14 MART TIP BAYRAMI VE CEPHELERİN KAHRAMAN DOKTORLARI

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Dr. Nazan Sezgin‘ in yazısı:

Ülkemizde batı tarzı tıp eğitimi 14 Mart 1827 de Tıbhane-yi Amirenin kuruluşu ile başlamıştı. Her yıl 14 Mart’ta yıldönümü kutlanır. İlk kutlama işgal altındaki İstanbul’da Haydarpaşa Tıbbiyesinin işgalcilere yiğitçe bir cevabıdır. İkinci kutlama 1921’de tekrarlanmıştır. 1935’ten sonra kutlamalar gelenekselleşmiştir.14 Mart Tıp Bayramının derinliğinde yurtseverliğin hikâyesi vardır.

Birinci Dünya savaşı başlayınca seferberlik ilan edilir. Bu savaş halkın hafızasına “seferberlik” olarak yerleşmiştir. Cephelerde sıhhiye hizmeti gerekince askeri hekimlerin yanısıra sivil sağlıkçılarda silah altına alınır. Bunların arasında eczacı, diş hekimi, baytar ve tıbbiye öğrencileri de vardır. Bir de küçük sıhhiye zabit mektebi kurulur.

Tıbbiyenin 1. ve 2. sınıf öğrencileri çavuş rütbesiyle çeşitli cephelere gönderilir. 1915 yılında Tıbbiyede öğretime ara verilir, çünkü hocalar dâhil tüm mevcutlar cephelere dağılmıştır. 1916 da hekim ihtiyacı arttığı için Tıbbiye yeniden açılır. 1917 de hoca ve asistanların bir kısmı hâlâ cephelerde olduğu için öğretim kadrosu eksiktir.

Cephelerde sağlık personeli bir taraftan yaralıların tedavisi için uğraşırken salgın hastalıklarla da boğuşmaktadır. Başta orduları bitiren tifüs olmak üzere salgınlar hızla yayılmıştır. Gülhane, Kuruçeşme ve Fenerbahçe laboratuvarlarında üretilen aşılar ihtiyacı zor karşılamaktadır.

Özellikle doğu cephesinde Sarıkamış felaketinden köylere sığınarak kurtulan tifüslü askerler salgının yayılmasına sebep olur. Bu salgında Erzurum lisesinin hasta bakıcılık yapan öğrencileri, tıp öğrencileri ve bir çok hekim tifüsten ölür. Sarıkamışlı cerrah Profesör Bingür Sönmez’in Rus Askeri Arşivlerinden getirttiği filmleri izleyenler karlar altından çıkarılan şehitlerin bazılarının üstlerinin çıplak olduğunu görmüştür, askerler tifüs’ün yüksek ateşinden soyunmuştur.

Tifüsten sağ kalan hekimlerden biri Dr. Süleyman Numan Paşa tarafından doğu cephesinde görevlendirilen Dr. Tevfik Salim bey(Sağlam) dir. Kırk yıl kıran olmuş eceli gelen ölmüş (!) demişler. Bu ağır şartlarda asker hekimlerimiz basit bir teknikle serum aşısı imal eder.

Bu aşıyı Balkan savaşında Dr. Reşat Rıza (Kor) beyin icat ettiği bilinir. Yüksek ateşli tifüslü hastalardan alınan kan defibrine edildikten sonra benmaride 60 C derece ısıtılarak inaktive edilir ve koruyucu olarak sağlam kişilere tatbik edilir. Bu aşı önce gönüllü beş askeri hekime uygulanır. İmmünoloji (bağışıklık bilgisi) henüz emekleme çağındadır, asker hekimlerin bu icadı literatüre geçmemiştir.

Irak cephesinde bu aşıya güvenmeyen Von Der Goltz paşa ve özel doktoru Oberdorfer tifüsten ölür ama güvenen Türkler hayatta kalır. Bu askerlerin arasında Kazım Karabekir de vardır. Tifüs’e yakalanıp sağ kurtulan bir başka doktor da Abdülkadir Noyan’dır. Cepheler çoktu, hangi birini anlatalım ki? Biz örnek olarak biz örnek olarak tifüs ve diğer salgınlar la mücadelede başarılarıyla takdir toplayan Filistin Cephesinden söz edeceğiz.

Filistin Cephesinin Kahramanları

1914 Kasımında Dr. Neşet Ömer (İrdelp) bey başkanlığında Hilali Ahmer Süveyş Yardım Heyeti, 2 ay süren yolculuktan sonra Halep tiren istasyonuna varır. Heyette Dr. Arif, Selahaddin, Hasan Ferit, Mansur, Asım, Varnalı Hulusi Fuad beyler vardır.10 Ocak 1915’te Kudüs’e geçer bu heyet ve Moskofiye Rus hastanesine yerleşerek 4. Kolordunun aşılarını hazırlamaya başlar.

Bir taraftan da sivil halka hizmet ederken Amerikan kolonisinin doktor ve hemşireleriyle diğer hıristiyan kolonilerinin rahibeleri de onlara yardım eder. 4.ordunun komutanı Cemal Paşa’dır, İstanbul’dan gelirken yanında seferin vakanüvis’i olarak gazeteci Falih Rıfkı’yı getirmiştir. 4. ordu Çöl adında bir dergi çıkarmaya başlar. Başarısız kanal seferinin planlayıcısı 8. kolordunun kurmay başkanı Alman albay Von Kress’tir (nedense Kanal Hezimeti’nin suçlusu Cemal Paşa gösterilir). Von Kress’in ısrarına rağmen Cemal Paşa geri çekilme emri verir ve yaralıların toplanmasına bizzat nezaret eder.

Türk Hilal-i Ahmer’i Hafir’de kurulan çadır hastanesinde cankurtaran develerle taşınan yaralıları tedavi etmektedir. Temizlik ve intizamı ile şöhret bulan çadır hastanesini başhekimi Hasan Ferit Beydir. (Hasan Ferit Bey bir kaç yıl önce vefat eden Türk Tarih Kurumu’nun mimarı Turgut Cansever’in babasıdır. Turgut Cansever dışlanan geleneksel Türk Mimarisinin korunması için bir ömür boyu mücadele etmiştir).

Kendi hastanelerinden kaçan Alman ve Avusturyalı yaralılar 750 yataklı Hilal-i Ahmer hastanesine sığınır. Çadırlar Balkan Bozgunu sırasında Hint Müslümanları’nın hibe ettiği çadırlardır. Hamamı, berberi, elektrojen grubu, su arıtma ve buz imalat makinaları da vardır. Bu çadır hastanesi ekmeğini kendi pişirmektedir. Türk hekimleri yaralıların dışında tifüs, tifo, kolera, sıtma, veremle de mücadele etmektedir, Bataklıklar kurutulur, çelik borularla su kaynaklarından kasabalara su getirilir.

Hastane ameliyathanesi olağanüstü bir cerrah olan Akif Şakir (Şakar) bey tarafından yönetilir. Bu hastanede yaralı İngiliz esirlere o kadar iyi bakılır ki kendilerine buzlu viski bile ikram edilir. Ağır yaralı bir Yüzbaşı Akif Şakir Bey tarafından ameliyat edilerek kurtarılır. Bu esirin amcası Stanley Baldwin,1923 yılında Britanya başbakanı olmuştur.

Osmanlı geri çekilirken çölü en son terk eden hastane Hilal-i Ahmer hastanesidir. Yaralılarıyla birlikte Beyti Hamame’de esir düşen hastanenin bütün evrakları yakılarak yok edilir(?) Yaralı İngiliz esirlerine gösterilen ihtimam sayesinde bütün hastane General Allenby tarafından serbest bırakılır. Şifaya kavuşan yaralı İngiliz Yüzbaşı Dr. Akif Beye bir teşekkür mektubu göndermiş ve böylece doktor esaretten kurtulmuştur. Allenby,1917 de 1. ve 2. Gazze savunmaları Türklerin zaferi ile sonuçlanınca iş başına getirilmiş, Cemal Paşa ise sanki cezalandırılmış, komuta başarısız Alman Falkenhayn’a verilmiştir. Allenby “El Nebi ” diye tanıtılarak Araplar kandırılır ve Türkün Zulmünden(!) kurtarılır. Neticede 3. Gazze Savaşında bozgun ve geri çekilme. Cemal Paşa’nın hatırlarını okumak gerek. Adını hatırlayamadığım bir Arap tarihçisi “Arabın kalleşliğinden Türkün Zulmü evladır ” demiş (Orta Çağda Türkler; Michel Balivet, Alkım Yayınevi )

İşgalde Haydar Paşa Tıbbiyesinde Neler Olur?

1918’de Mondros Mütarekesi imzalanınca 13 Kasım’da işgalci donanmanın topları Selimiye kışlasına ve Çapa Tıp Fakültesinin atası Haydarpaşa Tıbbiyesine çevrilir. İngilizler okulu işgal eder. Öğrenciler çatı katına sürülür, karyolaları alınır, yer döşeğinde yatmaya mecbur kalırlar. Gece aşağıya tuvaletlere inmeleri de yasaktır. Asker öğrencilerin üniformaları çıkartılır ve askeri tıbbiyeye alınacak öğrenci sayısı 20 ile sınırlandırılır.

Belli ki Çanakkale ve Filistin’de Türk hekimlerini tanıyan İngilizlerin gözleri korkmuştur. Tıbbiyeliler çabuk toparlanır ve Ayın Pe teşkilatına mensup 15 tıbbiyeli delikanlı bir gece Fenerbahçe’deki İngiliz cephaneliğini soyarak kaçırdıkları malzemeyi işgal altındaki binanın bodrumuna saklar. Silahlar Anadolu’ya aktarılır. Milli Mücadeleye katılmak isteyen öğrencilere Ankara’dan “oturun dersinize çalışın, bize hekim lâzım” haberi gelir. Bu gençlerin arasında Dr. Hikmet Kıvılcımlı da vardır.

14 Mart 1919 günü Darülfünun’da Tıbhane-yi Amire’nin kuruluşunun 92. yıl dönümü kutlamaları için bir çay tertip edilerek Kızılhaç temsilcileri ve basın davet edilir. Söz alan Dr. Memduh Necdet Bey “İstanbul bizimdir, çünkü şehitler ve tarih buradadır. Halife ve hakan yatağı burasıdır” diyerek konuşmasını bitirirken salon alkışlarla inler. Tıbbiye mesajı vermiştir. 94. yıl 14 Mart 1921 de Kadıköy’de Hale sinemasında kutlanır. Türk Tıp Cemiyeti Türkçe Tıp eğitiminin Bursa Darüşşifasında 12 Mayıs 1300’da verilmeye başlandığını hatırlatır. Kutlamalar 1929-1934 yılları arasında 12 Mayıs’ta kutlanmıştır. “Türklerden doktor mu olur? Onları zaten Rum hekimler tedavi ediyordu, ecnebi doktorlar geri gelsin” diyenlere bir cevaptır bu.

30 Ağustos zaferi ve İzmir’in kurtuluşundan sonra 19 Ekim de Refet Paşa’nın Trakya’yı devir almak üzere İstanbul’a geleceğini duyan sivil ve asker Tıbbiyeliler bir gece önceden hazırlanır, giyinir, kuşanır, askeri üniformalar tekrar giyilir, kim takar artık İngiliz’i? Haydarpaşa Garı’na inen öğrenciler Refet Paşa’yı omuzlarında taşıyarak Tıbbiyeye getirir. Uzun yıllar sonra Haydar Paşa hastanesinin bahçesine Şehit Tıbbiyeliler anıtı dikilir. Çanakkale’deki Tıbbiyeli Şehitler Anıtı ise ancak 2000 yılında Kanlısırt’ın 2.5 km uzağına dikilebilir. Kanlısırt İngiliz toprağı sayıldığı için imiş. Bu ne garabet? İstanbul Üniversitesi her yıl 18/19 Mart gecesini burada geçirmekteymiş.

Not:  Bu yazım 2011 yılında Yesevi Dergisinin Mart sayısında yer almıştır. Nazan Sezgin

Kaynaklar:

  • Dr. Ayten Altıntaş, “Kurtuluş Savaşında Haydarpaşa Tıbbiyesi”, 6. Üsküdar Sempozyumu Tebliğler Kitabı.
  • “Birinci Dünya savaşında Tıbbiyeliler ve 14 Mart’ın Tıb bayramı oluşu”, Prof. Dr. Nuran Yıldırım, Toplumsal Tarih, Mart 2009.
  • Tuna Örses, “Kahraman Doktorlar Arap Çöllerinde”, NTV Tarih, Sayı 23.

 

 

Yazı için 2 yorum yapılmış:

  1. Hayati Binler dedi ki:

    Nazan hanımı böylesi farklı ve bilinmeyen yönleriyle 14 Mart Tıp Bayramını bizlere tanıttığı;
    Ahmet Rasim hocamıza da yer verdiği için teşekkür ederiz.

  2. Fatma Çakır dedi ki:

    Önemli bir makale

Siz de yorumunuzu paylaşın: