KUTU SÜTÜ DEĞİL ÇİĞ SÜT, MARKET YOĞURDU DEĞİL EKŞİYEN EV YOĞURDU
Probiyotik ve Prebiyotik Derneği İkinci Başkanının “Endüstriyel yoğurdu kötülemek doğru değildir” başlıklı haberde yer alan görüşleriyle ilgili olarak aşağıdaki hususlara dikkatinizi çekmek istiyorum (1):
BİR: Esas sağlıklı ve faydalı olan işlenmiş süt değil “çiğ süt” tür”. Endüstri tarafından fiziksel ve kimyasal işlemlere tabii tutulan ve tabiatta bir benzeri olmayan bir ürüne dönüşen işlenmiş sütte çiğ sütün neredeyse tüm faydalı özellikleri ortadan kalkmış olması yanında zararlı olması da kuvvetle muhtemeldir.
İKİ: Çiğ sütün denetimsiz satılması elbette yanlıştır ve zaten büyük şehirlerde sokak sütü ve sokak sütçüsü kalmamıştır.
Sütün de süt olarak içilmesi değil mayalandıktan sonra yoğurt, ayran, kefir, peynir şeklinde yenip içilmesi daha doğrudur.
ÜÇ: Sokak sütü, endüstri tarafından çiğ sütü karalamak için uydurulmuş bir tabirdir ve bir akademisyenin endüstri ağzıyla konuşması, bu tuzağa düşmüş olması üzüntü vericidir.
Mandıra sahibinin çocuğunun pipetle kakaolu şekerli süt içiyor olması durumun ne kadar vahim olduğunun belgesidir.
Bir akademisyene -hele de probiyotik ve prebiyotiklerle ilgili bir derneği başkanına- sokak sütü karalama kampanyasına katılmak değil çiğ sütün tüketiciye sağlıklı bir şekilde nasıl ulaştırılabileceğinin yol ve yöntemini araştırmak ve anlatmak yakışır.
DÖRT: Cam şişede günlük organik sütün ve çiğ sütün bugün birçok noktada gerekli kontrollerden geçerek ve soğuk zincir içinde satılabiliyor olması benim gibi birkaç doktorun senelerdir süren mücadelesinin sonucudur.
4 ay dayanan, UHT ve homojenizasyon işlemleri uygulanan, katkı maddeleri eklenen kutu sütlerinden kimseye hayır gelmez.
BEŞ: Evet, sulanan, ekşiyen, bozulan ev yoğurdu market yoğurdundan daha sağlıklıdır, kimsenin en ufak bir şüphesi olmasın!
ALTI: Çiğ sütü sokak sütü diye kötüleyenlerin yoğurtlarını kötülemenin yanlış olduğu söylenemez, bu, endüstriye “adam gibi yoğurt üretmesi” için bir baskı unsuru olarak görülmelidir.
Amacımız endüstri yoğurdu üretenleri dövmek değil bozulan, ekşiyen, sulanan kısaca adam gibi yoğurt yemektir.
YEDİ: Halk yoğurttan uzaklaşmamıştır evinde yoğurdunu kendi mayalayarak tam aksine yüzyıllardır yediği yoğurduna sahip çıkmaktadır.
Yoğurtların marketlerdeki satışı halk evinde kendi yoğurdunu ürettiği için azalmış olabilir.
SEKİZ: Haberde şeker ve katkı maddeleri eklenen yoğurtların adının bile anılmamasının, meyveli yoğurtlarda meyvenin kendisinin değil meyve aromasının bulunduğuna dikkat çekilmemesinin “bilinçli” olduğunu düşünüyorum.
DOKUZ: Sitemdeki yazılarım ve televizyonlardaki konuşmalarım incelediğinde sadece şeker ve katkı maddelerine karşı değil işlenmiş paketlenmiş tüm hazır gıdalar için kıyamet kopardığımı, bu mevzuda yalnız olmadığım da görülecektir.
Endüstri ürünlerini savunanlardan şeker ve katkı maddeleri eklenmiş süt ve yoğurt için kıyamet kopartmasalar bile karşı çıkmalarını bekliyorum.
Google’ da “Probiyotik ve prebiyotik Derneği gazlı ve şekeri oranı yüksek içecekler, cipsler ve katkı maddeli gıdalar” ve “Hakan Alagözlü gazlı ve şekeri oranı yüksek içecekler, cipsler ve katkı maddeli gıdalar” yazarak yaptığım aramada bu ürünler hakkında bu haber dışında ikaz, tavsiye mahiyetinde hiçbir habere rastlayamadım (2, 3).
ON: Amacımız halkı yoğurttan uzaklaştırmak bir tarafa yoğurt ama sağlıklı yoğurt yemeye, işlenmiş gıdaların zerresinden bile uzak durmaya ve “adam gibi beslenmeye” teşvik etmekten başka bir şey değildir.
ON BİR: Probiyotik takviyelerine de prebiyotik takviyelerine de kesinlikle karşıyım, bunlar yiyecek ve içecekler vasıtasıyla alınmalıdır.
Takviye tavsiyesi de endüstrinin sinsi bir oyunudur.
ON İKİ: Her hastalık için “farklı” bir pro- ve prebiyotik tavsiyesi de akıl ve mantık dışıdır. Kulak için ayrı, dalak için ayrı, dudak için ayrı bir takviye veya beslenme modeli olmaz.
Bütün mesele “adam gibi beslenmedir“!
Adam gibi beslenme tabirime takılanlar için hatırlatma: Bu, kısaca doğru beslenme demektir, cinsiyetle hiçbir alakası yoktur.
ON ÜÇ: Adam gibi beslenen kimse işlenmiş gıda tüketmeyeceği için etiket okumaya da ihtiyacı yoktur. Etiket okuyarak beslenmek, hayır olamaz.
Tabiatta içgüdüleriyle beslenen hayvanlarda kronik enflamatuar hastalıkların hiçbirine rastlanmadığını ama hazır mama yedirilen evcil hayvanların, tıpkı sahipleri gibi obeziteden diyabete kanserlerden kalp hastalıklarına kadar tüm modern hastalıklarından muzdarib olduklarını hatırlayın yeter.
ON DÖRT: Probiyotikli yoğurt sözü bir oksimorondur, yumurtalı omletten veya idrarda albüminüriden hiçbir farkı yoktur.
İçinde probiyotik bulunmayan ürün zaten yoğurt olamaz, belki kireç veya kireç suyudur.
ON BEŞ: Tıpkı bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerde olduğu gibi bu tür beyanatta bulunan kişiler ve derneklerin de endüstri ile olan tamamen kanunlar çerçevesindeki menfaat münasebetlerini bildirmeleri faydalı olacaktır.
Gelelim neticeye
BİR: Süt, yoğurt, ayran “dayanıklı beyaz eşya değildir“, çabuk bozulan hassas gıdalardır.
Bunlar, geleneklere uygun hazırlanmalı, saklanmalı ve tüketilmelidir.
İKİ: Sağlıklı beslenmek için kitaplara, diyetlere, uzmanlara, beslenme kılavuzlarına, bilimsel araştırmalara, gıda mühendislerine, kongrelere… hiç gerek olmadığını bu vesile ile tekrar hatırlatırım.
Beslenmede gelenek ve kültür bilimden önce gelir, unutmayınız.
“Sokak sütcümü istiyorum” da bu manada bir slogandır.
ÜÇ: Adam gibi beslenme aslında çok basittir, işlenmiş gıdalardan uzak durmak bile, birçok meseleyi halleder.
Kaynaklar:
***
EK 1 (28.2.2024): UHT işlemi, protein yapısının bozulması ve kümelenmesine, amino asitlerinin kimyasal modifikasyonlarına sebep olur. UHT’nin sebep olduğu bu protein değişiklikleri sindirilmeyi ve bu proteinlerin genel biyolojik etkisini değiştirebilir, mesela alerjilere yol açabilir.
Kaynak: https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC8468757/
Makale: Influence of Ultra-Heat Treatment on Properties of Milk Proteins
***
EK 2 (28.2.2024): Test edilen tüm süt işleme biçimlerinin “farelerde mekansal öğrenme ve hafızayı bozan protein oksidasyon ürünlerinin oluşumuna” sebep olduğu tespit edildi. Buna kaynatma, mikrodalga ısıtma, püskürterek kurutma ve dondurarak kurutma dahildir ve ultra pastörizasyon, sütü kaynatmaktan çok daha yüksek ısıya maruz bırakır (212 F’ye kıyasla 284 F).
Kaynak: https://pubs.rsc.org/en/content/articlelanding/2019/ra/c9ra03223a
Makale: Processing milk causes the formation of protein oxidation products which impair spatial learning and memory in rats
***
Bu dernek nasıl bir dernektir ki…
Anlayanlar için müthiş bir analiz. Aklınıza emeğinize sağlık Ahmet Hocam.
Tıp dernekleri sadece ilaç firmaları tarafından değil gıda şirketleri tarafından da destekleniyor. Bunların kongre, eğitim, danışmanlık, vs adı altında yaptığı bağışlar olmasa, hiçbiri ayakta kalamaz. Şirketler bu bağışları tabii ki babalarının hayrına yapmıyor. Bu dernek de hangi şirketlerden kaç lira yardım aldığını şeffaflık ve vatandaşın menfaati gereği açıklamalıdır.
Bravo bravo bravo…. meseleyi çok iyi görmüş, 12′ den vurmuşsunuz. Yoğurt satışlarının gittikçe azalması evet evet evet… esas mesele budur. Bu haber de azalan satışları pompalamak için hazırlattırılmıştır hazırlanmıştır. Bilimim bu tür oyunlara gelmemesi gerekir. Sayın Hakan Hoca, bize kutu sütünün beslenmeye faydaları bakımından hangi gerekçelerle çiğ sütten üstün olduğunu lütfen açıklasın ama sözlerine lütfen ve lütfen sokak sütü pis mikroplu içen ölür diye başlamasın, bunu kabul etmiyoruz.
Ahmet Hoca’nın sağlık alanında halkı bilinçlendirme gayretini takdirle karşılıyor, endüstriyel gıdaları günahsız gösterip halkı aldatanları kınıyoruz.
Gerçekten halkın sağlığını korumak ve halkın çıkarlarını gözetmek isteyen bir hoca ticari market yoğurtlarını bigünah göstereceğine ev yoğurdu nasıl yapılır, neden ticari yoğurttan üstündür, tüm bunları anlatırdı.
Değerli dostum, kapaktaki eski resim 1979 – 80 çekilmiştir. Çekilen yer Çemenzar kavşağındaki Kayışdağı çeşmesinin olduğu yerdir. Çeşme halen aynen çalışmakta olup vatandaşlar oradan su almaktadırlar. Resimdeki sütçü ise yıllarca Çemenzar’da hizmet vermiştir hatta benim iki oğlum da onun sütleriyle büyümüştür. Eski günler çok güzeldi. Selamlar.
Değerli büyüğüm Dr. Yavuz Eryılmaz’a bu bilgi için teşekkür ediyorum.
Bu resmi tesadüfen koymuştum ama meğer oradaki çeşme seneler önce İstanbul’ da su sıkıntısı olduğu dönemde bizim de bidonlarımızı alıp kuyruğa girdiğimiz çeşme imiş.
Hey gidi günler hey.
Sizi dâimâ takîbediyor ve teşekkürlerimi bildiriyorum,Millî bir mücadele yaptığınız kanaatindeyim,sağolun.