Kan, birçok kültürde yüzyıllar boyunca hiçbir bilimsel anlamı olmayan sihirli, esrarengiz ve yaşam için vazgeçilmez bir “hayat suyu” olarak kaldı. Daha da ötesi soyluluk, kültür, din gibi kavramlarla ilişkilendirildi. “Kan bağı”, “damarlardaki asil kan” benzeri nitelemeler ile insanlar, insan toplulukları ve ırklar yüceltildi. “Kanı bozuk” lafı uzun yıllar başkalarını küçümsemek, aşağılamak için kullanıldı.
17. yüzyıla gelene kadar kanın insanlara hatırlattığı sadece erdem, kardeşlik, yurtseverlik, cesaret gibi sözcüklerdi.
Kanın başka hiç bir dokuda olmayan bu “sosyal” anlamı klasik batı tıbbına uzun yıllar egemen olan Yunanlı ve Romalı inanışıyla ilişkili olabilir.
Bu inanışa göre insan; kan (sanguineus), balgam (flegmaticus), siyah safra (melancolicus) ve sarı safra (colericus)’dan oluşan dört elementin karışımı ile oluşmaktaydı. Bu inanışta kan cesaret ve asaletin simgesi sayıldı.
Kanın bilimsel bir anlam kazanmaya başlaması için insanlık tarihinin 17. yüzyıla ulaşması gerekliydi.
İlk olarak Robert Hook, 1665 yılında mikroskop ile ilgili ilk çalışmalarının sonuçlarını bildirdi. Hook’un çalışmalarından yaklaşık 10 yıl sonra Antonie Leeuwenhoek kandaki kırmızı küre hücrelerini geliştirdiği mikroskop yardımı ile fark etti ve bulgularını rapor etti.
Leeuwenhoek, yazısında kanın “globule” (alyuvar) adını verdiği küçük parçacıklardan meydana geldiğini, bu parçacıkların kırmızı renkte olduğunu ve serum adı verilen bir sıvı içinde yüzdüğünü yazdı.
Asıl olarak kanı “sosyal” olmaktan çıkartan ve sadece “biyolojik” bir yapı olduğunu gösteren kan naklinde yaşanan gelişmeler olmalı.
Christopher Wren, 1666 yılında, Oxford’da hayvanlara uygulanan damar içi kan enjeksiyonunun sistemik etkiler yaratabileceğini ortaya koydu. Fransız bir bilim adamı olan Jean Baptist Denis, aynı yıllarda uysal hayvanlardan yapılan kan naklinin bazı psikiyatrik ve mental bozuklukların tedavisinde kullanılabileceğini iddia etti. Paris Üniversitesi, Denis’in çalışmalarını hastaların ölümüne neden olması yüzünden yasakladı. İlk kez bilimsel anlamda kan nakli İngiltere’de 17. yüzyılın ikinci yarısında uygulanmıştır.
Kan bankacılığının en önemli isimlerinden biri kuşkusuz kan grupları konusunda yaptığı çalışmalardan ötürü 1930 yılında Nobel Tıp Ödülünü alan Karl Landsteiner’dır. Dr. Landsteiner konu ile ilgili ilk makalesini 1901 yılında Almanca olarak bir Avusturya dergisine yazmış ancak dergi çok okunmadığından dikkat çekmemiştir. Ona Nobel Tıp Ödülünü kazandıran ABD’ye göçtükten sonra Rockefeller Enstitüsü’nde yaptığı çalışmalardır.
Kan gruplarının tanımlanmasından sonra bu defa kan gruplarına farklı anlamlar yüklenmeye başlandı. Bu anlamlandırmalar daha çok ırkçı, baskıcı dönemlerde iktidar sahipleri ve yöneten çevrelerden geldi.
Örneğin, Almanya’da Naziler döneminde B grubu Slav ve Yahudi ırkları için bir işaret sayıldı. B kan grubuna sahip olanlar küçümsendi. A grubu ise asil Alman kanıydı. Hatta Naziler daha da ileri gittiler ve A kan grubu ile zekayı ilişkilendirdiler.
Bu dönemde Alman ordusu sadece “sertifikalı Aryan” vericilerden kan bağışı kabul etti. Hatta bu durum öylesine abartıldı ki, 1939 yılında Nazi partisi Irk Departmanında görevli Prof. Dr. Loessler, Musevilerden kan naklinin Aryanizm’i yok etmeyeceğini belirten bir açıklama yapmak zorunda kaldı. Nitekim savaş hazırlıkları sırasında bu tür fantezilere gerek yoktu.
Nazilerin kanın temizlenmesi (pürifikasyonu) konusunda çalışmalar yaptıkları ve saf Aryan kanı denilen bir kan oluşturmak için uğraştığı bilinir.
Bu tür uygulamalar sadece Nazi Almanya’sı ile sınırlı kalmadı.
O dönemlerde, Kızıl Haç bile kanları ırklara göre ayırmakta, ayrı renkten kişiler arasında kan nakli uygulamamaktaydı.
Bu acayip uygulama ABD’nin bazı eyaletlerinde 1960’lı yıllara gelindiğinde bile hala devam etmekteydi. Hatta 1950’li yılların sonunda Louisiana eyaletinde onay almadan beyaz bir hastaya siyah ırktan kan nakli uygulamasının suç olduğu ile ilgili bir yasa bile kabul edildi.
Günümüz uygar dünyasında kan sadece bir biyolojik doku olarak kabul edilir. Ona fazladan anlamlar yüklemek ancak önyargılı cahillerin işi sayılmalıdır.