HER ŞEYİN FARKINDAYIM, GÜLHANE PARKINDAYIM

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
gülhane parkı

Doç. Dr. Hakan Kayalı’ nın nın bir mektubuna (http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/03/30/abur-cubur-ivir-zivir/5695/comment-page-1/#comment-7441cevabımdır). 

Çok değerli meslekdaşım Hakan Bey,

Sizinle anlaşamama sebeplerimizin başında “bilim adamı” nın tarifi geliyor.

Benim fikrime göre bir tıp fakültesinde esas olarak eğitime katılan “bilim öğreten veya hoca”, esas olarak sağlık hizmeti veren “bilimi uygulayan veya hekim” ve esas olarak bilimsel araştırma yapan “bilim üreten veya bilim adamı” olmak üzere üç farklı grupta öğretim üyesi olmalıdır.

Bunların çalışma sahaları elbette ortaktır ve sınırları tabii ki kesin olarak ayrılamaz ama temel görevleri birbirinden “tamamen” farklıdır. Bu üç farklı işi yapanların birbirlerine karşı bir üstünlüğü ve zayıflığı gibi bir şey de söz konusu değildir.

Yani, bilimsel araştırma yapan daha üstün, sağlık hizmeti veren daha değersizdir şeklinde bir yorum yanlış olur. Her üçü de birbirinden ayrı ve her üçü de çok önemli ve “mukaddes” vazifelerdir.

Ben üniversitelerdeki “öğretim üyeleri bilim adamı değildir” derken hiçbir şekilde onlara hakaret etmiş veya onları aşağılaşmış olmuyorum. Hatta aksine bir hasta için bilimi uygulayanların çok daha önemli olduğunu birçok yazımda belirttim. Benim yaptığım bir “görev ayırımıdır”; o kadar.

Bilimi öğretmek veya bilimi uygulamak bilim adamlığı değildir”.

Bilim adamı olabilmek için “bilim üretmek” gerekir. Başka bir ifade ile de bilim uygulayıcıları “insan için” bilim adamları ise “insanlık için” çalışırlar.

Bilimin iyilik yapmak, yardım etmek, dua almak gibi kaygıları da yoktur ayrıca.

Bilmem anlatabildim mi?

Doktorların tümüne çamur atma meselesi

Ben bırakın doktorlara çamur atmayı tam aksine onların da bu sistemin kurbanı olduklarını, bundan en büyük acıyı onların çektiğini anlatmaya çalışıyorum.

Doktorları ve haklarını savunuyorum ama siz de dâhil pek çok meslekdaşım bunu böyle anlamadığına göre demek ki derdini doğru ifade edemeyen ben olmalıyım.

Siz de bana, hangi yazılarımda hangi ifadelerimle “tüm hekimleri” ilaç firmalarının kucağına oturttuğumu,  “Ben söylemedim o söyledi” dediğimi, hangi sözümün arkasında durmadığımı, etrafıma çamur atarak “tüm” hekimleri şarlatanmış gibi gösterdiğimi, hekim camiasının tümünü toptan karaladığımı bildirirseniz tek tek cevaplarım.

Üniversiteleri beğenmiyorum

Siz beğenebilirsiniz ama ben üniversitelerimizi de tabii ki beğenmiyorum. İnsan beğendiği bir şeyin hatalarını, eksiklerini göremez, daha fazla geliştiremez. Gelişme, ilerleme beğenmeme ile başlar. “Ben üniversitelerimiz daha iyi olsun istiyorum”. Hepsi bu.

Ya ben bir zamanlar neler yapıyordum şimdi ne yapıyorum?

Diyelim ki sizin dediğiniz gibi yani “Ya ben bir zamanlar neler yapıyordum şimdi ne yapıyorum?” diye düşünüyor olayım. Bu kötü bir şey değil ki; keşke herkes böyle yapabilse, böyle davranabilse. Böyle düşünmek, yanlışları görmek, onları düzeltmeye çalışmak, pişman olmak erdem değil de nedir sizce?  

Cesaret meselesi

Cesur biri olduğumu söylediğimi sanmıyorum, hatırlamıyorum amma velâkin çok değilse de bir miktar cesaretim olduğuna inanıyorum. Elimden geldiği kadar, becerebildiğim kadar gördüğüm yanlışları dile getirmeye çalışıyorum. Bu mevzuda beni başarılı saymama hatta başarısız bulma hakkınız vardır ve elbette çok da saygı duyarım.

Biricik yayınım ve diğer mevzular hakkında ortaya karışık

Göz bebeğim, medar-ı iftiharım, biricik yayınım için 3 numaralı kaynağı tekrar okumanız yeterlidir. İhtiyaç hâsıl olursa ek açıklamalar da yapabilirim.

Fino köpeği meselesinin farkındayım; Gülhane parkındayım.

Sizin dualarınız benim de dualarımdır; buna hiç şaşırmadım.

Nane ve badelerden çok etkilenmişsiniz. İroni anlayışınız çok zayıf bence. Sebebi de, op salonlarında pub salonlarından daha sık bulunmanız olabilir.

Ben nerde, ne zaman “Günahsızım, ilk taşı ben atacağım” diye yazdım veya böyle söyledim? Kendimi de çok tenkit ediyorum.

Siz kafayı bana değil meselelerimize ve bunların çözümüne takarsanız daha iyi olur. Beni eleştirmenizin veya diyelim ki yerin dibine geçirmenizin kime ne faydası olabilir ki?

Neticede, ben de sizi yol arkadaşı olarak kabul etmeye hazırım ama “ironi ve mizah” konusunda eksiklerinizi görmeniz ve tamamlamanız şartıyla.

KAYNAKLAR

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/08/17/yazilar/elestirel-yazilar/tip-egitimi/profesorler-bilim-adami-degildir/

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2011/11/19/yazilar/zaman-gazetesi/turkiye-de-bilimsel-arastirma-da-yapilmiyor-bilimsel-yayin-da/

http://www.ahmetrasimkucukusta.com/2012/02/08/yazilar/elestirel-yazilar/tip-egitimi/bilim-bilimsel-arastirma-ve-bilimsel-yayin-nedir-ne-degildir/

Yazı için 1 yorum yapılmış:

  1. TEKNOLOJİ ÜRETEMEYEN BİLİM NE İŞE YARIYOR ?

    • Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 – 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor. Yaşamsal sorunlarımız çözüm beklerken, başkalarının güdümündeki araştırmalarla oyalanmamız, sürüngenliğin ve bağımlılığın asıl nedeni.

    • Ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyoruz. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen sorgulamayan bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor. Böyle bir ortamda başkalarının nasihat ve projeleriyle çağ atlamaya çalışıyoruz. Doçentlik, profesörlük gibi akademik ünvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı. Tüm sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.

    • Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bilimsel anlayışımız ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.

    • Bilimsel mandacılık; kendi yaşamsal sorunlarımızın çözümünü dışarıdan beklemektir. Marmara denizi fay hatlarını incelemek üzere sismik araştırma yapacak 40 milyon dolarlık bir gemi için, dünyanın 18. ekonomik gücü olan ülkemizin yabancılara avuç açması, birbiriyle didişen bilim dünyamızın iflas ettiğinin belgesi değil mi? Soykırım yasası çıkaranlar bizi depremden koruyacak(!) aklımızı mı yitirdik? Deprem silahının konuşulduğu bir dünyada fay hatları dâhil gizli neyimiz kaldı? Geçirdiğimiz depremin derecesini bile başkalarının ağzına bakıp düzeltiyoruz. Bilimsel ve teknolojik vesayet altındaki ülkeler, yaşamsal sorunlar karşısında çözüm üretemez, ne yapacağını şaşırır, başkasının ağzına bakarak kopya çekmeye çalışır. Bilimsel ve zihinsel işgalin kafamıza geçirdiği esas çuval, felaketler karşısında bocalama ve çaresiz kalmadır.

    • İnsanlar bu dünyanın sorunları altında ezilirken, toplum öbür dünyanın ayrıntıları ve televoleyle oyalanıyor, uyutuluyor. Küresel sistem, teravih namazı var mı yok mu, melekler kaç kanatlı, ahirette kaç tane huri gibi konularla bizleri meşgul ederken uçaktan aşıya, cep telefonundan bilgisayara ben size gönderirim, kafa yormayın siz öbür dünyayı kurtarın, sürekli öbür tarafı tartışın diyor.

    • Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, ulusal sorunları çözmeye yarayacak bilginin üretildiği ve akıl eden, planlayan, yöneten derin aklın oluştuğu ulusal bir beyine dönüşmelidir. Yaşamsal sorunlar karşısında dağıtılan ve işlevsiz bırakılan akıl ve bilim gücümüzü, sağlam bir kafatası içinde toplayarak ulusal bir beyin olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.

    • YÖK sistemi, acilen ‘Ulusal Araştırma Merkezi’, ‘Milli Sağlık Akademisi’ ve Bilim – Teknoloji Merkezi’ kurulmasını organize edecek şekle dönüşmeli, tüm eğitim ve öğrenim kurumları bu merkezin hedeflerine uygun olarak düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Bu devrimi yapmamız halinde, Türkiye kısa sürede dünya devi olacaktır. Aksi halde milyarlık bütçeleri, bu amaçtan yoksun üniversitelere harcamak, bilim ve teknolojide kastrasyon anlamına gelir. Milli sanayi ile bilim dünyamızı buluşturan bu merkezlerin kurulması, her türlü dış baskıdan korunması ve bağımsız olarak çalışması elbette devlet eliyle olacaktır. Bağımlı ülkelerin bunu başarması zordur. Temel sorun burada yatmaktadır. Baskılara karşı çıkan ülkelerin karşılaştığı güçlükleri ise görüyoruz. Bilim ve Teknoloji savaşlarının acımasız şekilde sürdüğü çağımızda, nadide bilim adamlarımızın can güvenliğini bile sağlamaktan aciz durumdayız. Kapalı sistem Bilim ve Teknoloji Merkezleri olmadan bu güvenliği sağlamak mümkün değil.

    • Özgür ve bilimsel düşünmeyi yok eden ezberci ve teste dayalı sistem yerine, ilaçtan aşıya, enerjiden milli güvenlik ve uzay teknolojisine… temel sorun ve ihtiyaçlarımıza yönelik Bilim ve Teknoloji seferberliği hemen başlatılmalıdır.

Siz de yorumunuzu paylaşın: