Mesajınız için teşekkürler. Bahsettiğiniz bu yazının içeriği ve tarzı tartışılabilir. Buna ben de katılıyorum ve daha düzgün bir şekilde ifade edilmesini ben de tercih ederdim. Ancak aynı zamanda bu genç araştırmacının çalışmasına ve söylediklerine biraz daha hoş görü ile yaklaşılabileceğini düşünüyorum.
Bu genç arkadaşımız, çok değerli bir çalışma yapıyor ve bu çalışma çok saygın bir bilimsel dergide yayınlanıyor. Ayrıca bu çalışmayı Türkiye’de ve öğrencileri ile gerçekleştiriyor. Bunu tebrik etmemiz ve destek olmamız gerekir, zira böyle parlak genç araştırmacılar ve bu düzey yayınlar ülkemizden nadiren çıkabiliyor. Bu çalışma da üç önemli konu açıklık kazanıyor:
1. Palmetoleate, yüksek kolesterole dayalı bir hayvan modelinde gelişen damar lezyonlarını (ateroskleroz) önemli bir ölçüde azaltıyor.
2. Bu etkiyi gösterme mekanizmaları inflamazoma dayalı immune cevabın ve endoplazmik retikulum stresinin palmetoleat ile baskılanması olarak ortaya çıkartılıyor.
3. Ağız yolu ile verildiğinde palmetoleatın ateroskleroz üzerinde bu olumlu etkiyi ortaya çıkardığı gösteriliyor, bu da çok önemli bir konu.
Sizin de belirtiğiniz gibi, Gılgamış tabii ki bir destan ve burada ne olup bittiğini bilmemize imkan yok. Ama yine sizin belirttiğiniz gibi bu destanların insanın hayal gücüne hizmet etmesi olağandır. Daha iyi bir dille aktarılabilirdi tabii ki.
Aslında bu hikayeyi çok yıllar önce ilk olarak ben anlatmıştım, bana da bir Türk doktor 2008 yılında palmetoleatı bulduğumuz ve yayınladığımız zaman yazmış, hatta benim e-mail adresim “Ghotamıs” diye başladığından aradaki akustik benzerliğe de keyifli bir atıfta bulunmuştu.
Buradan benim öğrendiğim, bir çok insanın bu destandaki bitkiyi hala araştırdıkları olmuştu ve çok ilgimi çekmişti. Hatta, yine aynı şekilde hayal gücümüze hitap edecek bir nükteli üslup ile ekdeki derlememiz de bu destana değinmiştik (Yılmaz, Claiborn & Hotamisligil, Diabetes 2016).
Bu genç arkadaşımız da doktora sonrası çalışmalarını bizim gurubumuzda yaptığı için, benden öğrendikleri bu konuya basit bir atıfta bulunmuşlar diye düşünüyorum. Bence bu üzerinde çok durulacak bir durum değil, gençliğine ve heyecanına vermek lazım ve de böyle bir noktanın kendisinin çok güzel bu çalışmasına gölge düşürmemekte yarar var, benim kanaatim bu şekilde.
Tabii ki, ne ölümsüzlük ne de bir bitkisel ürün ile böyle bir duruma ulaşmak söz konusu değil. Ben böyle bir algı edinmedim. Medyatik olsun diye konmuş bir başlık diye düşündüm. Ama sizin belirttiğinize katılıyorum, çok değerli bir araştırmayı bu şekilde sulandırmadan aktarmak daha iyi olurdu.
Ayrıca sözü edilen bitkisel kaynak iğde değil yabani iğdedir ve bunu yemekle de benim kanaatime göre etki edecek düzeyde palmetoleat almak mümkün değil. Başka kaynaklarda mevcuttur, tam yağlı süt peynir gibi, ve bunları zaten hem siz yazdınız hem de ben daha önce yorumladım (aslında bunları da yiyerek tedavi dozu olabilecek palmetoleat almak zor olabilir ama bu gıdaların sağlığa zarar vermemesinin nedeni muhteviyatı diye düşünmek daha doğru).
Burada bahsedilen heyecan verici bir alternatifin palmetoleat’ın saflaştırılması (veya zenginleştirilmesi) ile insanlara yararlı olabilme olasılığının mevcudiyeti. Benim görüşüm de bunun heyecan verici olduğu ancak henüz gerekli klinik çalışmaların tamamlanmamış olması.
Ancak insanda hiç delil yok demek de doğru değil çünkü palmetolatın insandaki etkilerinin bazı “prensibi doğrulama” tarzındaki klinik çalışmalarda olumlu neticeler vermiş olduğu yayınlanmış bir bulgu (mesela J Clinical Lipidol 2014).
Tabii daha geniş çaplı çalışmalar olmadan bunun bir tedavi şekli olarak önerilmesi doğru olmaz, zaten de böyle bir öneride bulunulmuyor. Ama tabii ki bunlar olmadığı halde bazı katkı malzemesi satan şirketler bunları hali hazırda satıyor, bazı diyet programlarında yabani iğde mucize bitki falan gibi dramatik söylemlerle tanıtılıyor.
Bence bunlar doğru değil ve bu durum rahatsız edici, en azından benim açımdan böyle. Dolayısı ile böyle algılamalara yol açabilecek konulardan bahsederken dikkatli olmak lazım. Size bu konuda katılıyorum.
Benim açıklık getirmek istediğim en önemli hususlardan biri Ebru Erbay’ın bu çalışmasının besin endüstrisinden maddi destek almadığıdır ve böyle bir araç ile piyasaya her hangi bir ürün verme planı yoktur. Aldığı ödül ise yapılmış olan bu önemli çalışmaya dayalı olarak verilmiştir.
Aynı şey benim içinde geçerli (kendisine bu çalışmasında teknik olarak bazı yardımlarım olduğu için ve ben de makalede yazar olduğum için kendimi de ekledim) Aslında tabii ki böyle bir plan olsa da bunun, doğru bir biçimde yapıldığı müddetçe, hiç bir sakıncası yoktur. Tam tersine insanlık için yararlı olacak bir ürün geliştirme imkanı varsa bu mutlaka yapılmalıdır ve bilim insanları da bunun gerçekleşmesi için tüm gayreti göstermek sorumluluğundadır.
Burada çok daha da önemli olan konu Ebru Erbay’ın araştırmalarının ERC (European Research Council) ve EMBO (European Molecular Biology Organization) kuruluşlarından almayı başardığı fonlar ile desteklendiğidir. Yani bu genç arkadaşımız son derece zor olan bu fon yarışmalarında başarılı olmuş ve bu kaynakları Türkiye’ye getiren çok nadir araştırmacılardan biri olmuştur. Bu konularda bu genç bilim kadınımızı çok takdir etmemiz lazım.
Evet, bu yorum biraz uzun oldu, kusura bakmayın. Neticede bu konular, benim de üzerinde çalıştığım, insanları çok yakından ilgilendiriyor. Bu nedenle bilimsel olarak çok heyecan verici gelişmeler yaşanırken bazen bunu halka aktarmada ve uygulama önerilerini doğru ifade etmekte bazı güçlükler doğabiliyor, hatalar yapılabiliyor, hem bilim insanları tarafından hemde basın tarafından. Bence bu da onlardan biri.
Sevgiler, selamlar,
Gökhan Hotamışlıgil,
Gökhan Hoca ve ekibinin çalışmalarını takip ediyor başarılarının devamını diliyoruz. Onun da Aziz Sancar gibi Nobel almasını diliyorum.
Sağlıklı haberleri abartılı olmadığı zaman dikkat çekmiyor kimse okumuyor. Bunu da dikkate almak lazım.
Gökhan Hocanın bu yazısının doktorlar için de gazeteciler için de faydalı olacağına inanıyorum. Bilimsel araştırmaların halkın anlayabileceği bir şekilde kaleme alınması ve başlığının da dikkat çekici olması gerekir. Bu sebeple gazeteyi çok suçlamamak lazım, aksi takdirde haber ilgi çekmez ve okunmaz. Lakin bu demek değil ki yalan yanlış başlıklar atılsın veya yalan yanlış ifadeler kullanılsın. Burada ortayı bulmak çok önemli.
Haberde sorunlu nokta plametolatın tek kaynağının iğde gibi sunulmasıdır, diğer abartılı sözleri o kadar önemsemiyorum. Bu kadar kusur ve abartma gazetecilikte olmazsa olmazlardandır.