İYİDİR BAZI KAFA KARIŞIKLIKLARI…

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
Hasan Bülent Kahraman küçükusta 1

Hasan Bülent Kahraman’ ın sabah gazetesindeki yazısı:

Kolesterol ilaçlarının koruyucu olamadığını söyleyen kesimin görüşleri cevaplandırılmıyor. Ama onun yerine başka bir propaganda yapılıyor. Halkın kafası karıştırıldı, hastalarımıza ilaç yazamıyoruz deniyor.

***
Bir kere halkın kafasının karışması çok iyi bir şeydir. Benim de kafam karıştı. Ve çok iyi oldu. Nedenini pazartesi günü belirttim. Bir doktor bana kolesterol ilacı yazdı, diğeri kullanma dedi. Şimdi kullanmıyorum. Çünkü biraz çalışıp “kullanma” diyenin gerekçesini daha haklı buldum. Öyleyse “ilaç veremiyoruz” diyenlerin yapması gereken bir şey var: televizyon programlarında, gazetelerde, internet sitelerinde, çalışacaklar, bu hapların koruyucu olarak kullanımı yanlıştır diyenlerin görüşlerini bilimsel olarak çürütecekler. Değilse o maksatla ilaç vermeyecekler. Verdikleri zaman karşılarındaki hastayı ikna edecekler. Bu konuda inandırıcı olacaklar.
Sorun orada; güven kaybında.
***
Anti-kolesterol lobisi (yani yüksek kolesterol zararlıdır diyenler) güven yitirdi, inandırıcı değil. Ben bunu dışarıdan bakan bir hakem olarak görüyor ve söylüyorum. Çünkü gene kolesterol lobisi (yani kolesterol tepeden tırnağa zararlı değildir diyenler) bir iddiada bulunuyor, diyor ki, kolesterolün bu derecede kötülenmesinin altında ilaç şirketlerinin payı, rolü, etkinliği vardır. Kardiyoloji Derneği de bu konuda aydınlatıcı, inandırıcı, güven verici bir açıklama yapmıyor. İşte bu nokta ortalığın karışmasına yol açıyor. Eğer kardiyologlar hastalarına ilaç kullandırtamıyorsa öncelikle bu güven sorununu aşmak zorundadır. Bu bakımdan halkın kafasının karışması çok iyi olmuştur.
Çünkü tıp aynı zamanda bir toplumsal olgudur. Sağlık sistemi ve uygulamaları bir politika konusudur. Değişik politik modeller tıp konularına değişik biçimlerde yaklaşır. Bu derecede toplumsallaşmış bir konuda halk sürekli olarak bilgilendirilmek, farklı görüşleri karşısında tartışır bulmak hakkına sahip olmayacak mı?
***
Ayrıca, dünyanın her yerinde bilimsel bilginin popüler bir dille halka, sonuna kadar bilimsel gerçeğe sadık kalınarak, anlatılması elzemdir. Aksi takdirde bilimin hegemonyası başlar. Bilim mutlaklaşır, dogmatikleşir. Bilim adamı Tanrılaşır. Oysa bilimin demokratizasyonu son derecede önemlidir. Bu, halka sorarak bilim yapılır demek değildir. Bilim halka anlatılmalıdır manasına gelir.
Tıp dünyası bu bakımdan diğer bilim alanlarına oranla daha da ilginç bir yerdedir. Bugün hasta hakları diye özel bir kavram ve alanın mevcudiyetinden söz ediyoruz. Doktor Tanrı değildir. Doktor her adımda, her aşamada hastasına bilgi vermek, sürdürdüğü tedaviyi, kullandığı yöntemi onunla paylaşmak zorundadır. Bu ilaç kullanımı bakımından da böyledir.
***
İnsanlar şu sıralar haddinden fazla tıp bilgisine muhataptır, sağlık konularına açık hale gelmiştir ve sağlık bir “saplantıya” dönüşmüştür. Sağlıkla ilgili bir endüstri söz konusu. Her endüstri gibi parayla ve kazançla iç içe. Doğaldır. Ama bu sektörün bir parçası da hekimlerdir. Dolayısıyla hekim bu kazanç-çıkar dünyasında konumunu son derecede dikkatle saptamak zorundadır. Bu bir bilimsellik ve etik meselesidir. Türkiye’nin bu konuda evrensel şartları kabul etmesinin ve uygulamasının zamanı geldi geçiyor. Öyle olmasaydı bu tartışma başka türlü cereyan ederdi.
***
Şartlar bu iken, belli bir grubun kolesterolle ilgili gerçekleri ortaya dökmesi, bu alandaki ilaç kullanımını sorgulaması niye yanlış olsun? Ben yöntem olarak doğruluk- yanlışlık sorgulaması yapıyorum. Elbette verilen bilgiler arasında yanlış olanlar yer alabilir. Ama bilim dünyası dogmaların değil karşılıklı sınamaların, güreşmelerin alanıdır. İnsanlar çıkarlar, görüşlerini söylerler.
Kişisel olarak bu konuda öncü olan Prof. Ahmet Rasim Küçükusta‘nın yanılmasını çok istiyorum. Dilerim ki, tek bir kolesterol hapı kullanayım, onunla kolesterolüm kontrol altına alınsın, böylelikle de kalp krizi tehlikesinden ebediyen uzak kalayım. Ama öyle değil işte. Kardiyologlar öyledir diyorsa bunun böyle olduğunu anlatmalı, beni ve benim gibi milyonlarca insanı ikna etmelidir. Bu da şikâyetle değil, popülizm yaparak, demagojiye sığınarak değil, bilimsel bilgiyi ortaya koyarak, inandırıcılıkla, gerçekleştirilebilir.
***
Ağlama duvarında değil tıp alanındayız.

Yazı için 4 yorum yapılmış:

  1. Metin Uğurlu dedi ki:

    süper bir eleştiri,herkes bu yazıyı okuyup gereken dersi almalı. tşk

  2. Değerli Hocam,

    Eşime önce yurt dışında yaşarken oradaki doktorumuzun, sonra da ülkemize döndüğümüzde buradali doktorlarımızın şiddetle önerdiği Kolesterol ilacını, kendi isteğimizle bıraktık. Yaptığım araştırmaşarımda sizin Kolesterolün gizli yan etkilerininden söz edildiği bir makalenize restladım. O kadar ki sanki bizim yaşadıklarımızı makalenizde eksiksiz paylaşıyorsunuz. İki yıl önce eşimde kolesterol problemi varken. şimdi çok ükür hiç sıkıntısı yok. Değerler de normal. Tedavi ise, doğa, sağlıklı beslenme, yürüyüş, kilo verme ve dengeli yaşam.

    Teşekkür ederiz

    Saygılarımla,

  3. BİLİMİN VE DOKTORLARIN İKNA GÖREVİ YOKTUR

    Herkes, uzmanların tedavi ve önerilerini araştırır ve kafasına göre takılırsa, nasıl bir kaos olur?

    Bilimin insanları ikna etme gibi bir derdi yoktur. Bilimi servis edenlerin de halkı ikna etme gibi görevleri yoktur. Doktorlar politikacı değil ki halkı ikna etsin. Görevleri bilimi tebliğ etmektir. Ancak doktorlar ve uzmanlar dahil herkesin bilimden anladığı farklı olabilir. Bu nedenle bilim üreten ülkelerin ciddi bilim kurumları (AHA, ESC), bilimsel sonuçları bilimsel rehberler halinde özetler ve her yıl bu rehberleri, bilimsel gelişmelere göre yeniler. Doktorlar da kendi aralarında ihtilafa düşmeden bu rehberleri ülke koşullarına göre hastalara servis eder. Tedavilerde teklif vardır ama ısrar yoktur. Hastayı ikna etme malpraktistir ve suçtur. Doktor, hastanın özgür iradesini etkileyemez. Ancak herkesin anlama düzeyine göre izah etmesi gerekir.

    Bilimin uzmanları, yılların tecrübesi ve bilgisiyle hastalara yardımcı olmak için çırpınırken, hastalıkla ilgili hiçbir uzmanlığı, deneyimi ve bilgisi olmayanların, konuyu güya araştırıp kendi kafalarına göre takılmaları yeni bir moda. Ülkemizde bilimsel değerlendirme dersi okutulmadığı için insanlar, bilimsel bulguları değerlendiremez. Aynı konuda birbirine zıt sonuçları olan iki ayrı araştırma makalesini anlayamaz ve birilerinin izah ve ikna etmesini ister. Ancak eğitimle kazanılan bu yetenek yoksa, örneğin kişi metanaliz, güven aralığı… gibi konuları bilmiyorsa sonradan öğrenmesi zordur. O zaman ne yapacak? Uzman doktoruna güvenecek. Tıbbın gri alanlarında ise, ikinci hatta üçüncü uzman görüşü alacak. Ya da bizde olduğu gibi hiçbir bilimsel temeli olmasa da bitkisel takılacak.

    Özetle, çağımızın bilimsel tıbbında tedaviyi, kanıta dayalı tıp belirler. Kanıta dayalı tıbbın özeti ise bilimsel rehberlerdir. Amerika ve Avrupa Kalp Birliği rehberleri TKD tarafından ülkemize uyarlanmıştır. Bilimi üreten de, rehberleri yazan da onlar. Gururumuza dokunsa da bunu kabul edelim. Ya da bilim üretimi için Bilim Teknoloji Merkezi kuralım, rehberleri biz yazalım. Bilelim ki biz sadece bilimi üretenden bedavaya aşırıyoruz. Bir de bizi ikna etsinler diye tutturmayalım. Adamların bizi ikna etmek için ne mecburiyetleri var? Hem adamların bilgisini aşıracağız hem de bizi ikna edecekler. Kafadan icat çıkarıp halkın kafasını da karıştırmayalım. Yemeği yapan doktor değil ki sizi ikna etsin, doktor sadece bilimsel rehberleri servis ediyor.

    Halkımızın şimdiye kadar böyle bir derdi yoktu. Verilen ilaçları şifa niyetine içerdi. Şimdi halkın kafası karıştı ve artık hastalar ilaçlarını almıyorlar. Zavallı doktorlar iki dakika içinde, hastayı mı dinlesin, muayene mi etsin, bilgisayarda kayıt işlemlerini mi yapsın, yazdığı 5-6 ilacı, nasıl kullanacağını ve yan etkilerini mi anlatsın ve hastayı her konuda nasıl ikna etsin? Doktor süpermense o zaman bu süpermene inanmak gerekmez mi? İlaçların yan etkisi var diyorsanız, yan etkisi olmayan bir şey söyleyin onu yazalım. Yarar-zarar kavramını bilmeyen bir toplumda, yan etki lafı bile kafa karıştırır.

    Bilenlerle bilmeyenler, konunun uzmanı olanlarla olmayanlar hiç bir olur mu? Sayın Bakanımız zaten konuya açıklık getirdi. Hastaların gittiği uzman ne derse o olacak. Gerisi tedaviyi bozar. Hastalar ise bundan sonra kimin tedavi edeceğine inanıyorlarsa ona gidecekler ve onun söylediklerini yapacaklar. Uzmanın yazdığı ilacı ve verdiği tedaviyi beğenmiyorsa, o zaman doktora neden gidiyor? İşin özeti bu. Başka türlü işin içinden çıkamazsınız.

    Konunun gazetecilik açısından araştırmaya değer yönü aşağıdaki rakamlardır. 2008 yılında muayene olan hasta sayısı 6 yıl öncesine göre % 500 artarak 500 milyon hastaya ulaşmış. Bu dönemde İlaç tüketimi % 300 artarken hasta sayısı azalacağına % 500 artmış. Sağlığa harcadığımız para ise Sosyal Güvenlik Kurumu 2011 verilerine göre, son 9 yılda 8 kat artmış. Burada bir çelişki yok mu?

    Peki bunca ilaca, tedaviye, astronomik sağlık harcamalarına rağmen tedavide başarılı olabiliyor muyuz? Ne yazık ki akıntıya kürek çekiyoruz. Hipertansiyon tedavisinde başarı oranımız maalesef çok düşük. En modern tansiyon ilaçlarını kullanmamıza rağmen tedavide başarı oranımız maalesef % 14. Büyük çoğunluk olan % 86 hasta ise çaresiz. Aynı durum kolesterol ilaçları içinde geçerli. Hedef değerlere ulaşmada başarı oranı çok düşük. Hipertansiyon tedavisi ile kalp yetersizliği gelişiminin % 50 azalması, kalp krizi geçirmiş hastalarda ise %80 azalması gerekirdi. Halbuki azalması gereken Kalp yetmezliği oranı HAPPY isimli araştırmaya göre, dünya ortalamasının 3 katına çıkmış, yani dünya ve olimpiyat şampiyonu olmuşuz haberimiz yok.

    ABD’de 30 yıl önce günümüze göre % 400 fazla olan kalpten ölümler ve kalp damar hastalıkları, son 30 yılda yapılan önleyici sağlık çalışmalarıyla azalırken, ülkemizin kötü kaderi bunca para, hastane, doktor ve ilaca rağmen neden azalmıyor ve neden artıyor? 30 yıldır önlenebilir hastalıklardan pisipisine milyonlarca insan neden ölüyor? Acaba ithal edilen kopya ilaçlar etki etmiyor mu? Yoksa bu ilaçlar, söylendiği gibi bizi hasta mı ediyor? Hastalar ilaç kutularından legomu yapıyorlar? veya ilaçları çöpe mi atıyorlar? Bu mutlaka araştırılması gereken çok ciddi sağlık sorunu. Bu önlenebilir felaketi ve çözüm yollarını kim araştıracak? Üniversiteleri kim harekete geçirecek? Finansmanı kim sağlayacak? İlaç firmaları mı? Son derece ciddi konulardan bahsediyoruz ama kimsenin umurunda değil. Kolesterol ilaçlarına gösterilen hassasiyet neden bu konuya gösterilmiyor? Başka ülkelerde olsa yer yerinden oynar. Medya, neden bu konuda duyarsız?

  4. Yılmaz Sandalcı dedi ki:

    kafa karışıklığı iyiolamaz.Delilerin ve sarhoşların kafası karışık olur.2001 yılında 140 tansiyon 205 kollestrolla bypas oldum.3 yıl düzenli yürüyüş yaptım ve 5yıl sebze yedim.10m vastatin kullandım kollestrol düşmedi.30mg kullandım 190a düştü ldl 46 oldu.Cinsel hayatım iyi.haftada iki yumurta,ayda 350gr kırmızı et tüketirim.sebze,yeşillik salatalar,6 ayda bir sakatat yerim.2008e kadar,akşamları 1-2 kadeh kıırmızı şarap içerdim,açlılk şekerim 178e cıktı kollestrol ilacını 10mg a düşürdüm şuanda şekerim 100 kollestrolum normal.Önemli olan insanlara sağlıklı yaşamı öğretmek.Bu ilk okula başlamadan çocukken öğrtilmeye başlayıp okullarda ders olarak okutulması gerekir.(okullarda hangi dersler var)kayıkçı kavgasını bırakın.Halkın ne kadarı okuma yazma biliyor.Nekadarı okuduğunu anlıyor,derdini anlatabiliyor.6ay kadar önceydi,gıda denetimi yapan bir bakanlık İstanbulda süpermarketlerde yaptıkları denetimlerde 120 küsur ürünü kusurlu olduğunu açıkladı.Süpermarketten 120 ürünü çıkarsanız geriye nekadar ürün kalır? Üretenlerin ismi yok,ticari sır,yaz para cezası.Ya halkın bozulan sağlığı.Kim düzeltecek?Devlet.Feryat,ilaca milyarlar gidiyor.İlaçları bilinçli kullananacak insan lazım.insanlar sağlıkla ilgili bilgiyi ve sağlığındaki değişmeleri iyi takip edip duyarlı olmak zorundalar.Raporlu hastaların kullandıkları ilaçlar gün/adet olarak kan testlerine göre3-6ay olarak kontrollu olarak devam ediyor.Fakat polikliniklerde geçici rahatsızlıklarla ilgili ilaç yazımında ,kutu yerine doktorun uygun gördüğü adet uygulansa yeterli tasarruf sağlanır.Türkiyedeki ilaç savurganlığıda önlenir.Eşim kollestrol ilacı kullanmıyor ama monopoza yeni girdi.yaşı 52 buda sizin teorinize ters düşüyor.Sonuç GENETİK yapısı sağlam insanlar,gıda terörüne,trafik terörüne,kimvurduya gitmezse,stressiz yaşarsa,rahat,sağlıklı,uzun ömürlü olur.

Siz de yorumunuzu paylaşın: