak kimi zengin ediyor? Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor. Üniversiteler, sarımsağın Çin’den ithalini bile sorgulamaktan aciz dünya vatandaşı yetiştiriyor.
Eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engel, insanları çözüm üretemeyen robotlara dönüştüren işte bu çoktan seçmeli, ezberci dayatma. Bu ortamda başkalarının nasihat ve projeleriyle çağ atlamaya çalışıyoruz. Doçentlik, profesörlük gibi akademik ünvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı. Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.
Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilim anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor.
Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.
Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Dünya alem telekulakla bizi dinlerken, bilim ve teknoloji üretmeniz mümkün mü? Adamlar sizden öğrendiğini size satar. Devletin en gizli kararları bile paralel hatla yabancıya gidiyor. Az sayıdaki nitelikli bilim insanımızı ve keşiflerini bile koruyamıyoruz.
Sadece donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarından oluşan rakam, yılda dört trilyon dolara yaklaşıyor. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, halkımız sadece telekominikasyonda şimdiye kadar 250 milyar dolar harcadı. Nasıl mı? Geyik muhabbetle!
Her yıl yeni modelini aldığımız telefon, ayfon, aypedlerle… Bu harcamalar, ne yazık ki akıl ve bilim olarak geri dönmüyor. Üretmeden, keşfetmeden, hazıra konduğunuz, tükettiğiniz her şey sizi de ülkeyi de bağımlı yapıyor. Adamlar Patriotları sökeriz deyince sudan çıkmış balığa döndük. Hani Çin’den alacaktık? Daha eski teknoloji penisilini bile yapamıyoruz. Adamlar vermese hastalıktan sürünüp öleceğiz.
Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden hadım edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Bilimsel masturbasyon. Yapılan anlamsız araştırmalar ve ithal edilen akıllı telefonlar kendini tatminden başka bir işe yaramıyor.
Aksini iddia edenlere hatırlatalım : Bilim iki ayak üzerinde yükselir. Birinci ayak; bilime harcanan paradan çok, bilimden kazanılan paradır. Bilimin ikinci ayağı ise üretilen bilgi ve teknolojinin günlük hayata yani yaşam tarzına yansımasıdır. Bu iki ayaktan yoksun ülkeler ilerleyemez, ayakta bile duramaz. Çünkü bilim bu iki ayak üstünde yükselir ve yararlar sağlar.
Bilim dünyamız, ne yazık ki bu iki ayaktan yoksun. Patent ve teknolojiye dönüşen bilimsel araştırmamız var mı? Kilitlenen sorunları çözecek bilgi ve teknolojiyi kim üretiyor? Milli gelirin ne kadarını bilim ve teknolojiden kazanıyoruz? Kendi aşı ve ilacımızı üretebiliyor muyuz?
Bilim kadrolarımız, pazar olduğundan habersiz, bir işe yaramayan, üretime dönüşmeyen uzmanlık tezleriyle, palavra araştırmalarla oyalanıyor, uyutuluyor. Kaynaklar, emekler, zamanlar ve hevesler heba ediliyor ve bu modern sömürge yapma oyununu hala fark edemiyoruz.
Altyapısı bile olmayan üniversitelerde bilim, akıl, zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Çağımızda İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık teknoloji pazarlarının hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, bir Afrika ülkesi gibi yıllarca fındık fıstık üzüm incir ihracıyla oyalanan ve uyutulan ülkeler.
Bilimsel araştırma sonuçlarına göre, insanımızın %86’sı önlenebilir nedenlerden dolayı hasta oluyor ve ölüyor. Önlenebilir demek önlemiyorsunuz demektir. Bilim dünyamız bu felaketi görmüyor, bilmiyor, duymuyor, okumuyor, anlamıyor, düşünmüyor, umurunda değil.
Neden? Herkesin elinde başkasının keşfettiği akıllı telefon ama neden bu kadar hastayız, neden ölüyoruz, nasıl önleriz kimse çözmeyi akıl edemiyor. Kıt kaynaklarımız dışardan ithal edilen ilaç ve teknolojiye harcanırken bilim dünyamız bu bağımlılıktan nasıl kurtuluruz diye kafa yormuyor.
Bilim dünyamız ve aydınımız hacıağa gibi, başkasının keşfedip ürettiği teknolojiyle caka satıyor, fiyaka yapıyor ama başkasını zengin edeceğimize bunları biz de üretelim demiyor, teşebbüste bile bulunmuyor.
Halkın imkanlarıyla kurulan ve yaşatılan üniversiteler, bu haremağası modelinden kurtulmadan bağımsız olamayız. Neden mi? Kaynaklar sonsuz değil sınırlıdır. Bu sınırlı kaynakların bilimsel anlayışla ve akıllı kullanımı gerekiyor. Aksi halde aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik ürüne harcanan para, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir.
Patent ve teknoloji üreten ülkeler bu hediye ile gelişir süpergüç olurken bilimsel masallarla uyutulan gelişmekte olan ülkeler sömürge olur. Bir türlü gelişemez, kimse de merak edip sorgulamaz. Modern sömürgecilik adı verilen bu sistemin amacı, cep telefonundan uçağa, ilaçtan aşıya ülkeleri acıtmadan sömürmektir. Oyunun kuralı bilim ve teknolojide mandacılıktır. Teknolojik kısırlığın nedeni bu aşağılık duygusudur. İşin özü bu.
Peki çözüm ne? Tekrar özetleyelim : YÖK sistemi, ‘Milli Araştırmalar Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim Teknoloji Merkezi’ kurulmasını ve sanayi ile bütünleşmesini organize edecek yapıya dönüşmelidir. Beyin olmadan organların sağlıklı çalışması ve yönetimi mümkün değildir. Bilim Teknoloji Sanayi Bakanlığı beyin olarak, TÜBİTAK ile birlikte mükemmel bir uyum içinde çalışıyor ancak YÖK buna uyum sağlamalıdır.
‘Ulusal Araştırma Merkezi’ gibi bilim kurumlarında kıt kaynakları toplayarak, aşıdan enerjiye kadar ülkenin önemli sorunlarını çözecek araştırmalara yönelmek gerekiyor. Palavra araştırmalar ve yayınlar karın doyurmuyor.
Üniversite – Sanayi işbirliğinin kurulduğu ‘Bilim ve Teknoloji Merkezleri’nde, ithal etmek zorunda olduğumuz teknolojik ürünleri ve hayati ihtiyaçlarımızı üretmek zorundayız.
Tüm eğitim ve öğrenim kurumları ve sanayi, bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır.
Bilim ve teknolojide bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır.