ÜNİVERSİTELER BİLİM YUVASI MI?
Gerçek Hayat’ ta Süleyman Şahin‘ in yazısı:
Bilim yuvası olması gereken üniversitelerde sahtekârların cirit attığını biliyoruz. FETÖ mensupları başta olmak üzere, makalelerini sahte dergilerde yayınlayarak doçent veya profesör unvanı almış kişiler hakkında bugüne dek herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Kaç kişi hak etmediği unvana göz diktiği için meslekten atılmıştır? Bu sorulara yetkililerden acil cevap bekliyoruz.
Richard Horton ismini daha önce duymuş muydunuz? 1961 doğumlu Horton, Birmingham Üniversitesi’nde aldığı tıp eğitimi sonrası Londra’daki Royal Free Hastanesi’nde göreve başlamış. 1990 yılında ünlü tıp dergisi Lancet bünyesinde yardımcı editör olarak yayın dünyasına adım atmış. 1993 yılında derginin Kuzey Amerika editörlüğü için New York’a yerleşmiş. İki yıl sonra tekrar Londra’ya dönüp derginin genel yayın yönetmenliğini üstlenmiş.
Londra Koleji Üniversitesi, Oslo Üniversitesi, Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’ndan fahri profesörlük unvanları almış. BM ve birçok insânî kuruluşta üst düzey görevlerde bulunmuş. Sayısız makalenin yanı sıra yayınlanmış üç kitabı mevcut.
- – Second Option: Doctors, Diseases and Decisions in Modern Medicine
- (İkinci Seçenek: Doktorlar, Hastalıklar ve Modern Tıbbın Kararları)
- – Health Wars: On the Global Front Lines of Modern Medicine
- (Sağlık Savaşları: Modern Tıbbın Küresel Ön Hatlarında)
- – The Covid-19 Catastrophe: What’s Gone Wrong and How to Stop It
- (Kovid-19 Felaketi: Yanlış Giden Nedir ve Nasıl Durdurulur)
Tıbbî yayınların çoğu yanlış
Richard Horton’un 11 Nisan 2015 tarihinde Lancet dergisinde yayınladığı “Çevrimdışı: Tıbbın 5 Sigması Nedir?” başlıklı makalesi çok çarpıcı bir cümleyle başlıyor. Nedir o cümle?
“Yayınlanan çalışmaların çoğu yanlış.”
Peşinden daha sarsıcı olan şu cümle geliyor:
“Size bu yorumu kimin yaptığını söylememe izin yok. Zira bizden Chatham House kurallarına uymamız talep edildi.”
Londra’da sağlık araştırmalarına vakfedilmiş bir kurum olan Wellcome Trust bünyesinde bir sempozyum düzenleniyor. Sempozyum, biyomedikal araştırmaların tekrarlanabilirliği ve güvenilirliği üzerine. Sempozyumda günümüz bilimindeki en hassas konulardan birine değiniliyor. Nedir o konu? İnsana dair tasarımlar noktasında temelden bir takım yanlışlıklar söz konusu.
Şimdi düşünün… İngiltere’nin önde gelen bilim adamları toplanıyor. Yapılan sunumların resmini çekmenin dahi yasak olduğu büyük bir gizlilik içerisinde, insan ile modern tıp arasındaki ilişkilerde temelden yanlışlıkların söz konusu olduğunu tartışıyorlar. Hatta oradaki önemli şahsiyetlerden biri “Tıp bilimi namına yayınlanan çalışmaların çoğu yanlış” diyerek ortalığı ayağa kaldıracak bir cümle kuruyor. Ama ne bu cümleyi kuran kişinin kim olduğunu… Ne de toplantıda tam olarak neler konuşulduğunu katılımcılar dışında hiç kimsenin bilmesi istenmiyor. Toplantıya katılan bilim adamlarından bu gizliliğe riayet etmeleri bilhassa talep ediliyor.
Bilim karanlığa sapmış durumda
Anlayacağınız, bizler “bilim, bilim” diye istediğimiz kadar amigoluk yapalım, asıl mevzu kapalı kapılar arkasında dönüyor. Peki, vaziyet mâdem budur. O vakit üniversiteler, buralarda yapılan onca araştırma, yayınlanan onca makale tam olarak ne ifade ediyor?
- Meseleye girizgâh babında Richard Horton’un meşhur makalesinden şu cümleleri aktaralım.
- “Bilime karşı açılan dava apaçık ortadadır: Bilimsel literatürün çoğu, belki de yarısı yanlış çıkabilir. Yetersiz örnekler, minicik efektler, geçersiz keşif analizleri, apaçık bir şekilde çıkar çatışmaları ve önemi konusunda hiçbir kaygıya kapılmaksızın moda trendleri takip etme takıntısıyla yürüyen bilimsel araştırmalar… İşte bunlar yüzünden bilim, karanlığa doğru yönelmiş durumdadır.”
Kalite yerlerde sürünüyor
Dünya ölçeğinde bilime duyulan güven sorgulanırken, ülkemizdeki durum genel manzaranın da epey altında. Zira ODTÜ bünyesinde faaliyet gösteren ve dünyadaki üniversiteleri akademik performanslarına göre sıralayan URAP verilerine göre, 2020-2021 eğitim yılı baz alındığında dünyadaki ilk 500 üniversite sıralamasına Türkiye’den sadece Hacettepe Üniversitesi girebiliyor. URAP’ı bünyesinde barındıran ODTÜ bile 751. sırada yer alıyor. Hacettepe’yi 632. sırada bulunan İstanbul Üniversitesi ile 725. sıradaki İstanbul Teknik Üniversitesi takip ediyor. Rektör atamasına yapılan itirazlarla gündeme gelen Boğaziçi Üniversitesi kaçıncı sırada, bilin bakalım? İlk binde bile değil, 1096. sırada.
İngiltere’de bulunan yükseköğretim derecelendirme kuruluşu QS (Quacquarelli Symonds) tarafından her yıl yayımlanan en iyi üniversiteler sıralamasında ise ilk 500’e Türkiye’den sadece Koç Üniversitesi girebilmiş durumda. O da geçen yıla nispetle 14 sıra birden gerileyerek 465. olabilmiş. İlk binde 9 Türk üniversitesi mevcut ama içlerinde ilerleme kaydeden tek üniversite bile yok. Bilkent, ODTÜ ve İstanbul Teknik Üniversitesi geçen yıla nazaran tıpkı Koç Üniversitesi gibi gerilemiş vaziyette.
Peki, bu durumun temel sebebi ne?
URAP’ın başındaki Ural Akbulut’a göre üniversitelerin ürettiği, uluslararası dergilerde yayınlanmış bilimsel yayınlar ile bunların etki değerleri belirleyici durumda.
Akademik dergiler ne âlemde?
Madem dergi bahsine girmiş bulunuyoruz, yine Horton’a müracaat edelim.
“Dergi editörleri de eleştiriden paylarını hak ediyorlar. Bizler, en kötü davranışlara yardım ve yataklık yapıyoruz. Etki faktörüne tav oluşumuz, birkaç seçkin dergide yer bulmak için sağlıksız bir rekabeti körüklüyor. “Dikkat çekmeye” duyduğumuz tutku, literatürü istatistik masallar ile kirletiyor. Önemli teyitleri reddediyoruz. Tek suçlu dergiler de değil. Üniversiteler, yüksek etkiye sahip yayınlar gibi indirgemeci kriterleri destekliyor, para ve yetenek için sürekli bir mücadele içinde bulunuyorlar.”
Dikkat buyurun, bu sözleri dünyaca ünlü Lancet Tıp Dergisi’nin genel yayın yönetmeni söylüyor. En tepedeki dergilerde durum buysa, yani bilim aşkının yerini “dikkat çekme” tutkusu almışsa diğerlerini varın siz düşünün.
Akademik dergi işi epeydir sahte unvanlar dağıtan bir mafya şebekesine dönüşmüş durumda. 2014 yılında “Akademisyenlerin atıf çetesi” başlıklı yazısıyla konuyu gündeme taşıyan Habertürk eğitim editörü Pervin Kaplan’ın dile getirdikleri maalesef bugün de güncelliğini koruyor. Konuyla ilgili Prof. Metin Balcı ile görüşen Kaplan, o yazıda Pakistan, Malezya ve Hindistan’da yayınlanan dergilere 500 dolar karşılığında makale yayınlatarak doçent ve profesör unvanı alanların mevcudiyetinden bahsediyordu. Prof. Balcı da işin sadece para bastırıp makale yayınlatmakla kalmadığını, Türkiye-Çin-Malezya hattında bir “atıf-referans çetesi” kurulduğunu ifade ediyordu.
Para… Para… Para…
Makale yayınlamak akademik kariyer açısından önemli. Makalenin “etki değeri yüksek” dergilerde çıkması ise aynı zamanda para demek. Zira bu dergilerde yayınlanan makaleler yüksek sayıda atıf potansiyeline sahip. Bundan dolayı bir teşvik sistemi söz konusu. Mesela TÜBİTAK’ın 2020 yılı için teşvik vermeyi uygun gördüğü tam 8 bin 658 dergi söz konusu. En üst sırada bulunan 400 dergide yayınlanacak makaleler için 15 bin TL ödeme öngörülmüş. En az ödenecek meblağ ise 500 TL.
Para dedik de, sadece akademisyenler nasiplenmiyor makale yayınlama işinden. Kimi sektörlerde dergilerin editörlerine de hatırı sayılır paralar yağdırılıyor. Tıp ve ilgili bilim dallarında 70’i aşkın dergiye sahip Londra merkezli BMJ (British Medical Journal) tarafından 26 Ekim 2017’de yayınlanan bir araştırmanın sonuçları bu konuda ilginç ipuçları veriyor. Araştırmanın başlığına bakmanız bile yeterli aslında: “ABD ilaç ve tıbbî cihaz üreticilerinin ülkedeki tıbbî dergi editörlerine yaptığı ödemeler: Geriye dönük gözleme dayalı çalışma.”
Araştırma hayli uzun. Sadece sonuç bölümünden bazı rakamlar vermekle yetinelim. Tıp alanında etkinliği yüksek 52 dergiden 713 editör araştırmaya konu ediliyor. Bu editörlerden yüzde 72.1’i ödeme yapılmaya değer bulunuyor. Editörlerin yarısı genel ödeme alırken, beşte biri araştırma ödemesine hak kazanıyor. En çok ödeme yapılan tıp dalları, endokrinoloji, kardiyoloji, gastroentoloji, romatoloji ve üroloji. En yüksek ödeme yapılan iki editörün aldığı para ise dudak uçuklatıyor. İlk sırada bir kardiyoloji editörü var. Tamı tamına 10 milyon 981 bin 153 dolar kazanıyor. İkinci sırada yer alan ortopedi editörünün kazancı ise 1 milyon 263 bin 234 dolar.
FETÖ’nün de sahte dergisi vardı
Üç ayda bir yayınlanan Türk Kütüphaneciliği dergisinin 2012 yılına ait 4. sayısında bir makale var. Adı “Dergi Kendine Atfının Etkisi: Energy Education Science and Technology Örneği.” Umut Al ve İrem Soydal tarafından yazılan makalenin özeti şöyle diyor:
“Science Citation Index Expanded tarafından 2008 yılından beri dizinlenmekte olan Energy Education Science and Technology adlı dergi bibliyometrik özellikleri açısından değerlendirilmiştir. Çalışmada Energy Education Science and Technology’deki atıfların %94’ünün dergi kendine atfı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum önemli ölçüde anormallik sergilemekte ve etik olmayan sonuçlara neden olmaktadır. EEST’nin etki faktörünün yükselmesine doğrudan etki eden dergi kendine atıf sayıları, derginin olduğundan farklı şekilde değerlendirilmesine yol açmaktadır.”
Bahsi geçen dergi Trabzon’da çıkıyordu ve sahibi Ayhan Demirbaş görünüyordu. Derginin Part A ve Part B adlı iki versiyonu mevcuttu. A fen, B ise sosyal makaleler yayınlıyordu. Bu dergi uzun yıllar FETÖ nâmına at oynatacak, sayısı belirsiz FETÖ’cü akademisyene kariyer basamaklarında yardımcı olacaktı. Akademik sahteciliğin elbette FETÖ’ye has bir durum olduğu söylenemezdi. Ancak karanlık şebekenin bu alanda yaptıkları da görmezden gelinir gibi değildi.
FETÖ elemanları öylesine pervasızdı ki, dergide yayınlanan her makale sürekli birbirinden atıf alıyor, Nature dergisini bile bu bağlamda geride bırakıyordu. Dünyaca meşhur Science Dergisi 31.7 etki değerine sahipken, FETÖ paçavrası sahte akademik dergi 31 etki değerine yükseliyor ve dünyadaki 45 bin dergi arasında 17. sıraya oturuyordu. Nihayet bu sahtecilik ortaya çıktı. Dergi, akademik kariyer yükselmelerinde kullanılan ISI (Institute for Scientific Information) indeksinin taradığı dergileri içerip bilimsel yayınları tarayan Web of Science tarafından veri tabanından atıldı.
- 2014 yılında Prof. Balcı’nın konuya ilişkin tespiti şöyleydi:
- “A ve B diye basılan bu iki dergi veri tabanından atılmasaydı dünyadaki ilk 15 dergi arasına yerleşecekti. O zaman TÜBİTAK’tan her bir makale için 5 bin TL alınacaktı. Bu kişiler yaklaşık 2-3 milyon TL’yi hortumlayacaktı.”
Asıl mevzu bu da değil…
Bilim yuvası olması gereken üniversitelerde sahtekârların cirit attığını biliyoruz. FETÖ mensupları başta olmak üzere, makalelerini sahte dergilerde yayınlayarak doçent veya profesör unvanı almış kişiler hakkında bugüne dek herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Kaç kişi hak etmediği unvana göz diktiği için meslekten atılmıştır?
Bu sorulara yetkililerden acil cevap bekliyoruz…
Kaynak: https://www.gzt.com/gercek-hayat/universiteler-bilim-yuvasi-mi-3580486