ÜNİVERSİTELER ÜRETMELİDİR

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Bir takım prosedürleri yerine getirmek suretiyle alınan unvanlarla kendini “bilim adamı“, prosedür gereği yapılanları “bilimsel araştırma” zannedenlerin okuması gereken bir yazı.

Akademisyenlerin evvel emirde bir şeyler okuyup öğrenip onları yazı veya sözle başkalarına aktarmanın bilim olmadığını öğrenmesi gerekiyor.

Bilgi nakli, bilim değildir.

Bilim, bilgi üretmektir.

***

Yeni Şafak’ ta Turgay Polat’ ın yazısı:

Yükseköğretimin finansmanı konusunda daha önce de yazılar yazdım. Her seferinde dünyanın farklı ülkelerinde yükseköğretimin nasıl finanse edildiğini yazdım. Kısacası Türkiye bu konuda oldukça sorunlu bir ülke. Türkiye’de kamu üniversitelerinin finansmanı bir ilkokulun tüm giderleri nasıl devlet tarafından karşılanıyorsa aynen öyle karşılanıyor. Biraz daha anlatmaya çalışayım; ilkokulda yedi sekiz yaşlarındaki çocukların temel eğitimi nasıl kamu kaynakları ile karşılanıyorsa, profosörlerin doçentlerin olduğu üniversitelerde de kamu bütün giderleri devlet tarafından karşılıyor. Peki bu doğru mu? Tabi ki yanlış. Siz üniversite kuracaksınız, profosörler, doçentler atayacaksınız, laboratuvarlar yapacaksınız ama burada üretim yaparak, buluşlar patentler çıkararak gelir elde etmesi gereken üniversiteler aynı ilkokullar gibi kamu kaynağı ile yürütülüyor. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde üniversiteler bırakın giderlerini karşılamayı ülkelerine ek kaynak yaratırken bizde neden tersi oluyor anlamak mümkün değil.

Bakınız bu yıl yükseköğretim kurumlarına 2021 yılı için verilmesi öngörülen bütçe ödeneği 45,3 milyar lira. En fazla ödenek 1 milyar 486,5 milyon lirayla Ankara Üniversitesine, İstanbul Üniversitesi 1 milyar 444 milyon 452 bin liralık bütçe ödeneğiyle Ankara Üniversitesinin ardından ikici sırada yer alıyor. Peki bu üniversitelere para vermezsek bunlar nasıl ayakta kalacak dediğinizi duyar gibiyim. Bakın size bunun modelini anlatayım.

Harvard üniversitesi 2010-2014 yılları arası 3166 patent üreterek 22 milyar dolar gelir elde etmiş. Bunun dışında mezunların bağışları, projeler, danışmanlık gelirleri toplamı 42 milyar doları buluyor. Toplamda Harvard üniversitesinin 2009 yılı toplam geliri 64 milyar dolar peki devletten kaynak almış mı tabi ki hayır. Bırakın almayı burslar vererek destek vermiş. Yani sonuçta devlete hiç yük olmadan bilakis destek vererek yaşıyor. Bu ABD, Kanada’da, İngiltere’de daha sayamayacağım birçok ülkede böyle, üniversiteler bırakın kamu kaynağını kullanmayı kaynak yaratıyorlar. Peki bizim üniversiteler ne yapıyor; öğrencinin maddi durumu ne olursa olsun ücretsiz okuyor. Yani neden varlıklı aile çocukları kamu üniversitelerine ücret ödemiyor. Nasıl vakıf üniversiteleri %15 öğrenciye tam burs veriyorsa kamu üniversiteleri de en azından varlıklı aile çocuklarından ücret alsın. Profesörlerin ve diğer akademik personelin maaşı devlet tarafından ödeniyor. Laboratuvarlar çoğunlukla boş yatıyor. Düşünün bu ülkenin büyük bir sanayi kuruluşu olan bir holding 150 milyonluk bağışı gidip Harvard üniversitesine yapıyor. Çünkü kendi ülkesinin üniversiteleriyle çalışamayacağını düşünüyor. Ülkenin sanayi kurumları üniversitelerle çalışmıyor AR-GE kaynaklarını kendi içinde veya yurtdışında değerlendiriyor.

Peki birçok açık çözüm önerimi yazayım; her üniversite kendi bölgesindeki sanayi kuruluşlarının araştırma merkezi haline gelse bu şirketlerin arge bütçeleri üniversitelere aksa, üniversiteler laboratuvarlarını şirktelere açsa onlar için çalışsa, şirket yöneticileri üniversitede dersler verse, buradan gelen gelirler üniversitelerin bütçesini oluştursa, üniversiteler devletten para almasa ve bu üniversitelere ayrılan paralar ilköğretim ve liselere yönlendirilse kötü mü olur? Peki bunu yapmamız için engel ne? Hiçbir engel yok tek engel kamucu bakış anlayışı.

Bu çözüm için elimizdeki en büyük fırsat Sayın Cumhurbaşkanıdır. Onun siyasi iradesi ve çözüm odaklı yaklaşımını bu olayda kullanabiliriz. Çözüm de şudur, ilgili bakanlar ve YÖK üniversitelerle şirketleri bir araya getirecek. Bölgesel toplantılar yapılacak. Bunun sonucunda şirketlerin CEO’ları üniversitelerin mütevelli heyetlerine ve yönetim kurularına girecek. Sonra bu şirketler üniversitelerin faaliyet alanına giren alanlarda üretime dönük çalışması adına altyapı kurmasına destek olacak. Sonra bu laboratuvarlardan çıkan buluşlar ilgili şirketin olacak ve üniversite de kazanmış olacak. Bu yeni bir fikir mi tabi ki hayır gidin Berlin Teknik üniversitesine, Silikon vadisine, Boston’a bunu görürsünüz.

Bunu yapmanın daha basit yolu; Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde bir “Yükseköğretim, Bilim ve Teknoloji Bakanlığı” kurulur. Başına Prof. Dr. Yekta Saraç atanır. Bakın o zaman bu sistem nasıl kuruluyor. Üniversiteler nasıl tüketen değil üreten hale geliyor. Bu sözlerimi lütfen yanlış anlamayın ben kaynakların yanlış kullanımına itiraz ediyorum.

Kaynak: https://www.yenisafak.com/yazarlar/turgaypolat/universiteler-uretmelidir-2056513

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. Fuzûlî dedi ki:

    1923’de Dâr-ül fünûndan başka üniversitesi olmayan, 1945’de ancak ikinci üniversitesini kurabilen, günümüzde 111 adet tıp fakültesi bulunan ülkemizin bütün tıp fakültelerini ve/veya üniversitelerini toplasak Harvard’ın kaçda kaçını eder?

    Bu rezaletden hepimiz mes’ûl değil miyiz?

Siz de yorumunuzu paylaşın: