SALGIN VAR AMA RAMAZAN BÜLBÜLÜ DOKTORLARIMIZ SUSKUN!

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Murat Bardakçı, “Tarihin Yatak Odasında” uyuya kalmış olmalı.

BİR: Doktorlarımızın “bülbül” olanları var hatta bunlara “cik cik ötenler” dense daha doğru olur.

İKİ: Bu “bülbül takımı” sadece Ramazan’ da değil, her mevsim öter.

ÜÇ: Medyada en çok yer bulan haberler “yeme-içme” ile ilgili olanlardır. 

Baktım ki astım-alerjinin fazla okuyucusu yok ben de beslenme uzmanı kesildim; böylece daha çok ötme imkanı buluyorum.

DÖRT: Bülbül doktorların kendi başlarına ötmelerinin kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu ötüş ancak “haber” haline geldiğinde değer kazanır.

BEŞ: Ötmenin haber olabilmesinin birçok şartı vardır. Tanıdık muhabir de bunlardan biridir ama asıl mühim olanı “aykırı ifadelerdir“. Bir de tabii “iyi öten bülbül olarak” isim yapmış olmak gerekir.

ALTI: Bir hastalık salgınına tıbbi verilerle değil medyanın ağır abilerinin gözlemleri ile karar verilir. Bunlardan birinin ve hele de ailede başkalarının da hasta olması salgın için yeterli delil kabul edilir.

Murat Bardakçı aksırıktan tıksırıktan kırılırken bunun haber olmaması tamamen kendi meselesidir.  Artık hastalığı mühimsenenler grubundan biri olmadığı anlaşılıyor.

YEDİ: Doktorların “konuşmama” gibi bir durumu yok, onlar zaten sürekli konuşuyor. Mesele, bu konuşmaların medyaya yansımamasında ki bu da onların elinde değil.

SEKİZ: Bizler “ötmeye” hazırız da önümüze mikrofon uzatan yok.

***

Murat Bardakçı‘ nın yazısı:

Önümüzdeki hafta sonu mübarek Ramazan başlıyor…

Her sene olduğu gibi bu sene de ulemamız Ramazan’ın dinî boyutu; tıp âlimlerimiz de sağlıklı oruç, iftar ve sahur konusunda gazetelerde ve TV’lerde hepimizi irşad buyuracaklar.

Neler söyleyecekleri mâlûm: Hocalarımız geçen Ramazan’da yarım bıraktıkları derslerine devam edecekler, yani İslâmiyet’i bin küsur değil, sanki birkaç sene önce kabul etmişiz gibi “Banyo yapmak orucu bozmaz, denize de girebilirsiniz, şu namazı şöyle kılın” diye anlatacaklar; diyetisyenlerden “İftarda fazla yağlı yemeyin, tuzlu da yemeyin! Tatlının yanına sakın haaaa yaklaşmayın! Pideyi de fazla kaçırmayın, pastırma ile sucuğu hiç yemeseniz çok daha iyi… Hele lokmalarınızı iyice çiğnemeden yutmaya kalkışmayın…” gibisinden tavsiyeler işiteceğiz.

Doktorlar, özellikle de muhabir arkadaşların tanıdığı olan yardımcı doçent yahut doçent unvanlı üniversite hocalarına gelince… Oruç ile yaz sıcağının üzerinde duracak, “Güneşte fazla kalırsanız başınıza güneş geçebilir, tansiyonunuz yüksek ise daha da yükselebilir, hele terli terli soğuk su içerseniz hasta olursunuz, ona göre” diyecekler…

İBADET VE ORTOPEDİ

Sanki öğle vakti güneş tam tepemizde iken hiçbir mecburiyetimiz olmadığı halde dışarıda dolaşmaya, tansiyonumuz on beşi geçtiği zaman da kendimizi kırk derece sıcağın göbeğine atmaya yahut terden yapış yapış olduğumuz anlarda “Yandım Allaaaah!” diye kırbalar dolusu buz gibi suyu tepemize dikmeye pek meraklıymışız gibi…

Dikkat edecek olursanız, aynı doktorların bu tavsiyelerin tam tersini kış geldiğinde yaptıklarını görürsünüz: “Soğuk havalarda kalın giyinin, boynunuza da mutlaka birşeyler sarın. Anneler çocuklarınızın başını örtsünler, yoksa grip kaçınılmazdır” derler ve bu sözleri bir yabancı işitecek olsa mutlaka “Bu Türkler tuhaf insanlar… Kış kıyamette sokağa şort ve fanila ile çıkıyor, çocuklarını lâpa lâpa karda okula kısa kollu yazlık gömleklerle gönderiyorlar” diye düşünür.

İlâhiyat profesörleri, tıp hocaları ve diyetisyenler derken bir başka meslek grubunu da unutmayalım: Ortopedistleri!

Ramazan ve oruç bahsinde artık kırık-çıkık uzmanlarının edecekleri sözler de var, zira bu işler hakkında onlar da ilk defa geçen sene konuşmaya başlamışlar, namazın nasıl kılınması gerektiğini anlatıp kıyamda, rükûda ve secdede hangi hareketin nasıl yapılması gerektiğini öğretmeye başlamışlardı…

Dedim ya, Ramazan’ın gelişine şunun şurasında on küsur gün kaldı, ulemâdan ve tıp âlimlerinden aynı şeyleri tekrar tekrar dinleyip büyük istifadeler elde edeceğiz ama bugünlerde mutlaka konuşmaları gerektiği halde her nedense hiçbiri konuşmuyor!

BERBAD BİR SALGIN VAR!

Zira, İstanbul’da birkaç aydan buyana berbat bir salgın var… Öksürtüp aksırtan, nefes almayı bile zorlaştıran bir salgın! Mikrop, virüs, yahut her neyse bir geldi mi vücudunuzu pek sevdiğinden olacak üç haftadan önce gitmiyor, gitse bile birkaç gün sonra dönüyor. İşte öylesine yapışkan birşey ve bir öksürük-aksırık derdi, bir halsizlik, bir mecalsizlik, kolunuzu hareket ettirebilmeniz bile lûtuf!

Bu öyle bir salgın ki, bildiğim kim varsa ya kendisi muztarip, yahut en yakınındakiler…

Dün merak ettim, bir doktor arkadaşımı arayıp bu işin neyin nesi olduğunu sordum. “İki ayrı salgın var; biri Beta, öbürü de üst solumun yolu ile alâkalı… Bu sene erken ortaya çıktı, çok fazla yayıldı ve baharla beraber polenler uçuşmaya başlayınca daha da arttı. İnsanlar birbirinden kolayca kapıyor, düzelseler bile tekrar hastalanıyorlar” dedi.

Vaziyet böyle ama senenin sadece bir ayında, yani Ramazan’da coşan, selsebil çağlayanı gibi konuşup tavsiye üstüne tavsiye veren, yasak üstüne yasak sıralayan ekran gediklisi doktorlarımızdan tıs yok!

Millet aksırıktan, tıksırıktan kırılırken iki kelime etseniz ne olur beyler? Açıklamalarınız ve tavsiyeleriniz Ramazan günlerindeki kadar alâka çekmez diye endişe etmeyin, şimdi anlatacaklarınıza daha da fazla kulak verilir; üstelik salgın günlerinde konuşmanızın sevabı da fazladır!

Kaynak: http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/1497231-salgin-var-ama-ramazan-bulbulu-doktorlarimiz-suskun

 

Siz de yorumunuzu paylaşın: