YA BEDEN KİRLİLİĞİ

Yazı Fontunu Büyült Yazı Fontunu Küçült Yazı Fontunu Sıfırla
kasa fişi

Sözcü’ de Soner Yalçın’ ın yazısı:

“Deniz sümüğü” adı…

“Deniz salyası” da denir…

Çokça “müsilaj” adı tercih ediliyor…

İsmi ne olursa olsun.

Müsilaj demek; virüs demektir.

Müsilaj demek; zararlı bakteri demektir.

Bu tehlike Marmara Denizi’nin çok noktasını sardı. Büyük oranda kirlilik sonucu oksijensiz kalan Marmara Denizi nefes alamaz hale geldi; sümük tabakası deniz canlılarının solungaçlarını tıkayarak öldürüyor.

Peki… Müsilaj sonuç, sebep ne?

Yine “sebep-sonuç” ilişkisi üzerinde pek durulmadan kurtuluş çareleri aranıyor.

Oysa. İş gelip yine azgın kâr hırsının/ çevre kirliliğinin/ küresel ısınmanın- iklim değişikliğinin sebebi neoliberalizme dayanıyor!

Marmara Denizi’ndeki sümük dalgalarını görünce aklımız başımıza geliyor; hep sonuç odaklıyız!

Mesela:

Müsilajı konuşurken, Resmi Gazete’nin 4 Haziran 2021 tarihli sayısında yayınlanan “Şeker Kotalarının Düzenlenmesine Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik” üzerinde pek durmadık.

Son yirmi yıldır şeker yasası ya da yönetmelikler çıkar ama bunlar ülke gündemine hiç getirilmez. Oysa:

Şeker kotası için IMF baskı yapar.

Şeker kotası için Dünya Bankası baskı yapar.

Şeker kotası için ABD başkanları baskı yapar.

İşin ucunda Amerikan doları var çünkü.

Pancar üretimini azaltan, milli şeker fabrikalarını etkisizleştiren ABD, ülkemizdeki en büyük nişasta bazlı şeker üreticisidir!

Neoliberalizm denizimizi nasıl katlediyorsa, insanımızı da kronik hastalıklarla nefes alamaz hale getirerek öldürüyor.

İnsan bedeni de hızla kirletiliyor ve bunun az kişi farkında!

KISIRLIK SEBEBİ

İnsan beyni doymak bilmez şeker bağımlısıdır.

Beyin, enerji kaynağı bildiği şeker ihtiyacı için farklı maddeleri glikoza dönüştürerek depolar.

İşin içine endüstriyel yiyecekler-içecekler karıştırılmadığı sürece -abartılmadan- doğal ürünler tüketimiyle glikoz ve fruktozun vücuda zararı yok.

Fakat…

İşin içine “kimyasal el” girince işlenen şeker doğallıktan çıkar insan vücudunu yavaş yavaş yok eden “tatlı canavara” dönüşür! İşte…

Mısır gibi kimi bitkilerdeki nişastanın, kimyasal yollarla glikoz ve fruktoza dönüştürülmesi sonucu elde edilene “nişasta bazlı şeker”denir.  Ki keşif otuz yıllıktır…

Endüstriyel bu ürün; ısıya, aside, soğuğa, dondurmaya dayanıklı hale getirilerek raf ömrü uzatılır. (Sadece yiyeceklerde kullanılıyor sanmayınız; tekstil, kağıt, oluklu mukavva, tutkal ve yapıştırıcı sanayisinde de kullanılıyor.)

Normal şekerden daha ucuza mal edildiği için ekonomiktir; 3 kilo yapay tatlandırıcı, 750 kilo şekere denk geliyor. Bu sebeple bütün tatlandırıcılardan etlere, yoğurtlardan içeceklere kadar kullanılmadığı gıda yok…

Nişasta bazlı şekerli ürünlerin bulunduğu gıdaları ne kadar yerseniz yiyin -az insülin sağlandığı için- tokluk hissi uyandırmaz. ( Farkında olmayan ebeveynler çocukları bu tür gıdalara bağımlı hale getiriyor.)

Yazmakla bitmez vücutta açtığı hasarlar: Sürekli şişkinlikten aşırı gaz çıkarmaya, asabiyetten körlüğe, kalp rahatsızlığından alzheimera, pankreas kanserinden astıma kadar çok sağlık bozukluğunun sebebidir…

DAHA VAHİMİ

Nişasta bazlı şeker üretimi bazı ülkelerde yasak.

ABD ve Türkiye gibi ülkeler ise üretime kota koydu.

Türkiye kotayı yüzde 15’den yüzde 2.5’e kadar düşürdü. Bu sevindirici gelişme.

4 Haziran 2021 tarihli yönetmelik kararıyla kotanın tekrar yüzde 5’e çıkarıldığı iddia edilse de bu tam gerçeği yansıtmıyor.

Ancak: Daha vahimini SÖZCÜ yazdı:

-“Türkiye 67 bin 500 tonluk nişasta bazlı şeker kotasının artırılıp artırılmadığını tartışırken 197 bin 848 ton ürünün el altından piyasaya verildiğinden şüphe ediliyor.”

Gıda sektöründe de son dönemlerde artık sıklıkla tanık olduğumuz hukuk dışı illegal bir yapı var. Marmara Denizini kirleten denetimsizlik-hukuksuzluk burada da karşımıza çıkıyor. Sözde denetim yapan Türk Gıda Kodeksi var…

Almanya’da 56 bin ton, İspanya’da 53 bin ton, İtalya’da 32 bin ton üretirken “bu ülkelerden biz neden çok üretiyoruz” diye eleştiri yaparken, daha korkunç tabloyla karşılaştık: Piyasaya yaklaşık 198 bin kaçak nişasta bazlı şeker sokulması ne demek? Bunun ne kadarı insan bedenine girdi bilmiyoruz.

Bildiğimiz insanların hastalık süreçlerinin çok erken yaşta başladığı…

Bildiğimiz kronik hastalıkların salgına dönüştüğü…

İktidar denetim yapmamayı “serbest piyasa” düzeni sanıyor!

Reha Muhtar klasiği ile sorayım:

Nerde bu devlet?

Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/soner-yalcin/ya-beden-kirliligi-6480113/

Yazı için 2 yorum yapılmış:

  1. Alişan Yıldıran dedi ki:

    Altına imzamı atıyorum.
    Acilen tedbir alınmalıdır.
    Bir tek cümleye katılmıyorum, insan vücudunu bir gram bile glikoz veya fruktoza ihtiyacı yokdur, protein ve yağdan ihtiyacı olan glikozu kendisi üretebilir.
    Zaten bu sebeple ana gıda sadece PROTEİN VE YAĞDIR.
    Bunun en mühim sebebi de yine immün sistemdir, glikoz ve türevleri bakteri ve virüs olarak algılanır.
    Nişasta olarak alınan karbonhidratda ise (mesela patates) bu durum husule gelmez.

  2. Canan Karatay dedi ki:

    Evet, ben de imzamı atarım çekinmeden.

    Ancak, insan vücudunun şekere ihtiyacı vardır ifadesi gerçekleri yansıtmamaktadır. Düzeltmek isterim.

    Alişan Hocanın dediğine de katılıyorum, bu nedenle.

    İnsan vücudunda çekirdeği olmayan hücreler eritrositlerdir. Eritrositler kendi enerjilerini üretemedikleri için, hazır şekere ihtiyaçları vardır. Eritrositlerin günlük şeker ihtiyaçları günde aşağı yukarı 5gr kadardır. Bu da günde bir kesme şekerin sağladığı şeker kadardır.

    Tüm diğer hücrelerimiz kendi enerjilerini üretmeye programlanmışlardır.

Siz de yorumunuzu paylaşın: